Temmuz 2015 Editör A- A+
A- A+

İlkadım'dan (Sayı: 324)

Değerli okuyucu,

Duaya ihtiyacımızın her zamankinden fazla olduğu bir fetret dönemindeyiz ümmet olarak.

Mü’minin duaya her zaman her zamankinden fazla ihtiyacı yok mudur zaten?

"Gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır." diye tanımlamışlar duayı bir İslami sitede. Burada gücü sınırlı varlığı  insan, gücü sınırsız kudreti de Rabbimiz diye anlamalıyız muhtemelen(!).

İnsan aciz ve muhtaç bir varlık. Ana “RAHİM”inden yine annesinin MERHAMET dolu kucağına yolculuk yaptığı dünyadaki yıllarında ise tam anlamıyla aciz ve muhtaç. Bu konuda diğer canlıların en acizi.
Diğer canlılar gibi insan yavrusu da bu dönemde “Ana Kaynak”tan merhamet yüklenen anne-babaya emanet. Diğer canlılardan farklı olarak insan yavrusu gün geçtikçe bu emanetçileri tanır ve ihtiyaçlarının temin edilmesi için bu varlıklarla sürekli irtibat halinde olması gerektiğini anlar. İhtiyacını duyurma çabası içerisinde olur ve bu ihtiyacının bir şekilde -en azından imkanlar nisbetinde- karşılanacağını bilir.

İnsan akli gelişimini tamamlayıp akil olduğunda ise kendi acizliğinin farkına varması, tüm merhametlerin ana kaynağı olan RAHMAN'ı tanıması beklenir. Artık sürekli irtibatın Rahman ve Rahim olan Allah ile kurulması, her ihtiyacın O'na arzedilmesi gerekmektedir. Bu sırada eski  ilişkideki masum samimiyet aynen muhafaza edilmeli ama artık muhatabın, mutlak güç sahibi, her çağrıyı mutlaka işiten, her çağrıya mutlaka icabet eden, merhametinden kesinlikle ümit kesilemeyecek olan Yaratıcısı olduğunu bilmelidir. Bunun için de insana bu geçiş döneminde gecici “mürebbi”leri mutlak “Rabb”ını  ve O'na kulluğu öğretmeli, aynı zamanda da aklını saf ve temiz tutmalı, selim akıl sahibi/ulü-l elbab olmasını sağlamalıdırlar.

Aklı kirlenmemiş, temiz akıl sahibi insanlar, Rabbini tanır, kulluğunun farkında olurlar. “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Al-i İmran, 8) diye dua ederler.

Ayrıca yine “Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken (her halde, her zaman) Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda tefekkür halindedirler. (Ve derler ki:)

“Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.”

“Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.”

“Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı istediğin gibi kul olanlarla birlikte al.”

“Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dinden asla dönmeyensin.”

“Rableri de onlara (dualarına icabet ederek) cevab verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam…” (Al-i İmran, 191-195)

Ve yine temiz akıl sahipleri bu ayetler kendisine nazil olduğu gece mutlak örnekleri ve önderleri olan Sevgili Peygamberlerinin  halini de akıllarından çıkarmazlar. Hz. Aişe annemize “Müsaade eder misin ey Aişe? Ben bu geceyi Rabbime tazarru ve niyazla geçirmek istiyorum.” demişti. “O gece odaya girişi bile farklı idi.” diyor annemiz.

Sabah Hz Bilal namaz için çağırıncaya kadar namaz ve dua ile meşgul olmuş, mübarek sakalları hatta secde ettiği toprak gözyaşları ile ıslanmıştı. “Gelmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olduğu halde neden kendisini bu kadar yıprattığı” sorulduğunda ise hiçbir an aklımızdan çıkarmamamız gereken şu cevabları vermişlerdi:

“'Ey Bilâl,  o halde ben şükreden bir kul olmayayım mı? Nasıl ağlamıyayım ki Allah bana bu gece şu ayetleri indirdi.” Ardından yukarıdaki ayetleri okudu ve ekledi:

Yazıklar olsun bu ayetleri çeneleri arasında çiğneyip de gereğince tefekkür etmeyenlere!”

Selam ve dua ile.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr