KAPAK- Hendek Savaşı
Hendek Savaşı, Hz. Peygamber'in Bedir ve Uhud savaşlarından sonraki üçüncü büyük savaşıdır. Düşman ordusu, Mekkeli müşriklerden, bazı Yahudi gruplarından ve diğer kabilelerden meydana geldiği için bu mücadeleye kabileler topluluğu manasında “Ahzab Gazası”, Medine’nin kuşatılması sebebiyle “Medine Muhasarası”, Medine’nin etrafına kazılan hendekten dolayı “Hendek Gazâsı” gibi isimler verilmiştir.
İslam’ı yok etmek ve Hz. Peygamberi ortadan kaldırma hevesiyle yanıp tutuşan Kureyşliler, müşrik Araplar ve Yahudiler ilk kez üçlü bir ittifak oluşturdu. Kureyşli müşrikler, Yahudilerin de desteğiyle Arap Yarımadası’nın bütün güçlerini Müslümanlara karşı birleştirdiler. Bundan dolayı Hendek Gazvesi, Kur’an-ı Kerim’deki bir sureye de adını veren Ahzab (Gruplar) adıyla da anıldı.
Ebu Süfyan’ın komutasında toplanan ve sayıları 10.000 kişiyi bulan müşrik ordusu, Müslümanların vatanı olan Medine’ye doğru hareket etti. Savaştan önce Müslümanlar, düşmana karşı teyakkuz halindeydiler. Bu sebeple düşmanın her bir faaliyeti takip ediliyordu. Alınan bilgiler doğrultusunda Resulullah (s.a.v.) müdafaa için gerekli çalışmaları başlattı ve sahabeyle istişare etmek için bir toplantı yaptı.
Sahabelerden Selmân-ı Fârisî; “Yâ Resulullah! Bizim İran diyarında bir şehre düşman hücum ettiği zaman, müdafaa için şehrin etrafına hendek kazmak adettir. Medine’nin müdafaası için biz de hendek kazalım.” dedi. Selmân-ı Fârisî’nin bu teklifi beğenilip kabul edildi. Hendeğin kazılacağı yer tespit edilip hendek açmak ve savaşmak için gerekli malzemeler toplatıldı.
Resulullah (s.a.v.) stratejik bir yer seçti: Sırtını Sel Dağı’na veren bir ordu, gelebilecek taarruzlara karşı güven içinde olacaktı. Bu minvalde Resulullah da (s.a.v.) İslam ordusunun sırtını Sel dağına dayamak ve orduyu bu şekilde konumlandırmak istiyordu. Bu yerin seçilmesi son derece isabetli olmuştu. Medine’nin kuzey tarafı açıktı, düşman Medine’ye oradan rahatça girebilirdi. Diğer yönler ise düşmanın girmesine uygun değildi, korunaklıydı. Diğer taraflar da sık hurma ağaçlarıyla kaplı doğal bir kale gibiydi.
Peygamber efendimiz de hendeğin kazılmasında çalıştı. Günlerce aç kaldıkları oldu. Bizzat Resulullah efendimizin, açlığını bastırmak için mübarek karınlarına taş bağladıkları görüldü. Hendek kazıldığı sırada hava soğuktu, sert bir şimal (kuzey) rüzgârı esiyordu. Kazma işi zaman zaman oldukça zorlaşıyordu. Çıkan büyük kayaları parçalamak oldukça zordu. Bir gün, çıkan büyükçe bir kayayı parçalayamayan ashab-ı kiram, Peygamber efendimizden yardım istemişti. Hendekte çıkan bu büyük kayayı Resulullah üç vuruşta parçaladı.
İlk vuruşunda tekbir getirerek; “Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!” buyurdu. İkinci vuruşta; “Kisrânın (İran’ın) köşklerini görüyorum!” buyurdu. Üçüncü vuruşta da yine tekbir getirerek; “San’a’nın kapılarını görüyorum, bana Yemen’in anahtarları verildi!” buyurdu. Böylece Müslümanların ilerde buraları fethedeceğini müjdeledi. İki hafta içinde hendek tamamlandı. İslam ordusu da üç bin kişilik bir ordu hâlinde düşmanın geçme ihtimâli olan yerleri tuttu. Yol boyunca da rastlanılan alçak tepelere, keşif ve gözcü birlikleri konuşlandırıldı.
Hendek taktiği Araplar tarafından bilinmiyordu. Hendeği gören müşrikler şaşırdılar ve ne yapacaklarını bilemediler. Planları alt üst olmuştu. Hendekler, düşman atlısı dörtnala gelse bile aşamayacakları genişlikte kazılmıştı. Derinliği ise içine bir asker düşmesi ya da girmesi durumunda buradan kaçıp kurtulamayacağı şekilde ayarlandı.
Savaş fiilen başlamış olsa da aradaki hendek engelinden dolayı yüz yüze çarpışmalar gerçekleşmiyordu. Taraflar birbirlerine ancak uzaktan ok atabiliyorlardı. Hendeği aşma gayretine giren müşrikler ise hemen ok yağmuruna tutulup geri püskürtülüyordu. Savaşın gidişatı Müslümanların lehine ilerliyordu. Müşrik tarafın erzakı gün geçtikçe azalıyor, sabırları da tükeniyordu. Şehri ele geçirme ümitleri tahmin etmedikleri bir şekilde kaybolmuştu.
Hendeği geçemeyeceğini anlayan düşman, çeşitli yollar aradı. O sırada Müslümanlarla anlaşma hâlinde bulunan Medine’deki Benî Kureyza Yahudileri, müşriklerin teklifi üzerine onlarla işbirliği yaparak Müslümanları arkadan vurmaya kalkıştılar. Peygamber efendimiz bu durumu öğrenince, Sa’d bin Muaz başkanlığında bir heyeti Benî Kureyza Yahudilerine gönderdi. Bu işten vazgeçmedikleri takdirde, daha önce ihanet eden Benî Nâdir Yahudilerinin durumuna düşecekleri bildirildi ise de kabul etmediler.
İslâm ordusu, bir taraftan hendek hattını koruyor, bir taraftan da Medine içinde bulunan ve anlaşmayı bozan Benî Kureyza Yahudilerinin yapabileceği baskını devriyelerle önlemeye çalışıyordu. Benî Kureyza Yahudilerinin baskınına uğramadan sabaha çıkıldığı zaman, mü’minler rahat bir nefes alıyorlardı. Hazret-i Ebûbekir: “Medîne’de çoluk-çocuğumuz hakkında Benî Kureyza’dan duyduğumuz korku, Kureyş ve Gatafân ordularından duyduğumuz korkudan daha fazla idi. Zaman zaman Sel Dağı’nın tepesine çıkıp Medine evlerine bakar, onları sükûnet ve huzur içinde gördükçe Allah’a hamd ve şükrederdim!” demiştir.
Müşrik topluluğunun Medine kuşatması yaklaşık bir ay sürdü. Müşrikler bir gün, Allah Resul’ünün bulunduğu yere olanca güçleriyle hücum ettiler. O gün Peygamberimiz de ashâb-ı kiram da namazlarını kılmaya fırsat bulamadılar. Akşam olup ordular yerlerine çekilince Resulullah, Hazret-i Bilâl’e ezan okumasını emretti. Her namaz için kâmet getirterek öğle, ikindi ve akşam namazlarını kaza ettirdi. Buna çok üzülen Resulullah, hakkında “gözümün nuru” buyurduğu namaz ibadetinden kendilerini alıkoyan müşrikler için: “Onlar nasıl güneş batıncaya kadar bizi meşgul edip namazdan alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına, kabirlerine ateş doldursun!” diyerek beddua etti.
Savaşın sonlarına doğru müşrik ordusunun morali Müslümanların müthiş direnişi karşısında oldukça bozulmuştu. O sırada birden bire soğuk ve şiddetli bir fırtına çıktı. Düşmanın ordu merkezi alt üst oldu. Gece karanlığı basınca, rüzgârın şiddetiyle her şeyin darmadağın olduğunu gören düşman, dehşete kapıldı. Müşrik ordusunun başı Ebu Süfyan, daha fazla dayanamayıp çekilmeye karar verdi. Paniğe kapılan ordusu da her şeyini bırakarak savaş meydanını terk etti.
Bütün güçleriyle her türlü zorluğa katlanarak Allah yolunda cihâd eden ashâb-ı kirâma, Allah Teâlâ’nın yardımı ulaştı ve düşmanlar perişan oldu. Bu hâdise, Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle bildirilmektedir: “Ey îmân edenler! Allah Teâlâ’nın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayınız. Hani size (Hendek Savaşında) ordular saldırmıştı da biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik…” (Ahzâb sûresi: 9)
Savaş sırasında Müslümanlara ihanet eden ve Beni Kureyza Yahudilerinin suçlu görülen erkekleri öldürüldü. Geri kalanlar da Medine’den çıkarıldı.
İslam ordusunun kazandığı bu zaferle beraber artık Arap yarımadasında bulunan bütün İslam düşmanları saldırı güçlerini kaybetmişler ve İslam ordularının İslam’ı yaymak adına taarruz faaliyetleri başlamıştır.
Bu savaş, İslam düşmanlarının birbirlerinin dostu olduklarının, Müslümanları yok etmek için her türlü koşulda hiçbir değer tanımadan bir araya gelebileceklerinin göstergesidir, küfrün tek bir millet olduğunun belgesidir.
Hz. Peygamberin hendek kazarken çıkan kayayı parçaladığında verdiği müjdeler Müslümanların çalışma azmini artırdığı gibi bu müjdelerin gerçekleşmesi de Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu gösteren delillerdendir.
Hendek Savaşı, Yahudilerin güvenilmez bir topluluk olduğunun açıkça görüldüğü olaylardan birisidir. Bu savaş, Yahudilerin, Medine Sözleşmesini imzalamalarına rağmen bırakın Medine’yi savunmayı, kendilerini koruyan Müslümanlara saldıracak kadar aşağılık olduklarını ispat ettikleri bir savaştır. Günümüzde Filistin’de çoluk-çocuk demeden yapmış oldukları soykırımların nedenlerinden birisinin, Hendek savaşında Müslümanlara ihanet ederek cezalandırılan dedelerinin intikamını almak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.