Eylül 2024 Zeki SOYAK A- A+
A- A+

MEFKURE- ŞEHADET SEVDASI

Gönül bahçesinde açan muhabbet gülleri koklanmaya en layık nâdide çiçeklerdir. Muhabbetullah'a teşne olmuş kalplerde vuslat şarabını içmek için kanat çırpan, aşk nâmeleri terennüm eden sevda bülbülleri şakımaktadır. Yaratıcıdan bir nefha olan insan, o ezelî hasretin derdi ve hüznüyle yanıp yakılmaktadır. Kur'an ikliminde, rahmet yağmurları ile sulanıp, sünnet-i seniyye bahçesinde yetişen her müslüman şehadet sevdasıyla kavrulmaktadır.

Yaratıcıya olan sonsuz muhabbet kişiyi ölüme karşı cesaretlendirmekte, hasret kibriti ile tutuşturulan sevda ateşi alevlenerek şehadet semasını aydınlatmaktadır. Bu aydınlıkta ölüme koşan, şehadete koşan İslam kahramanları her menzilde bir müjde, her durakta bir ebed çağrısıyla coşarak son konakta cennetin sonsuz nimetleri içerisinde menzil-i maksuda kavuşmaktadırlar.

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma! Bilakis onlar diridirler. Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar Allah’tan gelen nimet ve keremin, müminlerin ecrini zâyi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” (Âl-i İmran 3/169- 171)

Gerçek müslümanlar için ölüm bir yok olma değil bilakis ölümle ölümsüzlük âlemine doğmak, sevgiliye kavuşmaktır. Ölümlerin en güzeli, Allah yolunda cihad ederek şehit olmaktır. Onun için tevhid sancağının bayraktarı tüm peygamberler Allah Teâlâ’dan şehadet istemişlerdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ruhum kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda şehit olup yine dirilmeyi yine şehit olup tekrar dirilmeyi, yine şehit olup tekrar dirilmeyi çok arzu ederdim.” buyurmaktadır.[1]

Şu geçici ve aldatıcı mülevves dünyanın kabzasında çırpınan, nefis ve şeytanın türlü türlü hile ve desiseleri ile gözü gönlü kirlenen insanoğlu, Allah Teâlâ’ya vuslat yolunda önüne çıkan tüm bu engelleri aşmak için, kulluk hürriyetini engelleyen kölelik zincirlerini kırmalıdır.

“Can nedir ki canan'a olmaya fedâ”

Canı sahibine teslim etmek, emanet yükünden, ten kafesinden kurtulmak sevincini ve huzurunu tatmak için cihad-ı ekberi, nefisle olan cihadı başarmak gerekmektedir. Şehadet arzusu ancak kalbi tasfiye, nefsi tezkiye suretiyle tahakkuk edebilir. Nefesinde şehvet kokan, lisanında hırs, kin, haset ve çıkar ıslıkları yankılanan, kalbinde masiva ve dünya çöreklenen, nefis ve şeytanın tuzağında zebun olanlar canı canana feda edemezler.

Beden ikliminde hâkimiyet Allah'ın olunca, işte o zaman şehadet bir sevda olur ve kişi ta kalbinin derinliklerinden coşup gelen bir ihlâs, temiz bir niyet ile şehitlik arzu ederse yatağında ölse bile şehitlik mertebesine yükselir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kim sıdk, ihlâs, sağlam ve temiz bir niyet ile Allah'tan şehitlik mertebesini isterse, yatağında ölmüş olsa bile Allah onu şehitlerin yüksek menzillerine, derecelerine yükseltir.” buyurmaktadır.[2]

Bu şehadet yolculuğunda, vuslat yolculuğunda engeller çoktur. Nefsin hiç hoşlanmadığı sıkıntılar, çileler vardır. Şeytanın tuzakları vardır. İnsanların yanıltmaları, yön saptırmaları vardır. Bütün bunları aşmak için kuvvetli bir iman, güçlü bir irade, halis bir niyet, cesaret, tedbir, azim, gayret ve fedakârlık gerekir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

Şeytan, Âdemoğlunun yollarını tutup pusu kurup oturdu. Onun İslam yoluna oturdu da: ‘Kendi dinini, babalarının dinini bırakarak müslüman mı oluyorsun?’ dedi. Âdemoğlu ona isyan etti müslüman oldu. Sonra hicret yolunu tutup da: 'Kendi yerini ve kökünü terk ederek hicret mi ediyorsun? Muhacir yabancı memlekette ayağı kazığa bağlanmış kısrak gibidir' dedi. Âdemoğlu yine ona isyan etti. Sonra cihad yoluna oturdu da: 'Cihada mı gidiyorsun? O hem mal, hem can sıkıntısına uğramaktır. Sen muharebe edeceksin, amma öldürüleceksin. Karın başkasına nikâh olunacak, malın da taksim edilecek' dedi. Âdemoğlu yine ona isyan etti. Muharebe etti. İşte kim böyle yapar, şeytanın ve müfsitlerin tavsiyesine kapılmaz, kalbini ve niyetini bozmazsa onu cennete sokmak aziz ve celil olan Allah'ın üzerine hak olur. O’nun şanına layık olur. Kim suda boğulursa onu cennete sokmak Allah'ın üzerine hak ve layık olur.”[3]

Bedir günü idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ashab-ı Kiram'a hitaben:

“Kalkınız! Muttakîler için hazırlanmış olan gökler ve yer genişliğindeki cennete giriniz” buyurdu. Ümeyr ibnü’l-Hümam radıyallahu anh yerinden fırlayıp:

“Ya Rasulullah! Cennetin genişliği gökler ve yer kadar mıdır? dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Evet, öyledir.” buyurdu. Ümeyr radıyallahu anh:

“Oh oh! Ne iyi ne iyi!” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Niçin soruyorsun?” buyurunca, Ümeyr radıyallahu anh:

“Ya Rasulullah! Vallahi, ben ona girenlerden olmayı arzu etmekteyim dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Sen muhakkak oraya gireceklerdensin.” buyurdu.

O sırada Ümeyr'in elinde hurmalar vardı. Onları fırlatıp, kılıcını sıyırıp cenk meydanına atıldı ve “demek ki benimle cennet arasında şunların beni öldürmesinden başka bir şey gerekmezmiş” diyerek düşman saflarına daldı. Birçok düşmanı öldürdükten sonra en büyük arzusuna kavuşup şehit oldu.[4]

Şehitler kervanı kıyamete kadar devam edecek ve bu kervan iman, aşk, muhabbet, sevda, fazilet yüklü metalarını cihad meydanlarında sergileyecek, karşılığında cenneti alacaklardır. Nefse basıp geçmeden cennete kavuşmak, Allah Teâlâ'ya vasıl olmak mümkün değildir.

“Ey itminana ermiş nefis! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön!” (Fecr 89/27-28)


[1] Buharî, Cihad 7, İman 25, Temennî 1; Müslim, İmâret 103- 107; Muvatta, Cihâd 14; Nesâî, Cihâd 3, 30; İbn Mâce, Cihad 1

[2] Nesâî, Cihad 36; İbn Mâce, Cihad 16

[3] Nesaî, Cihad 19; İbn Ebî Şeybe, Musannef, el-Mektebetü’ş-Şamile, 4/564; Taberânî, el-Mucemü’l-Kebir, 6/235, H. No:6428; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 34/122, H. No:16379

[4] Müslim, İmaret 145; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 26/266, H. No:12733; Hâkim, Müstedrek, 13/286, H. No:5827; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübra, Siyer 34, 82;

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr