Kasım 2016 Metin BAŞBUĞ A- A+
A- A+

Kemale Erdirilmiş Tek Din İslam'dır

İslam’ı anlama, kavrama ve hayata hâkim kılmada, İslamî çalışmalarda, İslamî hareketlerde alınması gereken ilk ölçü “İslam’ı bir bütün olarak algılamak ve İslam’a bir bütün olarak bakmak” ölçüsüdür.

İslam dini, adını Rabbimizin koyduğu, Hz Adem aleyhisselam’dan kıyamete kadar sınırlarını kendisinin belirlediği ve hayata tatbik edilmesinden razı olduğu tek dindir.

“Muhakkak ki Allah indinde din İslam’dır. …” (Âl-i İmran, 19)

İslam dini Son Nebi Hz Muhammed aleyhisselam ve O’na tabi olan ashabının 23 yıllık zorlu mücadelesi, cehdi ve sabrı neticesinde Rabbimiz tarafından kemale erdirilmiştir. Kamil manada yaşanır hale geldikten sonra ümmetin üzerine Rabbimiz nimetini de tamamlamıştır.

“Bugün size dininizi ikmal ettim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’dan razı oldum. …” (Maide, 3)

Kur’an’ın en son indirilen ayetlerinden olan bu ayet nazil olduğu zamanda Müslümanlar, kendileri için kemale erdirilen bu dini hayatlarına eksiksiz tatbik ediyorlardı. Bunun kadar önemli olan husus da bu dini -vazifeli oldukları şekilde- bütün insanlığa ulaştıracak iradeye, iktidara/güce, azme ve sabra sahip hale gelmişlerdi. Allah onlara, bu şekilde yaşadıkları sürece ahiret nimetlerini zaten kazandıklarını, üzerine “dünya” nimetinin de verilerek kendilerine vaat olunan nimetin tamamlandığını müjdeliyordu.

Bundan dolayıdır ki bu ayet Efendimizin dünyadaki “risalet” vazifesinin tamamlandığına da işaret ediyordu. Vefatından birkaç gün evvel ashabına “Kul, Rabbiyle dünya arasında muhayyer bırakıldı. O, Rabbini seçti.” derken kendi tercihini açıklıyordu. Çok değil 10-15 yıllık bir ömür daha ihsan edilse insanlık tarihinde büyük bir fatih, hükümdar olarak da anılabilecek olan bir insan, insanlığa kemale indirilmiş bir din ve tamamlanmış bir nimet bırakarak Rabbine “Kul Peygamber” olarak dönmeyi tercih ediyordu. Kendisine sonsuz salât ve selam olsun.

İslam, tam/kâmil olarak hayata tatbik edildiğinde bu dinin müntesiplerine tarihin her döneminde Allah nimetini de tamamlamıştır. Rabbimiz, önemine binaen Bakara Suresi’nin 47. ve 122. ayetlerinde tekrar ederek İsrailoğullarına önemli bir hatırlatmada bulunur:

“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.”

Biz Müslümanlar da ümmet olarak 1500 yıllık tarihimize baktığımızda zaman zaman âlemlere üstün kılındığımıza, bizden önceki ümmetlerin hatalarını tekrar ederek Allah’ın dinini böldüğümüz, parçaladığımız, hayatımıza tatbik etmediğimiz dönemlerde ise dünya nimetini kaybettiğimize, zilletten zillete sürüklendiğimize şahit oluyoruz. Rabbimiz ahiret nimetini de kaybeden mahrumlardan eylemesin.

Bilelim ki İslam’ı bir bütün olarak görmek, anlamak ve yaşamak kul olmanın, Müslüman olmanın en tabii gereğidir. Onun dışında bir hakikat yoktur. Onun dışındaki bütün sistemler sapıklıktır, zulümdür.

İslam dini mükemmeldir. Kıyamet sabahına kadar insanlığın bütün ihtiyacına cevap verecek, onu huzur ve saadetle yaşatacak ahkâmı hâvîdir.

Yeterlidir, başka dinlerden takviyeye gerek yoktur.

“Kim İslam’dan başka bir din/hayat tarzı ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmran, 85)

Mesele, Allah Teâlâ’nın ikmal edip bizim için beğenerek seçtiği bu dini bir bütün olarak algılamak ve yaşamak. Bunun için ise tam bir teslimiyet, geniş bir bakış açısı ve açık bir ufuk gerekir.

İslam’a bir bütün olarak bakamamak, onu bir bütün olarak algılayamamak ve ondan sadece bir kısmını yaşamayı ve bu hususta titizlik göstermeyi kemâlât zannetmek veya diğer batıl hayat tarzlarını karıştırmak, gerek fertler gerekse cemaatler olarak yapılan İslamî çalışmalarda büyük sıkıntılar doğurmakta, lüzumsuz ve gereksiz münakaşalara, çatışmalara sebep olmaktadır.

Bugün bir kısım Müslümanlar: “Farzlar var, yapmamız gereken çok mühim işler var. İmanı kurtarma zamanıdır. Nafilelerle uğraşacak vaktimiz yok.” gibi ifadelerle İslam’ın yaşantımızda tezahür etmesi gereken bütünlüğüne zarar vermiş oluyorlar.

Bir kısım Müslümanlar arasında da küçük cihad, büyük cihad tartışması yapılmakta, bütünde olan kemâlât ve fazilet bütünden alınarak parçalara verilmek istenmektedir. Bir kısım Müslümanlar kemâlât ve faziletin nefisle cihad etmekte olduğunu ifade ederken diğer bir kısmı da “Düşmanla cihad zamanıdır. Fazilet ve kemâlât düşmanla cihad etmektir.” demektedirler. Elbette nefs ile de cihad edilecek, düşmanla da cihad edilecektir. Her iki cihad da İslam’ın emridir. Her iki cihadı yapmak da Müslüman için farzdır. Her iki cihad da faziletlidir.

Müslüman, İslam’ı bir bütün olarak gündeminde tutacak, gücünün yettiklerini yapacak, güç yetiremediklerini gündeminden çıkarmayacak, onu uygulama ve hayata geçirmenin çarelerini arayacak ve imkân bulduğu zaman yerine getirecektir. Bu kadar açık ve net olan, Kur’an ve Sünnet’te arı duru ifadesini bulan ve Rasulullah aleyhisselam’ın hayatında bütün berraklığı ile tezahür eden böyle bir meselede münakaşa ve cedel etmek, Müslümanlar arasında ihtilaflara sebep olmak anlaşılır bir tavır değildir.

Ashabdan Beşir radiyallahu anh, Rasulullah’a biatını şöyle anlatır:

“Allah’ın Resulü’ne aleyhisselam biat etmek için geldim. ‘Hangi konularda sana biat edeyim.’ dedim. Allah’ın Resulü aleyhisselam elini uzattı, şöyle buyurdu: ‘Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve Resulü olduğuna şahitlik edeceksin. Beş vakit namaz kılacak, oruç tutacak, zekât verecek, hacca gidecek, cihad edeceksin.’

Ben ‘Ey Allah’ın Resulü, bunlardan ikisini yapamam. Biri zekât, on deveden başka bir şeyim yok, nasıl zekât verebilirim? Diğeri de cihad. Ben korkak bir kişiyim. Savaş çıkarsa savaştan kaçacağımdan ve bu yüzden Allah’ın gazabına uğrayacağımdan korkarım.’ dedim. Bunun üzerine Rasulullah aleyhisselam elimi tuttu ve beni sarstı, sonra şöyle buyurdu: ‘Sadaka verilmeyecekse, cihada gidilmeyecekse cennete ne ile ve nasıl girilir?’ Ben de ‘Ya Rasulullah, uzat elini sana biat edeyim.’ dedim. Elini uzattı ve ben O’nun aleyhisselam dediği bütün hususlara uyacağıma dair kendisine biat ettim, söz verdim.”

İslam dini, İtikad (İnanç sistemi), İbadet (Kulluk görevleri), Muamelât (Hukuk sistemi), Ukûbat (Cezalar) ve Ahlâk esaslarıyla bir bütündür. Bunlardan bir tanesi bile dinin içerisinden çıkarıldığında Allah’ın koyduğu ve razı olduğu sınırlara müdahale edilmiş demektir.

İslam’ın hükümlerinin birbirinden ayrılmaz ve parçalanmaz bir bütün olduğunu ve bunlardan bir tanesinin bile inkâr edilmesi halinde tümünün inkârının kabul edildiği ve böylece bunu yapan kimsenin İslam dininden uzaklaştığını mü’min olan herkes bilir. Kur’an’ın bütün hükümlerine gönülden inanıp, tam olarak bağlanmak ve onları yaşamın ilgili alanında uygulamak da aynı şekilde bir zorunluluktur. İslam, zaman ve mekânın dar sınırları içine de sıkıştırılamaz. O, yalnızca belirli bir zamanda ve mekânda uygulanmak, diğer zaman veya coğrafyalarda uygulanmamak gibi bir noksanlık içinde de değildir. İslam, bütün zamanların ve bütün mekânların sistemidir. İslam’ın hükümleri öyle düzenlenmiştir ki, zamanın ilerlemesi, mekânların değişmesi onu etkilemez ve yeniliğini yıpratmaz. Genel kurallarının, ana esaslarının değişmesi asla söz konusu değildir. İslam’ın kaynağı, her zaman Hayy (diri) ve Kayyum (sürekli uyanık) olan ve evrenin bütün ömrünü ve sonunu bilen Allah azze ve celle’nin kendisidir.

“Yoksa siz o kitabın (Kur’an’ın) bir kısmına inanıyor da, bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında rezillikten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de onlar azabın en çetinine itileceklerdir.” (Bakara, 85)

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr