Mart 2024 Zeki SOYAK A- A+
A- A+

MEFKURE- Önderimiz Rasûlümüz

“And olsun ki Rasûlullah'ta sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel örnek vardır.” (Ahzab 33/21)

Evet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir Müslüman için, ferdî, ailevî, içtimaî, ticarî, idarî, hülâsa hayatı kapsayan bütün konularda en mükemmel ve tek örnektir. Çünkü onun hayatı yaşanılan Kur'an'dır.

O, vahyin arı duru kaynağından yudum yudum içerken ve O’nun sonsuz hazzını tadarken, vahyin hamlettiği o büyük sorumluluğunu da kemikleri çatırdarcasına hissediyordu. Vahyi öncelikle kendi yaşantısında tatbik ederek, kendi ikliminde canlandırıyor ve emr-i ilâhîye uymanın ve uygulamanın serinleştirici, huzur sükûn verici ortamında ashabına tebliğ ediyordu. O, Kur'an'la, vahiyle öyle bütünleşmiş ve öyle iç içe olmuştu ki, O’nun yaşantısını izlemek, O’nunla oturup kalkmak, O’nunla sohbet edip, O’nun ilim meclislerine devam etmek ve talimatlarına uymak, bir Müslüman için Kur'an’la bütünleşmek ve Kur'an’la yaşamak demektir.

“Kim ki Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiştir.” (Ahzab 33/71)

“Bugün O hayatta değil, O’nunla sohbet etmek, O’nun meclisinde bulunmak ne mümkün, bu saadetten mahrumuz” diyenler için, derim ki: O bize iki şey bıraktı: Kur'an ve Sünnet. Kim ki Kur'an ve sünnete yapışırsa, asla sapıtmaz ve asla dalalete düşmez. Kur'an ve sünnetle beraber olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber olmuş olur.

Kur'an okurken, hadis talim ederken O’nun huzurundaymış gibi heyecanlanır. O'nun hayatından bahisler okurken veya dinlerken O’nunla beraber olmak şuuruna ererek Akabe'de biat eden sahabe ile biat eder; Daru’l-Erkam’da, O ilim ve irfan mektebinde diz çökmüş ilm-i nâfi öğrenen ashab ile diz çöker; Bedir'de, Uhud'da, Hayber'de ve Tebük'te O’nun sancağı altında O’nunla beraber seferden sefere koşmanın hazzını duyarsak, işte o zaman O’nunla beraber olmanın ve bu beraberlikte kendimizi yenilemenin ve yeni ufuklara doğru kanat açmanın saadetini tadarız.

Hepimiz her zaman ve her yerde önderimiz, liderimiz ve örneğimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu söyler dururuz. Nebevî metottan, nebevî yaşantıdan, Kur'an ve sünnet ölçüsünden bahsederiz ve o ölçüye uymayan hayatı reddederiz. Bütün bunlar güzel ve doğrudur da... Acaba dönüp bir de kendimize bakıyor muyuz? Bir nefs muhasebesi yapıyor muyuz? Yaşantımızda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi örnek alıyor muyuz?

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şahsını ilgilendiren meselelerde affedici, şeriatı ilgilendiren meselelerde ise tavizsiz idi. Şöyle bir düşünelim ve kendimizi kontrol edelim: Biz de böyle miyiz? Yoksa nefsimizi ilgilendiren hususlarda öfkeli, acımasız ve intikamcı ve fakat şeriatı ilgilendiren hususlarda vurdumduymaz, nemelazımcı ve yerine göre “dilsiz şeytan” durumunda mıyız?

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, “Vallahi bunu yapan kızım Fatıma da olsa elini keserim”[1] kararlılığını; yakasından yapışıp, boynunda iz bırakacak şekilde çekiştiren bir Arabînin bu hareketini tebessüm ile karşılayıp affediciliğini, kendimize örnek alabiliyor muyuz? Yoksa nefsimizin karanlığında, bulanık düşüncelerimizin karmaşasında, dümeni kırılmış bir gemi gibi hem kendimizi ve hem de yalpa vurduğumuz sahilleri tahrip mi ediyoruz?

“Sen en büyük bir ahlâk üzeresin” (Enbiya 21/107) ayet-i kerimesini ve: “Ben ancak mekârim-i ahlakı tamamlamak için gönderildim”[2] hadis-i şerifini tefekkür ediyor, “Beni Rabbim terbiye etti ve ne güzel terbiye etti.”[3] ifadesinde tarifini bulan o yüce ahlâkını alabiliyor muyuz?

Bugün gerek Türkiye'de ve gerekse diğer İslam ülkelerinde, Müslümanların ve İslâmî cemaatlerin önünde halledilememiş çok hayatî iki mühim mesele vardır.

1. Eğitim.

2. İslam ahkâmını kendi aramızda uygulamak.

Bu iki mesele halledilmeden bir yere varmak mümkün değildir. İslâmî cemaatlerin eğitim diye yaptıkları şey, iyi insan ve iyi Müslüman yetiştirmek için asla yeterli değildir.

Eğitim çok ciddi bir konudur. Mükerrem bir varlık olarak yaratılan insanı, ayaküstü, rastgele alınmış kararlarla eğitmek mümkün değildir. Pek çok şey öğretebilirsiniz, fakat onu yaratılışına uygun bir şekilde eğitmek ayrı ve başlı başına bir meseledir.

İslam'ı kendi aramızda hâkim kılma hususuna gelince, bu mesele çoğumuzun gündemine bile girmiş değil. Ferdî, ailevî, içtimaî, ticarî ve hayatımızı kapsayan diğer bütün meselelerde, iki Müslüman arasında meydana gelen bir anlaşmazlığı İslam’a göre çözmek için ne gerekiyorsa onu mu yapıyoruz?

Beyler! Lütfen samimi olalım... Savunduğumuz davayı önce kendi aramızda hâkim kılalım. Laf değil iş üretelim. Kendi gücümüzün yettiğini yaptıktan sonra, güç yetiremediklerimiz için Rabbimizden yardım istemek hakkımız olur. Savunduğumuz İslam nizamının, yaşanırlığını, üzerinden binlerce asır da geçse uygulanırlığını bizzat kendi aramızda yaşayıp uygulayarak tüm İslam karşıtlarına ispatlayalım ve inananlara ümit verelim, şevk verelim.

“Önderimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem”dir diyen, nebevî metot ve nebevî yaşantıdan bahsedenlerin ve İslam'ı hâkim kılma davasında olanların evveliyatla yapması gereken budur. Önce eğitim ve İslâmî yaşantıyı aramızda hâkim kılma...

“Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını artırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal 8/2)

İslam bir slogan değildir. O yaşanılması, fert, aile ve devlet planında hâkim kılınması gereken ilâhî bir nizamdır. Bu yüce nizamın yaşanılıp hâkim kılınabilmesi için, İslâmî esasları kavramış, İslâmî şahsiyeti istikrar bulmuş ve İslâmî hizmetleri dünyevî endişelerle bulandırmamış, öncü Müslümanlara ihtiyaç vardır.

Bu öncü Müslümanların öncüsü, her zaman her mekân ve her şartta âlemlerin efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem olacağından, onlar ve onlarla beraber olanlar, yol güzergâhındaki aldatıcı, oyalayıcı manzara ve görüntülere asla iltifat etmeden, nebevî çizgide, sırat-ı müstakim üzere hedefe doğru kararlı bir şekilde yol alacaklardır.

“And olsun ki, Rasûlullah'ta, sizin için Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21)

Evet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pâki yaşanılan Kur'an'dır. Kur'an pratikte uygulanması güç nazarî kaideler değil, bilakis insanlığın dünya ve ukba saadeti için hayata tatbiki zaruri, değişmez esaslar içeren, Rabbânî bir nizamdır.

Bu değişmez ilâhî düsturların en kâmil manada hayata tatbikini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yaşantısında bulabiliriz. Onun içindir ki, hayatın bütün safhalarında Hz. Peygamber ve ashabının yaşantısını örnek alan, her sahada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin öncülüğünde hareket eden ve asr-ı saadet Müslümanlarının meydana getirdiği cemaat ruhu ve anlayışını kavrayıp, benzer cemaatler oluşturmaya sa’yeden Müslümanlar, zamanın kötülüklerinden korunur ve harabeye dönüşmüş olan uhuvvet sarayını yeniden inşa edebilirler.

Rehberi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olan ve O’nun diriltici, hayat pınarı, nur yumağı nasihatlerine tereddütsüz uyan ve getirdiği vahiy kaynağından kana kana içen, Kur'an ipine sarılan fert ve cemaatler daima çağların önünde ve asla çağların yakalayamayacağı gerçek medeniyetin öncüleri olurlar.

Çünkü onlar, İslam'dan başka nizam tanımazlar, tağutu reddederler, aralarındaki meseleleri İslam ahkâmına göre hallederler. Allah ve Rasûlü'nün hükmüne razı olur, asla isyan etmezler. Allah ve Rasulü'ne ve Allah ve Rasûlü'nün yolunda olan emir sahiplerine itaat ederler. İşlerini istişare ile yaparlar.

Ucub, kibir, haset, yalan, iftira, riya, ikiyüzlülük, mal-mülk ve makam sevgisi, cimrilik, hayasızlık, kin gibi öncelikle sahibini helak eden, saniyen cemiyeti ifsat eden mezmum ahlâklardan berîdirler. Onlar ahlâk-ı Muhammedî ile tehalluk etmişlerdir. Yalnız Allah’a güvenip dayanırlar, yalnız O’na kulluk ederler. Allah'tan başka kimseden korkmazlar.

Hülâsa onlar İslam’ca düşünür, İslam’ca konuşur ve İslam’ca yaşarlar. Öncümüz, rehberimiz ve tek önderimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Muaz bin Cebel radıyallahu anhın şahsında bütün ümmete yaptığı şu tavsiyelere uyan bir millet nasıl yücelmez ve cennetî bir hayatı nasıl dünyaya taşımaz?

“Ey Muaz! Sana Allah'tan korkmayı, doğru sözlülüğü, ahde vefayı, emaneti edayı, hıyaneti terk etmeyi, komşuyu korumayı, yetime acımayı, yumuşak sözlülüğü, çokça selam vermeyi, iyi hareketi, arzuları kırmayı, imana yapışmayı, Kur'an'ı anlama ve anlatmayı, ahireti sevmeyi, hesaptan korkmayı, mütevazı olmayı tavsiye eder ve seni hikmet sahiplerini azarlamaktan, doğru söyleyenleri yalanlamaktan, günahkâr zalim devlet reisine itaatten, adil reise isyandan, yeryüzünde fesat yaymaktan men ederim. Ve sana, duvar, taş ve ağaç gölgesinde her nerede olursan ol Allah’tan korkmayı, açık günahlarına açık tevbe etmeyi, gizli günahlarına gizli tevbe etmeyi tavsiye ederim.”[4]

Ey Rabbimiz, bizleri bu tavsiyelere uyan kullarından eyle!

 


[1] Buhârî, Hudud 12, Enbiya 54; Müslim, Hudud 8-9; Ebû Dâvud, Hudud 4; Tirmizi, Hudûd 6; İbn Mâce, Hudud 6; Nesâi, Sarik 6; Darimi, Hudûd 5.

[2] İbn Şeybe, Musannef, 7/440; Beyhakî, Şehâdât 39, H. No:21301; Ahmed, Müsned, 2/381 H. No:9187

[3] Suyûtî, Câmiu’l-Ehâdis, el-Mektebetü’ş-Şâmile, 2/88, H. No:959; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/70, H. No:164(Aclûnî, “Senedi cidden zayıftır. Ancak manası ise doğrudur” demektedir)

[4] Beyhaki, ez-Zühdü’l-Kebir, 2/472, H. No: 966; Suyutî, Câmiu’l-Ehâdis, 38/66-67, H. No: 41065; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 1/241

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr