Bir Dava Adamının Ardından
Mayıs 2020 Prof. Dr. Ahmet ÜNSAL A- A+
A- A+

Bir Dava Adamının Ardından

Adanmış şahsiyetlerin, vakıf adamların birer ikişer aramızdan ayrıldıklarını üzülerek müşahede ediyoruz. Davalar, dava adamlarıyla yaşar, adamlar giderse davalar da onlarla birlikte biter.

Bu dava adamlarından biri de yakın zamanda hüsn-i şehadet ve samimi tezkiyelerimizle Rahman'ın rahmetine tevdi ettiğimiz Yusuf ŞİBİK ağabeyimizdi.

Tek kişilik bir orduydu. Yusuf ağabeyin sağlığındayken bile himmetlerini, gayretlerini dillendirirken gözlerim dolar, cümlemin sonunu zor getirirdim. Bana göre yalnızdı, tek başınaydı ve bir ilim yuvasının en ağır yükünü o taşıyordu. Zaman zaman “yalnız kalıyorsun” dediğimde bunu asla kabul etmez, "yok öyle değil" der, ısrar edince de gülerek geçiştiriverirdi.

Hani bazıları için derler ya; "Bizde zor diye bir şey yok, imkânsız ise biraz zaman alır" diye, işte Yusuf ağabey tam böyle bir insandı. Onun kitabında "olmaz, yapamayız, hayır, bu mümkün değil" kelimeleri yoktu. İnsanlara hizmet için yaratılmıştı sanki. Bir şey istediğinizde yahut sorduğunuzda "tamam, hay hay, çok kolay" ifadelerini ağzından çok sıklıkla duyardınız.

Rahmetli Zeki SOYAK hoca efendinin rahle-i tedrisinde çok iyi yetişmiş, mesajı doğru anlayıp hemen işe koyulmuş bir şahsiyetti. Hocasını hep hayırla yâd eder, "bizim hoca, Zeki hoca" demezdi, hep "Hocam" derdi.

Babacan bir şahsiyete sahipti ve sevdiklerine "kuzum" diye hitap ederdi. Yanlış yaptığını düşündüğünde bunu dile getirmekten çekinmez, açıkça itiraf ederdi.

Adam sarrafıydı, kısa ve öz tahliller yapar, kendine has üslubuyla lafı dolandırmadan meramını dile getirir ve çok isabetli teşhisler koyardı.

Yusuf ağabeyden duyduğum ama o güne kadar ve ondan sonra başkasından duymadığım bir ifadesi vardı. Oğlu Süleyman'ı bir Kur'ân Kursuna vermiş fakat beklediği verimi alamamıştı. O kursun yöneticisinden bahsederken: "Oranın kelek keseni de belli ki o" deyivermişti.

Kelek kesen, yani en yetkili, son sözü söyleyen kimse anlamında kullanmıştı.

Hastalandığını ilk duyduğumda durumunun ciddi olduğunu da öğrenmiştim. Ama kendisine olan muhabbetim, telefon açıp da halini sormama elvermedi. Buna cesaret edemedim. Hastaneye yatmadan önceki süreçlerde sohbetlerimiz oldu, umudunu hiç kaybetmemiş, moralini bozmamıştı.

Hastanede de ziyaret etme cesaretini gösteremedim, selamlar gönderdim, orada çalışanlara gidip hatırını sormalarını istedim ama kendim dayanamadım.

Bugüne kadar kendimizden önce uzak yakın birçok tanıdığımızı âhirete gönderdik ama Yusuf Ağabey kadar aklıma her geldikçe ruhuna Fatiha gönderdiğim ikinci bir kişi şu ana kadar olmadı desem mübalağa etmiş olmam.

Teşbihte hata olmasın ama Yusuf Ağabeye öldü demek yerine âhirete tayini çıktı demek geliyor içimden. Allah gani gani rahmet eylesin, kabri nurla dolsun, mekânı cennet, makamı âlî olsun. Yetişmelerine vesile oldukları bütün talebe-i ulûmun kıyamete kadar hâsıl olacak ecirlerinin kat be kat fazlası amel defterinde yer bulsun inşaallah.

Prof. Dr. Ahmet ÜNSAL

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı

Enderun İslami İlimler Akademisi Muallim ve Müderrislerinden

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr