Eylül 2024 Mehmet ŞENTÜRK A- A+
A- A+

KAPAK- Yahudilerin Medine’den Çıkarılma Süreci

Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinde meskûn olan Yahudiler, kendi kutsal kitaplarında gönderileceği bildirilen bir peygamberin geleceği müjdesini veriyorlardı. Bu beklenti, Yahudilerde putperest Araplara karşı egemen olacakları düşüncesini yerleştirmişti. Peygamber, Arapların içinden çıkınca hayal kırıklığına uğrayan Yahudiler, gurur ve kıskançlıklarının kurbanı olmuşlar, Son Peygamber’e (s.a.v) imana yanaşmamışlardı.

Medine şehri, Müslümanlarla beraber Yahudiler, müşrikler ve az da olsa Hıristiyanların birlikte yaşadıkları renkli bir yapı sergiliyordu. Medine’de yaşayan Yahudileri, öne çıkan üç büyük kabile teşkil ediyordu. Bunlar Benî Kaynuka, Benî Nadir ve Benî Kureyza idi. Peygamber (s.a.v), şehrin emniyeti için farklı kabile ve dinî unsurlardan oluşan bu toplumsal yapının öncelikle siyasî ve idarî açıdan belli bir düzene kavuşturulması gerektiğini düşünüyordu. Bu maksatla hicretin hemen ardından muhacirlerle ensar arasında bir kardeşlik anlaşması yaptıktan sonra Yahudilerin de taraf olduğu bir başka antlaşma yapmış ve bu antlaşmanın maddelerini yazıya geçirmiştir.

Medine Vesikası olarak bilinen bu antlaşmayla Yahudiler, toplumun bir parçası kabul edilmiş, diğer unsurlarla beraber onların da dinî, toplumsal ve hukukî hakları güvence altına alınmıştır. Yapılan anlaşmadan sonra Medine’de, sayıları az da olsa, din adamlarından Abdullah b. Selâm gibi kimi Yahudiler, İslâm’ı kabul etmiş, kimileri çekimser kalmış, kimileri de İslâm’a karşı tavır alıp Müslümanlar aleyhine çalışmalar yapmaktan geri durmamıştır.

Müslümanların Mekkeli müşriklere karşı Bedir’de önemli bir zafer kazanması Yahudileri tedirgin etmişti. Zira bu zafer, Müslümanların Medine’de ciddi bir güç olduklarını ispatlamıştı. Biliyorlardı ki artık ekonomik güçleri ve nüfuzları tehlikeye girmiş, uzun yıllardır şehir halkına reva gördükleri sömürünün sona ermesinden endişe ediyorlardı. İşte bu endişeyle Kâ’b b. Eşref gibi kimseler her fırsatta Müslümanlar aleyhine tezvirat yapmaya, insanları kışkırtmaya başladılar.

Onların bu rahatsızlığının farkında olan Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şehirde sükûneti bozmamaları konusunda onları her fırsatta uyarıyordu. Bedir’den zaferle döndükten sonra onları Benî Kaynukâ çarşısında toplayarak kendilerini İslâm’a davet etmişti. Fakat onlar bu davete; "Ey Muhammed! Kureyş’ten savaş bilmeyen tecrübesiz bir toplumla savaşmış olman seni aldatmasın. Eğer sen bizimle savaşsaydın, bizim nasıl bir topluluk olduğumuzu ve bizim gibi bir cemaatle hiç karşılaşmamış olduğunu anlayacaktın." diye cevap verdiler.

 

Benî Kaynuka

İlişkiler gittikçe bozuluyor ve Yahudilerin taşkınlıkları sürekli artıyordu. Bir gün Müslüman bir kadın, alışveriş yapmak üzere Kaynuka çarşısındaki bir kuyumcu dükkânına girmişti. Burada Yahudi gençler kadına örtüsünü açması için tacizde bulundular. Kadının direnmesi üzerine de kuyumcu ona bir oyun oynayarak örtüsünün açılmasına sebep olmuştu. Yahudiler bu olaya gülerken savunmasız hâldeki kadın çığlık atıyordu. Bu sesleri duyan bir sahâbî hemen olaya müdahale ederek kuyumcuyu öldürdü, kendisi de şehit edildi. Bu olay, bardağı taşıran son damla olmuştu. Kaleleri sahabeler tarafından muhasara altına alınan Kaynukalılar, on beş gün süren kuşatmanın ardından teslim oldular ve Müslümanlarla yaptıkları antlaşmaya ihanet edip kan akıttıkları için Medine’den sürüldüler.

 

Benî Nadir

Kaynuka Yahudilerinin sürgün edilmesi, Müslümanlarla Yahudiler arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesine neden olmuş ve onların Müslümanlara karşı gösterdikleri tepki daha farklı boyutlara ulaşmıştı. Örneğin, Nadîroğulları’ndan şair Kâ’b b. Eşref, Hz. Peygamber’e (s.a.v) ve Müslümanlara karşı duyduğu kin ve öfkeyi şiirlerinde hakaret boyutuna kadar vardırmış, iffetli Müslüman kadınları şiirleriyle rencide etmeye başlamıştı. Bununla da kalmayıp ezelî düşman Mekke müşrikleriyle işbirliğine kalkışmış ve onları Müslümanlara karşı savaşmaları için kışkırtmıştı. Daha da ileri giderek Hz. Peygamberimize (s.a.v) suikast planı yaptılar. Hz. Peygamber (s.a.v) Nadîroğulları’nın kendisini öldürmek istediklerini ashâbına bildirerek hazırlık yapmalarını söyledi. Muhammed b. Mesleme’yi de elçi olarak gönderip antlaşmaya ihanet ettiklerini, ahde vefa göstermediklerini ve on gün içerisinde Medine’yi terk etmeleri gerektiğini bildirdi.

Yahudiler ihanetin bedelini ödemeye hazırlanıyorlardı ki münafıkların reisi Abdullah b. Übey onlara haber göndererek yurtlarını terk etmemelerini, savaşmaları durumunda onlarla birlikte savaşacaklarını söyledi. Bunun üzerine Müslümanlara karşı şiddetli düşmanlığı ile tanınan Yahudi lideri Huyey b. Ahtab, Peygamber Efendimize (s.a.v), "Yurdumuzu terk etmiyoruz. Elinden geleni ardına koyma!" diyerek savaşmak istediklerini bildirdi. Resûlullah (s.a.v) de Benî Nadîr’i kuşatma altına aldı. Hicretin dördüncü senesinde on beş gün süren kuşatma sonrasında, Abdullah b. Übey tarafından vaat edilen yardımın gelmemesi üzerine Yahudiler teslim olmak zorunda kaldılar.

Yapılan anlaşma gereğince taşınır mallarını, hanımlarını ve çocuklarını yanlarına alarak Medine’yi terk ettiler. Kur’ân-ı Kerîm’in Haşr sûresi, Benî Nadîr Gazvesi üzerine nâzil olmuştur. Burada, Yahudilerin yurtlarından çıkarılmalarının ve Müslümanların elde ettikleri başarının Allah’ın izni ve inayetiyle gerçekleştiği, ne Müslümanların ne de Yahudilerin bunu daha önce hiç beklemedikleri belirtilirken, yaşanan olaydan mutlaka ders alınması gerektiği ifade edilmektedir. Ayrıca vefasızlık ederek yeminlerini bozmuş, inanç ve değerlerine bağlılıklarını yitirmiş böylesi bir topluluk için âhirette de ağır bir cezanın olduğu vurgulanmaktadır.

 

Benî Kureyza

Medine şehrinde kalan tek Yahudi kabilesi olan Kureyzaoğulları da anlaşmaya ihanet ettiler. Müşrikleri savaşa teşvik eden Nadîroğulları reisi Huyey b. Ahtab, Kureyzaoğulları’nı kandırmayı başarmış, onlar da Müslümanlarla olan antlaşmalarını bozarak savaşa katılmaya karar vermişlerdi. Bu maksatla kalelerini güçlendiriyor, yollarını onarıp hayvanlarını topluyorlardı. Durumu öğrenen Resûlullah, kendilerine Sa’d b. Muâz, Sa’d b. Ubâde ve Üseyd b. Hudayr’ı göndermiş, ancak Kureyzaoğulları onların barış teklifine yanaşmayarak ahitlerine geri dönmemekte ısrarlı olduklarını bildirmişlerdi.

Kureyzaoğulları, Müslümanların en zor zamanında, Hendek Harbi esnasında onlara ihanet ederek düşmanla işbirliği yapmanın cezasını çekmeliydi. Bu nedenle Resûlullah (s.a.v), Hendek Savaşı biter bitmez herkesin hazırlanmasını isteyerek, "Hiç kimse Kureyza yurduna varmadan ikindi namazını kılmasın!" direktifini vermişti. Yahudilerin kaleleri kuşatılmış ve çok geçmeden teslim olmuşlardı. Kureyzalılar, kendilerine verilecek ceza konusunda eski müttefikleri Evs kabilesinin reisi Sa’d b. Muâz’ın (ra) belirleyeceği karara razı olacaklarını bildirdiler.

 

Muâz da "Savaşçı erkeklerin öldürülmesine, kadınların ve çocukların esir alınmasına, mallarının (Müslümanlar arasında ganimet olarak) bölüştürülmesine" karar vermişti. Hz. Peygamber (s.a.v) Sa’d’ın bu kararını, "Allah’ın hükmüne uygun karar verdin." sözleriyle takdir etmişti. Sa’d’ın Yahudiler hakkında vermiş olduğu bu karar, Tevrat’ın ilgili hükümlerine de uygun düşmekteydi. Böylelikle Medine’de ahitlerine sadakatsizlik ederek şehrin huzur ve güvenini bozmaya çalışan unsurlar tümüyle etkisiz hâle getirilmişti.

Ancak yine de Medine’de kalan ve herhangi bir siyasî eyleme katılmayan, sadece ticaretiyle uğraşıp sükûnetle yaşayan Yahudiler de vardı ki bunlar, Müslümanlarla uyum içinde kalmaya devam etmişlerdi. Onlara hiçbir şekilde baskı yapılmadığı gibi, aksine Peygamber Efendimiz (sas) her yıl elde edilen hediye ve ihsanlardan onları da faydalandırmıştı.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr