Mayıs 2020 Nuri ERCAN A- A+
A- A+

Deizm’in Dalgakıranları Olarak Adetler

Bin küsur yıldır Müslümanlık adına tarih sahnesinde mevki edinmiş bir millet olarak, geleneklerimizin çoğunluğunu dinden ahzetmeyi başarabilmiş bir topluluk olduğumuzda şüphe yoktur. Aynı zamanda dini de gelenek şekline büründürmüş olduğumuzu da söylemeliyiz.

Birçok küçük devlet ve beylikle birlikte ana rükünlerini Osmanlı ve Selçuklu devletinin oluşturduğu İslâmî bir dönemde günlük hayatımızda binlerce adet, gelenek ve töre meydana gelmiştir. İslâm kökenli olan bu gelenek ve göreneklerin kahir ekseriyeti iman, ibadet ve ahlakla ilgilidir. Hepsi de temelinde tevhidi tedai ettiricidir. Bu hakikat ihmal edilemeyecek bir gerçekliktir. Ne var ki son yüzyılın getirdiği itikadi fikir kargaşası nedeni ile bu hakikatlerden yeterince istifade ettiğimiz söylenemez.

Müslüman insan, dünyaya adım atar atmaz tevhid ile yüz yüzedir. Kulağına okunan ezanın özü tevhiddir. Böylece her fert için tevhidin önemi sesinin çıkmaya başladığı ilk günden itibaren vurgulanmış olur. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında kendisine sunulan tevhid eğitiminin başlangıcı olan kulağa ezan okuma âdeti toplumumuz tarafından çok tutulmuştur. Lakin ne zaman ailelerdeki, meseleleri kavrama ve varlığı adlandırma şuuru geri gitmeye başladıysa; bu uygulama da formel olmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bugün, kulağına ezan okunmuş nice gencimiz Deizm girdabında çalkantılı günler yaşamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’in ve Efendimizin uygulamalarının bize öğrettiği sosyal münasebetlerden birisi sıla-i rahim uygulamasıdır. Mızraklı İlmihallerde elli dört farzdan biri kabul edilen sıla-i rahim, yani akraba ziyaretinin (cahiliye Arab’ının zaten akrabasına ve nesebine düşkün olduğu düşünülürse) yeniden Kur’an tarafından emredilmesi, bu uygulamanın evrensel bir muamelat biçimi olduğunu ortaya koyar.

Tabiat olarak akrabasına meyilli yaratılmış insanın bu duygusunu dini bir muharrik sonucunda gerçekleştirmesi mükemmele yakın duygulara neşet etmektedir. Bu duygular dini motiflerle süslenmiş olduğundan daha bir tesir sahası bulmaktadır. Sıla-i rahim anlayışının Allah’ın bir emri olarak işlenmesi, kişinin anne baba haklarına saygı duyması, akrabalarına hürmet etmesi, aslında inanç hanesine yazılması gereken edinimlerdir. Fakat bizler bu noktada yeterince hassasiyet göstermekten geri duruyoruz. Yani varlık içerisinde yokluk çekiyoruz. İşte İslâmî bir uygulama ama, nerede Müslümanlar diyoruz!

Komşusu Yahudi olsa bile hasta iken ziyaret eden bir peygamberin ümmeti olduğumuzla ne gurur duyabildik ne de bu örneği dindar insanlar arasında yayabildik. Diğer taraftan, kişinin diğer Müslümanlara karşı görevlerinden sayılan hasta ziyaretinin, meşhur bir hadis-i şerifin amir hükmü olduğunu yeni nesle yeterince anlatamadık. Elimizdeki hazineleri bir kenara bırakıp, mücahit yetiştirmeye çabaladık.

Nereden nereye! Hasta ziyaretinin aslında tevhidle mündemiç bir güzel haslet olduğunu anlamaktan bigâne kalmışız. En mükemmel şekli ile bütün dünyaya böylece yerleşen bu uygulama kelime-i tevhidin ikinci kısmını oluşturan “Muhammed Allah’ın Resulüdür” prensibinin bir yansıması değil mi?

Sekeratü’l -mevt döneminden mezardaki define kadar neredeyse toplumun yüzde doksanının bilerek isteyerek uyduğu cenazeyi takip etme âdeti de aslında Deizme vurulan darbelerden biridir. Çünkü İslâmîdir. Hasta olan da Allah için soluk alır; vefat etmiş de Allah’a doğru yol almıştır. İnsanların dünyayı tamamen unutmaya ramak kaldıkları, sekeratül mevt halindeki hastaların bulunduğu mekân sahneleridir. Hele hele mezarlıkta defnedilen bir Müslümanın hatırlattığı uhrevi duygulara derman sığmaz.

Allah’ın Resulü cahili bir topluma, aslı tevhide dayanan ve insana saygıyı önceleyen bir insanlık anlayışı takdim etmiştir. Bu anlayışta, bu saygıda ölü ile dirinin farkı yoktur. İşte tam bu noktada tevhidin anlatılıp rabbül âlemine geçişin yaşanacağı an belirmelidir. Tevhid temelli İslam ahkâmı gündeme gelmelidir. Çocuklarımıza doğumdan kurduğumuz bağlantının bir benzeriyle yani ölüm ile kuracağımız irtibat sayesinde Allah’ın Deizmin tanrısı olmadığını anlatabilmeli idik.

Sünnet ve düğün merasimleri bozulmadan önceki hali ile Allah’ın hükümlerinin icra edildiği gelenek ve göreneklerden idi. Bir kere nikâh ibadet kabul edilmekte idi. Velâkin şimdilerde gençlerimiz nikâhtaki ibadet şevkini yitirdiler. Suçlu biziz. Tekeden süt sağarcasına nikâh ve düğündeki birçok adet ve geleneğin İslam ahkâmı olduğunu yeni nesle aktaramadık.

Sünnet merasimleri de tevhidî tarafa göz kırpan birçok geleneği ihtiva etmektedir. Bu önemli kültür öğesinin Hz. Peygamber’e dayandığı bilgisi, bizim elimizi kuvvetlendiren bir unsurdur. Sünnet âdetinin nüvesinin İslam Peygamberinden neşet ettiğinin bilinmesi bizi kelime-i şehadetin son kısmından direk olarak Allah’ın birliğine götürür. Peşi sıra Allah’ı iyi tanıyan bir zihin, bu sayede Allah’ın nasıl bir varlık olduğu bilgisine ulaşabilir. Tabi ki bu, durup dururken genç dimağlara sirayet etmez!

Tevhidî anlayıştan doğmuş, lakin tam olarak her bakımdan ele alınamamış, dahası sadece kuru adet olarak uygulana gelmiş birçok örf ve âdetimizin varlığı malumdur. Bu örf ve adetlerden her yönü ile istifade edemezken; Batı’nın ihraç ettiği kimi adet ve ananeleri alıp baş tacı yapınca pratik hayatta Deizm patlaması yaşadık. Normaldir...

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr