Haziran 2016 Nuri ERCAN A- A+
A- A+

Bir Kitap Kurdunun Okuma Macerası ya da Bir Kütüphane Kuruluşunun Hikayesi

Bu yazımızda son dönemlerde sayıları azalmakta olan bir öncü insanın kitap okuma tutkusunu ve bu tutkunun kütüphane kurmaya uzanan gelişimini sunmaya gayret edeceğiz. Yazacaklarımız bu öncü insanın bizzat anlatımlarından istifade edilerek kaleme alınmış olacaktır.

Hasan Hüseyin Varol Hoca (Allah uzun ömürler versin), ilköğrenim çağında köyde Kur’an okuduklarını bu sebeple Arap harflerini bildiğini, Osmanlıcayı ve o dönemde ülkede yeni yeni yayılmaya başlayan Latin harfleri ile okuma yazmayı bilmediğini anlatıyor. “Kitabı okumak için yazıyı bilmek lazımdır.” diyerek eski günlere doğru yelken açıyor.

Hocanın anlattıklarına göre bir gün üç arkadaş ders öncesi mütalaa sırasında nereden akıllarına geldi ise Arap Harfleri ile yazdıkları (numara karşılığı olan) ‘nümra’ kelimesine hareke koyarlar. Bildiğimiz hareke. Nun’un üzerine ötre, mim’in üzerine cezm, ra’nın üzerine fetha. (نُمْرَ  şeklinde) Fakat aralarında tartışmaya başlarlar. Sonunda ders esnasında onlara Kur’an dersi vermekte olan Hadim’in Polat Köyü’nden ve İstiklâl Savaşı gazilerinden Yusuf Hoca’ya yaptıklarının doğru ya da yanlışlığını beyan etsin diye durumu arz ederler. Hoca kendini aşmak için dalgalanmaya başlayan bu öğrencilerinin yaptıklarına şöyle bir bakar ve mütebessim bir çehre ile “Yaptığınız olmamış amma zamanı gelmiş.” der. Öğrenciler cevap karşısında şaşkın, bir o kadar da merakla neyin zamanının geldiğini zihin harmanında yıldırım hızı ile sorgularlar. Peşi sıra hocaları “Size bir örnek yazayım, Osmanlıca öğrenmeye başlayın.” diyerek çocukların merakını dağıtır:

“Dar-ı dünya hoştur amma
Akıbet mevt olmasa.
Zevk-i cennet hoştur amma
Şiddet-i nâr olmasa.”

O dönemde kâğıt-kalem yok. Nereden bulacaksınız? H. Hüseyin hoca (o zaman on yaşlarındadır) Osmanlıca okuma yazma iznini aldıktan sonra hemen anasına koşar ve “Bana defter lazım” der. Hocamızın validesi o dönemde yokluktan ve yoksulluktan dolayı para kullanımı yaygın olmadığından tasın içine sekiz-on yumurta koyup küçük öğrencimizi defter satan bakkala yollar. Hoca defteri satın alarak hocasının söylediği beyti birkaç defa yazar. Sonra Karabaş Tecvidi’ni Yusuf Hocanın izni ile deftere nakşeder. Peşinden evde bulduğu Mızraklı İlmihal’i annesine sesli okumaya başlar. (Bu okumalar sayesinde annesi dini bilgilerini edinmiştir.) Öğrendim diye duraksamaz. Kibirlenmez. O dönemde köyün camisindeki minberin üstüne bırakılmış kitaplardan sağlam olanlarının Osmanlıca olanlarını okumaya ve bir kısmını da defterine yazmaya gayret eder.

H. Hüseyin Hocanın kendi ifadesine göre, hayatındaki dönüm noktalarından biri şu şekilde gelişir: Bir gün sokakta gezinirken bir kâğıt parçası bulur. Bu kâğıt parçasının daha sonra ‘Köroğlu Gazetesi’ olduğunu öğrenecektir. Kur’an okumasına, Osmanlıca okumasına rağmen hoca bu gazetedeki yazıyı sökemez. (Gazetedeki resmin ‘Sam Amca’ fotoğrafı olduğunu da sonradan öğrenecektir.) Bulduğu kâğıt parçasını doğruca babasına getirir. ‘Baba’ der, ‘Şu kâğıttaki yazının elifbasını bana öğret.’ Babası bu kâğıdı atmasını ve bu yazıyı okumasının gerekli olmadığını sert bir üslupla oğluna ifade eder. Lakin okuma hastalığına yakalanmış olan, minik H. Hüseyin ikna olmaz. Kendi ifadesi ile bu kâğıttaki yazıların elifbasını öğrenmezse dünyası karanlık kalacaktır. Yazıyı Yusuf Hocaya götürür. Hocası bu yazıyı köyde sadece H. Hüseyin Hocanın babasının bildiğini söyleyince ibre yeniden babasına döner.

Babasından azar işiten ve hocasının Latinceyi bilmediğini öğrenen H. Hüseyin hoca bu kâğıdı (gazete parçası) saklar. Ama içerisinde devamlı şu cümle deveran etmektedir: ”Bu kâğıt okunacak, bu kâğıdın elifbası yazılacak!”

Aradan zaman geçer. İkinci Dünya Savaşı günleri... Ülke ne yapacağını bilmez, ufku görmez durumda. Halkın çoğu köylerde yaşamakta. Tek tük bulunan radyolardan savaşın bir an önce sona ermesi haberini almak ve milletin bu savaşa bulaşmaması için dua etmektedir. Hocanın dayısı da askerdir.

Bir kış günü küçük H. Hüseyin hıçkırık sesleri ile uyanır. Sonrasını kendi ağzından aktaralım: “Ağlama seslerini duyunca yan odaya girdim. Baktım ki dayım. Askerden terhis olmuş. Eve gelmiş. Köye inince evine varmış, kapıyı tıklamış. Bakmış ses seda yok. Ablamlara gideyim bakayım belki ordadır diyerek bize gelmiş. Annem yengemin (dayımın hanımı) öldüğü haberini verdikten sonra hep beraber ağlamaya başlamışlar. Onları bu halde görünce ben de feveran etmeye başladım. Bana sen neden ağlıyorsun diye sordular. Tabi ki benim derdim başka. Ben ağıdın arasına ‘bana kâğıdın elifbasını yazıııın!’ cümlesini de katmayı başardım. Baktılar olmayacak. Çocuğun en büyük silahı olan ağıt karşısında teslim olmak zorunda kaldılar. Sizin anlayacağınız babam insafa gelmişti. Yeni elifbayı yazacağını söyledi. O gece huzurla ve sükûnetle uyudum.”

Hoca şöyle devam ediyor: “Sabah erkenden yine birkaç yumurta karşılığında bakkaldan bir defter daha satın aldım. Babam on beş günlük kursla öğrendiği yeni harfleri dayımın da yardımı ile defterin arka kapağına yazdı. Ne var ki okuma ayrıntılarından bahsetmediler. O anlar hayatımın en mutlu anlarından biri olmuştu. Babamın yazdığı harfleri yazmaya çalıştım. Ezberledim. Dünyalar benim olmuştu. İlk iş olarak kendi ismimi yazdım. İsmimi yazarken önce bir H yazdım, sonra bir S, peşinden de N yazdım harflerin üzerine fetha yerine bir çizgi çektim. Latin harfleri ile yazmış olduğum ismimi babama gösterdim. Rahmetli harekeli latince ismimi görünce epeyce gülmüştü. ‘Oğlum’ dedi. ‘Bu elifba’da hareke yok! Önce H yazacaksın, sonra A yazacaksın sonra S yazacaksın sonra yeniden A yazacaksın, en son da N yazacaksın’ dedi. Böylece sesli harflerin kullanımını da öğrendim. Benim bütün tahsil hayatım budur. Yani bütün tahsil hayatım ismimi yazmaktan ibarettir. Çok şükür. Sonra sakladığım ‘Köroğlu Gazetesi’nin parçasını çıkardım. Bir kaç gün içerisinde uğraşa uğraşa, tekrar tekrar harfleri tuttura tuttura gazete parçasını su gibi okur hale geldim.

O zamanlar bizim köye üzüm ve pekmez satmaya gelen vatandaşlar ya ‘Köylü’ ya da ‘Köroğlu Gazetesi’ getirirdi. Gazeteler köy odasına bırakılırdı. Köylüler benim okuyabildiğimi bildiklerinden beni hemen köy odasına çağırırlardı. Gazeteleri onlara sesli okurdum. Köylüler de haberlere yorumlar yaparlardı.”

Hasan Hüseyin Hocamızın kitap okuma serüveni daha sonra kütüphane kurmaya kadar gidecektir. İnşallah gelecek ayki yazımızda da bu kütüphane kurma işini aktaralım.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr