Ocak 2019 Zeki SOYAK A- A+ Sesli Dinle    |  
Sesli Dinle    A- A+

İLMİHAL-VAKIFLAR (1)

Vakıf; bir kimsenin ev, tarla, bağ, bahçe, kitap gibi mülkiyetinde olan bir malı, kendi mülkiyetinden çıkarıp fakirlere, ihtiyaç duyulan hizmetlere, hayır müesseselerine tasadduk etmesidir. Vakfedilen bir mülk, vakfedenin mülkünden çıkıp, Allah için vakfedildiğinden, satılması, bağışlanması ve varislere miras malı olarak taksim edilmesi asla caiz değildir.

 

Ulûl azm peygamberlerin ikincisi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cedd-i âlâsı Hz. İbrahim aleyhisselam’ın pek çok vakfiyesi vardır. Bu vakfiyeler zamanımıza kadar ulaşmıştır. Peygamber Efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de Medine-i Münevvere’de bulunan bir kısım mülkünü vasiyet yoluyla vakfetmiştir.

 

Hz. Ömer radıyallahu anh, Hayber’de bulunan Kasm adındaki çok kıymetli hurma bahçesini, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiyesi üzerine vakfetmiştir. Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ali radıyallahu anhüm’ün ve diğer varlıklı sahabelerin çeşitli vakıfları olmuştur. Câbir radıyallahu anh, mal sahibi olan bütün muhacir ve ensarın muhakkak vakıflarının olduğunu ve muhakkak tasaddukta bulunduğunu rivayet etmektedir.

 

Nasıl vakfetmesinler ve nasıl mallarını Allah yolunda infak etmesin, tasadduk etmesinler ki? Allah celle celaluhu, takva sahibi gerçek mü’minlerin vasıflarını: “O takva sahipleri bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler.” (Âl-i İmran, 134) diye bildirmektedir.

 

“Onlar nasıl vakfetmesinler, nasıl infak etmesinler ve nasıl mallarını Allah yolunda harcamasınlar ki? Kendi canlarından, mallarından, evladu iyalinden daha çok sevdikleri, onun yolunda canlarını seve seve feda ettikleri, Peygamberimiz, Efendimiz, Canımız, Cânanımız, Allah’ın habibi, âlemlerin efendisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsan öldüğü zaman üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-yı cariye, kendisinden faydalanılan ilim, kendisini yâd ettiren salih evlat.” (Müslim) buyurmaktadır.

 

Hadis-i şerifte zikredilen sadaka-yı cariyeden maksat cami, medrese, kervansaray, bağ, bahçe, çeşme gibi umumun menfaatine, hayrına olan vakıflar tesis etmektir. O vakıf müesseseleri devam ettiği, o vakfiyeden insanlar menfaatlendiği müddetçe vakfedenin amel defteri kapanmaz, onun için sevap yazılmaya devam eder.

 

Vakıf yapan insanlar, diğer insanlara, varlıklı Müslümanlara güzel bir örnek oldukları, hayırlı bir çığır açtıkları için ayrıca sevaba ve hayra nail olurlar. Nitekim kötü örnek olanlar, kötü çığır açanlar da günaha girer, onlar öldükten sonra da açtıkları o kötü çığırın günah ve vebali defterine yazılmaya devam eder.

 

Asr-ı saadetten sonra da vakfiyeler devam etmiş, halifeler, hükümdarlar, vezirler, ileri gelen yöneticiler, âlimler, ârifler, zenginler birçok sahada, çok çeşitli vakfiyeler yapmış, vakıf müesseseleri tesis etmişlerdir. Bilhassa Selçuklular ve Osmanlılar zamanında vakıflar devletin pek çok konuda yükünü omuzlamış, eğitim öğretim konularında, birçok sosyal hizmetlerde, fakir ve fukaraya yardım hususunda çok büyük hizmetler icra etmişlerdir. Cami, medrese, tekke gibi, eğitim öğretim ve manevî hizmet müesseseleri, han, hamam, kervansaray, aşhane, imarethane, şifahane, darülaceze gibi sosyal hizmet kurumları tesis ederek, İslam medeniyetinde çok mümtaz bir yer işgal etmiştir. Bu hizmetler devlet tarafından hem teşvik edilmiş hem de desteklenmiştir.

 

Zamanımızda da vakıf hizmetleri yeniden canlanmaya başlamış, birçok sahalarda vakıflar kurulmuş, hizmete koyulmuştur. Müslüman zenginler de istenilen seviyede olmasa da bu hizmetlere katkıda bulunmaktadır. Ahireti, ebedî âlemi tercih eden her Müslüman bu hayırlı hizmetleri şevk ve aşkla yapmaya, faziletli, salih, muttakî ecdadımızın açtığı bu hayırlı çığırı devam ettirmeye bütün imkânlarıyla çaba göstermelidir.

 

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “İslam uğruna başına ak düşen kimse için (o ak saçlar) kıyamet gününde ona bir nur olur.” (Nesâî) Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, iyi işler yapanlar, namaz kılanlar ve zekât verenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlara korku yoktur. Mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 277)

 

“Herkesin yöneldiği bir yönü vardır. (Ey mü’minler) O halde siz de hayır işlerine koşun. Nerede olursanız olun mutlaka Allah sizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Bakara, 148)

 

“Sonra kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi orta yolda gider, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.” (Fatır, 32)

 

Ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı üzere Müslümanın en önemli özelliklerinden biri de hep hayır işlemek, hayırlı hizmetlerde bulunmak, hayırda yarışmaktır. Vakıf tesis etmek, vakıf hizmetlerinde bulunmak “vakıf insan” olmak, kendini İslamî hizmetlere vakfetmek ne büyük bir saadet ne büyük bir lütfu ilahidir.

 

Münafıkların, kâfir ve müşriklerin, İslam düşmanlarının en önde gelen özellikleri ise hayra, hayırlı hizmetlere engel olmak, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmak, kin beslemektir.

 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Resulüm; alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan laf getirip götüren, hep hayrı engelleyen, mütecaviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine mal ve oğulları vardır diye sakın ilgi duyma.” (Kalem, 10-14)

 

Demek oluyor ki İslam düşmanlarının veya Müslüman olsa da dünyayı ahirete tercih edip, mal mülk, makam mevki sahibi olmayı İslamî hizmetlere tercih edenlerin elde ettikleri geçici dünya nimetlerine bakıp, onlara ilgi gösterip imrenerek, Allah Teâlâ’ya kulluktan, İslamî hizmetlerden, mallarımızı Allah yolunda harcamaktan, vakfetmekten asla geri durmamalıyız.

 

Her türlü izzet ve şeref Allah katındadır. Ona kulluktadır. İslam’a hizmettedir. Şu fâni dünyanın mal ve mülkünde, makam ve mevkiinde fâni insanların yanında değildir.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr