MEFKURE- O Halde Allah Nerede?
Sosyal hadiseler, sosyal çalkantılar zaman zaman kişiyi daraltır, bunaltır. Aile, iş ve çevre ilişkilerinde karşılaştığı olumsuzluklar, ümit ettiği şeyleri elde edememesi, beklemediği olaylarla karşılaşması, kişinin kararlılığı ve istikrarı üzerinde menfi tesirler yapabilir. Ancak inancı ve kişiliği sağlam olanlar, olumsuzluklar ne derece yoğun olursa olsun, sular ne derece tersine akıtılmaya çalışılırsa çalışılsın, ölçüler ve dengeler ne derece tahrip edilirse edilsin, zamane çarkı fazilet adına ne varsa hepsini ne derece öğütmeye çabalarsa çabalasın, yapması gerekeni yapar, durması gereken yerde durur.
Değişen şartlarda değişik düşünce ve fikirlerin, değişik ölçü ve değerlerin oluşması ve dayatılması karşısında, dünyevî mülahazalara dalıp, menfaat ve çıkar hesapları yaparak veya hayâlî engeller üretip, korku çemberi oluşturarak kararlı ve istikrarlı tavrını ve yürüyüşünü değiştirmez. “İnsanlar iyi olursa ben de iyi olurum. İnsanlar kötü olursa ben de kötü olurum diyen şahsiyetsiz” bir kişilik sergileyerek kendini zamane selinin akışına kaptırıp çerçöp konumuna düşmez.
İnsanı insan yapan, onun insanlık onurunu koruyan, hiçbir zaman değişmeyen değerler vardır. Bu değerler İMANÎ ve AHLAKÎ değerlerdir. İmanımızın gereği olarak yapmamız gereken amellerdir. Bu değerleri muhafaza etmek, değişim adına başkalaşmış, kişiliğini ve kimliğini kaybetmiş kişi veya kişilerin kınamasına aldırış etmeden, o değerleri hayatımıza yansıtmak, savunmak insanlığımızın ve kulluğumuzun bir vecibesidir.
Allah Teâlâ her an yaratma halindedir. Kâinat sürekli bir değişim içindedir. İnsan da fizikî, psikolojik ve sosyolojik olarak sürekli değişim yaşamaktadır. Dolayısıyla toplum hayatında da devamlı bir değişim vardır. Bütün bu gerçekler göz ardı edilerek bir hayat tarzı sürdürülemez.
Bu tabii değişimin önünde durmak akıllıca bir iş değildir. Ancak imanî ve ahlakî sapmaları, bir kul olarak yapmamız gereken amelleri küçümsemeyi veya terk etmeyi bir değişim farz ederek bu telakkiye, bu sapıklığa uyum sağlamaya çalışmak fert, toplum ve medeniyetlerin ölümü demektir. Çünkü bu sapmalar bir değişim değil, insaniyetten behîmiyete çark eden bir BAŞKALAŞIM’dır.
“Zamanın gereklerine uymak lâzım. Filan zamanda yaşamıyoruz ki.” gibi düşüncelerle hareket edenler, bu düşüncelerinin arka planındaki niyetlerine ciddi bir şekilde baksınlar. Tabii olan değişimi mi kastediyorlar, yoksa dünyevî çıkar ve menfaatlerinin zarar görmemesi, bir kısım sıkıntılara düşmemeleri için BAŞKALAŞIM’a göz mü kırpıyorlar?
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh şöyle demektedir: “Ashab-ı Kiram sadaka vermek istediğinde, kalbini yoklar, niyetine bakar. Eğer Allah içinse o sadakayı verirlerdi.”
İmanî, ahlakî ve amelî yönden sapıtıp başkalaşanlar kendilerini güya Yaratıcı’nın gözetiminden çıkarıp nefs-i emmârelerinin istediği şekilde yaşamayı çağdaşlık zannederler.
Hz. Abbas radıyallahu anh’ın torunu Süleyman bin Ali: “Tenha bir yerde Allah’a isyan ettiğinde eğer O’nun seni gördüğüne inanarak yapmışsan büyük bir işe cüret etmişsin. Eğer seni görmediğini sanmışsan muhakkak kâfir olmuş olursun.” demektedir.
“Nerede olursanız olunuz, Allah sizinledir.” (Hadid 57/4)
“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16) ayet-i kerimeleri ışığında hareket etmeyen, niyetini, sözünü, amelini bu gerçeğe göre tashih etmeyen kişi ve toplumlar ERDEMLİ bir toplum, ÜSTÜN BİR MEDENİYET oluşturamazlar.
İlâhî kaynaklı olmayan, yani iman ikliminden nasibi bulunmayan düşünce, fikir, iş ve hareketlerin insanlığa verecekleri hiçbir şeyleri yoktur. İnançsızlığın getirdiği başkalaşım, yani imanî, ahlakî ve amelî sapıklık bir toplumun başına gelebilecek en büyük musibettir. Toplumun ilkelleşmesi, behimîleşmesi, tüm erdemlerini kaybetmesi, özünü ve değerlerini kaybedip başkalaşmasıyla olur.
Abdullah bin Dinar şöyle bir hadiseden bahseder: “Ömer bin Hattab radıyallahu anh ile beraber Mekke’ye doğru yola çıktık. Yarı yola vardığımızda orada geceledik. Bu arada Hz. Ömer radıyallahu anh’ın yanına dağdan bir çoban, sürüsüyle inip geldi.
Hz. Ömer çobana: Ey çoban bu sürüden bana bir koyun sat, dedi. Çoban dedi ki: Ben köleyim. Hz. Ömer (çobanı sınamak için): Efendine onu kurt yedi dersin, dedi. Çoban: O halde Allah nerede, diye cevap verdi. Bu söz üzerine Hz. Ömer ağladı. Ertesi gün çobanın efendisinin yanına gitti. Onu satın alarak azât etti ve şöyle buyurdu: “Dünyada şu kelime (O halde Allah nerede?) seni azat etti. Ümit ederim ki bu kelime seni ahirette de azât eder.”
Her türlü kötülüklerden, azgınlıklardan, nefis ve şeytanın esaretinden azat olmak, gerçekten hür olmak, böyle bir iman ve teslimiyetle mümkündür.