Eylül 2024 Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN A- A+
A- A+

CİHAD DERSLERİ- Bize Bir Dâvût Lazım

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerden biri de Hz. Dâvût aleyhisselâm’dır. Hz. Dâvût (a.s.), hem peygamber hem de hükümdârdır. Yüce Allah, ona hem peygamberlik hem de hükümdârlık verdiğini bize şöyle bildirir: “…Allah, ona (Dâvûd’a) hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi; dilediği ilimlerden ona öğretti…”[1]

Hz. Dâvût, Hz. Yâkûb’un oğlu olan Yehûdâ’nın soyundandır. Babasının adı Îşâ’dır.[2] Îşâ’nın, Dâvût’tan ayrı on iki oğlu daha vardı. Dâvût, çobanlık yapıyor, diğer kardeşleri de Tâlût’un safında Câlût’a karşı savaşıyorlardı.

Hz. Dâvûd’un genç olduğu yıllarda, Filistin bölgesinde yaşayan İsrâiloğulları ile Akabe körfezi ve Lût gölü çevresinde yaşayan Amâlika kabîlesi arasında uzun süren bir savaş meydana geldi. Savaşın sebebi, Amâlika hükümdârı Câlût’un, İsrâiloğullar’ı üzerine baskın yapması ve Hz. Mûsâ’dan hâtıra kalan Tâbût’u alıp götürmesiydi. Tâbût, Hz. Mûsâ (a.s.) zamanından beri muhâfaza edilen ve içinde mukaddes emânetlerin bulunduğu bir sandıktı. Câlût, sâdece Tâbût’u götürmekle kalmadı; İsrâiloğulları’ndan bir hayli insanı, kadınları ve çocukları da esir aldı; birçoğunu da yurtlarından sürgün etti.[3]

Zor durumda kalan İsrâiloğulları, peygamberleri Şemûyel (İşmûil)’den kendilerini Allah yolunda savaşa götürecek bir kral tâyin etmesini istediler. Peygamberleri de onlara Tâlût’un kral olarak seçildiğini bildirdi; fakat İsrâiloğulları onun krallığına îtiraz ettiler.[4] Bunun üzerine peygamberleri onlara Yüce Allah’ın, Tâlût’u kendilerinden daha üstün kıldığını, bilgi ve kuvvetini artırdığını, onun krallığının en belirgin alâmetinin ise düşman elinde bulunan Tâbût’u geri getirmek olduğunu bildirdi. Yüce Allah, bu gerçekleri Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatır:

“Mûsâ’dan sonra, İsrâiloğulları’ndan ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: “Bize bir hükümdâr gönder ki, (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım.” demişlerdi. (O peygamber): “Ya size savaş farz kılınır da savaşmazsanız” (o zaman nasıl olur?) dedi. (Onlar da): “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda niye savaşmayalım?” dediler. Kendilerine savaş farz kılınınca da içlerinden pek azı hâriç, geri dönüp kaçtılar. Allah, zâlimleri hakkıyla bilendir.

Peygamberleri onlara: “Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdâr olarak gönderdi” dedi. Bunun üzerine onlar da: “Biz, hükümdârlığa daha lâyık olduğumuz halde, kedisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdâr olur?” dediler. (Peygamberleri de şöyle) dedi: “Allah, sizin üzerinize onu seçti; ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah, her şeyi ihâta eden ve her şeyi bilendir.”  

Bu sefer Peygamberleri onlara şöyle dedi: “Onun hükümdârlığını alâmeti, Tâbût’u size getirmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tâbût’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Mûsâ ve Hârun hânedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz, sizin için bunda bir alâmet vardır.”[5]

Daha sonra, İsrâiloğulları Tâlût’un komutanlığını kabul etmek mecburiyetinde kaldılar ve onun komutasında savaşa katıldılar. Tâlût komutasındaki İsrâil ordusu, Câlût ve ordusuyla savaştı ve onları yendi. Tâlût’un ordusu içerisinde bulunan Dâvût da Câlût’u öldürdü. Dâvût, savaşa katılmadan önce çobanlık yapıyordu. Kardeşleri ise cephede düşmanla savaşıyorlardı. Bir gün, babasının, kardeşleri için hazırladığı yiyeceği alıp cepheye gitti. Dâvûd, kardeşlerinin yemeklerini hazırlıyor ve onlara su taşıyordu. Savaşın olanca hızıyla devam ettiği bir sırada Câlût, İsrâiloğulları’ndan karşısına çıkabilecek bir babayiğit istedi. Tâlût’un ordusunda bulunanların korkaklığını gören Dâvût, öne çıkarak: “Seni ben öldüreceğim” dedi ve Câlût’un karşısına dikildi. Dâvût, iyi sapan kullanırdı. Sapanla iyi taş atar ve hedefi vururdu. Sapanına koyduğu taşla Câlût’u iki kaşının arsından vurdu ve öldürdü. Hükümdârlarının öldüğünü gören Câlût’un askerleri, kaçmaya başladılar. Neticede, düşman ordusu dağıldı ve İsrâiloğulları, Dâvût sayesinde zafer kazandılar.[6]

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hz. Dâvûd, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. Babası Îşâ’nın, Dâvût’dan ayrı on iki oğlu daha vardı. Dâvût, kardeşlerine nazaran biraz kısa boylu ve çelimsiz olduğu için, babası onu savaşa göndermiyor, çobanlık yaptırıyordu.[7] Âilenin davarlarını otlatan Dâvût, hem sürülerini gözetliyor, hem Rabbine ibâdet ediyor, hem de sapanla taş atma tâlimi yapıyordu. Kırlarda sürülerinin peşinde koşan Dâvût, kendini hem rûhî bakımdan, hem de fizikî bakımdan yetiştiriyordu. Her iki bakımdan olgunlaştığına kanaat getirince savaşa katıldı ve kendisinden beklenmeyen bir başarıya imza atarak Câlût’u öldürdü. Hiç kimse ondan bunu beklemiyordu. Kimsenin ondan böyle bir başarıyı bekleyip beklememesi önemli değil; önemli olan, kendisinin bu işi başarabileceğine inanmasıydı. Evet, genç ve çelimsiz Dâvût, bu işi başarabileceğine inanmıştı ve inandığını da gerçekleştirdi.

Tâlût, savaşta gösterdiği üstün başarısından dolayı kızını Dâvût ile evlendirdi. Böylece Dâvût, dünya malında ve saltanatta Tâlût’a vâris oldu. Bir müddet sonra ölen Tâlût’un makamına oturdu.[8] Âyet-i Kerîme’nin bildirdiği gibi önce hükümdâr, sonra da peygamber oldu. Peygamber olduktan sonra, Yüce Allah tarafından kendisine Zebûr verildi.

Hz. Dâvûd, Kudüs şehrinde Mescid-i Aksâ’nın yapımını başlattı fakat inşaatı bitiremeden vefat etti. Oğlu Süleymân’a bu inşaatı bitirmesini vasiyet etti, O da babasının vasiyetini yerine getirdi ve inşaatı bitirdi.[9]

Allah’ım, daraldığımız ve bunaldığımız şu günlerde bize bir Dâvût gönder. Düşmanımızı iki kaşının arasından vuracak ve onu mağlup edecek bir Dâvût gönder yâ Rabbî. Bunu bizden esirgeme yâ Rabbî.

 


[1] Kur’ân-ı Kerîm, el-Bakara sûresi, 2/251.

[2] İbn S’ad, et-Tabakât, I, 55.

[3] Taberî, Târîh, I, 467.

[4] İbn Asâkir, Târihu medîneti Dımaşk, VII, 45.

[5] Kurân-ı Kerîm, el-Bakara sûresi, 2/246-248.

[6] Geniş bilgi için bakınız: İbn Kesîr, el-Bidâye, II, 6-9.

[7] Taberî, Târîh, I, 477; İbnü’l-Esîr,  el-Kâmil fi’t-târîh, Beyrut 1965, I, 219.

[8] Taberî, Târîh, I, 473; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 222.

[9] Taberî, Târih, I, 485; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil, I, 227.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr