KAPAK- İslam Tarihinin Dönüm Noktası “Hudeybiye”
Her şeyin geride kaldığı, yeni bir başlangıcın söz konusu olduğu anlar vardır. Bu süreç, çoğu zaman, üzerinden belirli bir vakit dilimi geçince anlaşılabilir. Bu özel durumlar için “dönüm noktası” ifadesini sıkça kullanırız. İslam tarihinde bu ifadeyi kullanabileceğimiz birçok farklı olay yaşanmıştır. Hudeybiye’nin bunu fazlasıyla hak ettiğini söyleyebiliriz.
Müslümanlar, müşriklerle zorlu bir mücadeleye girişmiş, Medine’de zorlu yıllar geçirmişlerdi. Hendek’ten sonra savunma dönemi geride kalmış, saldırı dönemi başlamış, lakin müşrikleri yok edecek güce henüz ulaşılamamıştı. Savaştan sonra çeşitli seriyyeler yapıldı. Bu icraatların sonrasında Peygamberimiz (s.a.v) yanına aldığı 1500’e yakın sahabi ile umre yapmak üzere Mekke’ye doğru harekete geçti.
Hz. Peygamber’in bu hamlesi müşrikleri zor durumda bırakmış ve sıkıntılı bir ikilem içerisine sokmuştur. Çünkü müşrikler, Müslümanların Mekke’ye girmelerine izin vermeleri durumunda kendilerinin prestijinin sarsılacağına ve bunun bir zorlamayı kabul ettikleri anlamına geleceğine inanıyorlardı.
Diğer taraftan onlara engel olmaları da diğer Arap kabileleri nezdinde onları haksız duruma düşürecekti. Kabe’yi ziyarete gelen kim olursa olsun Kureyş onlara mani olamazdı. Bunun aleyhinde yapacakları her davranış onların meşruiyetlerini sarsardı. Büyük liderler savaşı ya da krizi başlatır, sonuca veya büyük dönüşümlere ulaşmayı başarır. Peygamberimiz (s.a.v.) bu dahiyane hamlesini yanına silah almadan başlatmış, barış isteyen tarafta yer aldığını deklare ederek harekatın meşruiyetini teminat altına almıştır. Menfi her karşılık onu haklı kılacaktı böylece.
Rasulullah (s.a.v) harekâtın başından itibaren Mekke’yi fethetme gibi bir düşünceye kapılmadı. O, fethin işgal yoluyla yapılmasından yana değildi. Fethin bir gün muhakkak gerçekleşeceğine emindi. Sabırla ve metanetle planladı tüm yapacaklarını. Anlık heyecanlara kapılarak hata yapmıyor, Müslümanları ve İslam’ı tehlikeye atmıyordu.
Harekât neticesinde müşrikler ne yapacaklarını kararlaştırmak üzere Darunnedve’de toplandılar. Karşılıklı gönderilen temsilciler aracılığı ile anlaşma yolları aranmaya başlandı. Peygamberimiz bu müzakereler esnasında barışçıl bir metot izlemiş, bu konuda ilkeli tutumundan asla taviz vermemişti. Karşı tarafta savaş isteyen ve kendilerini ortadan kaldırmak için fırsat kollayan düşman varken onları barışa zorlayan bir siyaset güdebilmek kolay bir iş değildi.
Peygamberimiz (s.a.v) savaşmaya gelmediklerini, maksatlarının tavaf olduğunu Kureyş’e açık biçimde ifade etti. Bununla da kalmayarak, engellenmeleri halinde savaşa hazır olduklarını da karşı tarafa bildirdi. Onlara ateşkesin iki taraf için de hayırlı olacağını salık verdi. Yaptığı konuşmalarla sadece ümmetini değil, müşrikleri de bir noktaya doğru sürüklüyordu. Ne yapacağını bilemeyen Kureyş, Rasulullah’ın istediği noktaya geliyordu.
Peygamberimiz (s.a.v) bu hamle ile Müslümanların toparlanmasının hesabını yapıyor, diğer Arap kabilelerine davet ulaştırmayı da hedefliyordu. Kureyş de yeniden toparlanma için barışı bir fırsat olarak görüyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) son derece pratik ve dengeli davranıyor, ilkeli tutumundan asla taviz vermiyordu. Peygamberimiz de karşı tarafın nabzını ölçmek ve onları barışa zorlamak için temsilci yolladı. Hz. Osman bu zorlu görevi ifa etmek üzere yola çıktı. Bu kertede Peygamberimiz (s.a.v) zaten zor durumda olan, karar alma mekanizması çöken Kureyş’e karşı dehşet veren bir hamle yaptı. Derhal tüm sahabeleri etrafına topladı, onların biatını kabul etti ve savaşa hazır olmalarını söyledi.
Rasulullah bu aşamaya kadar tüm süreçte oldukça proaktif bir siyaset gütmüş, sürecin kendi isteği doğrultusunda yürümesini sağlamıştır. Müslümanların savaşa hazırlandığına dair haberin Mekke’ye ulaşması çok uzun sürmedi. Kureyşliler diplomatik yönü en ağır basan üyelerini sahaya sürdü. Bu isim Süheyl b Amr’dı. Devletlerarası anlaşmalara giden Süheyl’in devreye girmiş olması, Peygamberimizi de sevindirdi. Zira Süheyl’in gelmesi Müslümanların ilk kez Kureyş tarafından tanınması anlamına geliyordu. Henüz anlaşma imzalanmadan büyük bir kazanım elde edilmişti.
Mekkeli müşriklerin bütün odak noktası, bu yıl Müslümanların Kabe’yi ziyaret etmesini engellemek üzerine idi. Tüm stratejilerini bunun üzerine kurdular. Bu sığ bakış onların ufkunu köreltmişti. Kısa vadede istediklerini elde etme olanağına sahip olsalar da uzun vadede kaybeden müşrikler, kazanan Müslümanlar olacaktı.
Süheyl anlaşma yapılırken birçok noktada itiraz etmiş ve zorluk çıkarmıştır. Buna karşın Peygamberimiz (s.a.v) son derece sabırlı davranmıştır. Birçok noktada Süheyl’in isteklerini kabul etmiştir. Rasulullah’ın bu müşfik tutumu esasında, kimsenin öngöremediği gidişatı çok önceden düşünmüş olmasından kaynaklanıyordu. Anlaşmayla birlikte Müslümanlar kesin olarak tanınmış olacaktı. İki taraf arasında kabul edilen 10 yıllık sulh dönemi İslam’ın yayılmasına olanak sağlayacaktı. Bununla birlikte Mekke’yi emniyete alan Müslümanlar diğer sorunlara da eğilme imkânı elde edecekti.
Hudeybiye Anlaşması’nda Allah Rasulü, Medine’de kurulan İslâm Devleti’nin başkanı olarak, akide ve şer’î hükümlerden taviz vermeden müşriklerin devleti ile anlaşma imzaladı. Anlaşma maddelerinden en dikkat çekici olanı, karşılıklı iade ile ilgili olanıydı. Ebu Cendel’in iadesi de bu anlaşmanın akabinde gelişen bir hadise olarak cereyan etti. Buna karşın Allah Resulü (s.a.v) ilkeli tutumunu hiç bozmadan bu maddeye de harfiyen uymuştur.
İade anlaşmasıyla Mekke’ye gitmek durumunda kalan Müslümanlar, Mekke’de 70 kişiye kadar ulaştı ve Mekke kervanlarına saldırdı. Müşrikler bu olayların akabinde anlaşmanın bu maddesinin iptalini talep etse de Hz. Peygamber bunu reddetti. Düşmanla bir antlaşma yaptığı zaman daima verdiği sözlere sadık kalmış ve bazen kendisini üzecek neticelerle karşılaşsa da ilkelerden ayrılmamıştır. Gerek Ebu Cendel olayı gerekse buna benzer olaylar, Müslümanlar üzerinde menfi tesir yapmış, onları oldukça hüzünlendirmişti.
Bir de tavaf yapamadan Medine’ye dönmek, Müslümanları oldukça üzdü. Dönüş yolunda iken Fetih suresi nazil oldu. “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.” Burada yer alan “apaçık fetih” “fethan mubîn” çok önemli bir ifadedir, çünkü hiçbir fetih bu nitelemeye mazhar olamamıştır, çünkü bu fetih sadece toprak fethi değildi. Gönüllerin fethi idi.
Anlaşmanın getirdiği barış ortamı İslam’ın gelişip büyümesi açısından fevkalade olumlu bir ortam hazırladı. Bereketli geçen süreçte Müslümanların sayısı nerdeyse 10 kat artmıştı. Müslümanlar çok geçmeden bu siyasetlerinin meyvesini toplamaya başlamışlar, bütün maddelerin Müslümanların lehine döndüğünü ve Hudeybiye’nin aslında ne kadar büyük bir zafer olduğunu görmüşlerdir. Üstelik bu zafer hiç kan dökmeden kazanılmıştır.