KAPAK - Hz. Musa Aleyhisselam ve Hz. Hızır Aleyhisselam Kıssası
İlim öğrenme isteği, sabır, tevekkül, merak, zulmün karşısında durma, olayların ardındaki sır… Birçok konuda bize örnek olan bir kıssa… Hz. Musa aleyhisselam ile Hz. Hızır aleyhisselam’ın kıssası.
Musa aleyhisselam: Ya Rabbi! Kulların içinde benden daha alimi varsa bana göster dedi.
Allah Teâlâ: Evet, senden daha alimi var buyurdu.
Musa aleyhisselam: Öyleyse onu nerede arayayım dedi.
Allah Teâlâ: İki denizin birleştiği yerdeki kayanın yanında, balığı kaybettiğin yerde buyurdu.
Hani atalarımız demiş ya bin biliyorsan da yine de bir bilene sor diye. Burada da sanki böyle bir durum var. Alim olan Allah’tır, kullarsa Allah’ın ilminden kendilerine ne kadar düştüyse o kadarına sahiptir. Yani kimse tam manasıyla ilimlerin hepsine sahip olamaz. Herkesin bilmediği bir yerler, bir şeyler vardır. Bu kişi peygamber olsa bile.
Burada da bu durumla karşı karşıyayız. Allah Teâlâ, Hz. Musa aleyhisselam’a bir ilim öğretmiştir. Hz. Hızır aleyhisselam’a da bir ilim öğretmiştir. Hz Musa aleyhisselam bin bir türlü imtihan yaşayıp her birinden farklı dersler çıkarıp farklı ilimler öğrendiği halde yine de ilim sevdasından vazgeçmemekte ve kendisinden farklı bir ilme sahip olan Hızır aleyhisselam’a arkadaşlık etmek isteyip onun ilminden de faydalanmak istemektedir.
Hz. Musa aleyhisselam’ın Hızır aleyhisselam’ı bulacağı yerin tam olarak belli olmaması da bize ilmin sabır gerektirdiğini, aynı zamanda bir arayış içerisinde olmamız gerektiğini öğretmektedir. Yine buradan çıkaracağımız bir diğer ders, ilim yolunda tevekkül göstermenin çok önemli olduğudur.
Musa aleyhisselam bir balık aldı ve onu bir zembil içine koydu. Musa, genç adamına demişti ki: “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim yahut senelerce gideceğim.” Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.
İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman Musa, genç arkadaşına: “Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. Genç: “Gördün mü, dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti.”
Musa da demişti ki: “İşte aradığımız o idi.” Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler. Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Musa ona: “Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. (Hızır) Dedi ki: “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin. İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?”
Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim” dedi. (Hızır) dedi ki: “O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!”
Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: “Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.”
(Hızır:) “Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi. Musa dedi ki: “Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.” Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa: “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın” dedi. (Hızır) Dedi ki: “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” (Musa) Dedi ki: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.
Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: “İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi. Hızır dedi ki: “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.”
“Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.”
“Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin.”
“Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur.”
Bu kıssadan kendimize çıkaracağımız hisseleri şöyle özetleyebiliriz:
- Peygamberler ilim sevdalısı insanlardır. İlim; çaba, gayret, sabır, tevekkül gerektirir. Kendisine kitap verilmiş bir peygamber bile ilim yoluna hiç vakit kaybetmeden çıkıyorsa bizim dönüp kendimize bir bakmamız, çeki düzen vermemiz, üzerimizdeki miskinliği atıp harekete geçmemiz gerekmektedir.
- Bizim şer olarak gördüğümüz şeylerde nice hayırlar vardır.
- Hz. Musa’nın Hızır aleyhisselam’a karşı çıkması onun ilminin gerektirdiğidir. Bizlerin de bir kötülük gördüğümüzde bunu düzeltmek için var gücümüzle çalışmamız gerekmektedir.
- Başımıza gelen olaylara sabretmemiz gerekmektedir.
- Üç gülük dünya hayatını Allah’ın rızasına uygun yaşayıp sonsuz rahmete kavuşmak için çaba sarf etmemiz gerekir.
Vel hâsılı kelam; Azim, Çaba, Gayret Sabır, Tevekkül bizden, Takdir ve Tevfik Allah’tan.
Selam ve dua ile…
Kaynakça
Kehf, 18/60-82
Buhari, İlim 44