Allah Bize Yeter
“…hasbünallahü ve nimel vekil.”
Kur’an’î bir terim olan tevekkül; herhangi bir işin çözümü için gerekli olan tüm bilinen sebepleri işleme koyduktan, alınması gereken tedbirleri aldıktan, çözüm için çalışıp çabaladıktan sonra Allah’ın hükmü karşısında alınan tedbirlerin yetersizliğini bilmektir. Her şeyin gerçek öznesi ve mutlak var edicisi olan Allah’a gönlü bağlamak, yalnızca ondan medet umarak onun dostluğuna ve merhametine sığınmaktır.
Tevekkül ehli Müslüman, aldığı maddi önlemlere dayanarak sonuçtan emin olamaz. İnşaallah - “Allah Teâlâ dilerse olur.” demeden, sonuç şöyle olacak demez, diyemez. Çünkü “İnşaallah demeden hiçbir şeyi 'yarın yapacağım' deme!” (Kehf: 23, 24) ayetini bilir ve Efendimiz aleyhisselam’ın; “Besmele ile başlanmayan her önemli iş noksan kalır.” hadisinin bilinci ile hareket eder. Allah inancını işin özü ve mayası olarak belirler ve Allah’ın muradını her işinin önüne ve sonuna mutlaka koyar.
Rivayete göre; Yemen'de dinin emirlerine uygun hareket eden bir adamın güzel bir bağı vardı. Ona iyi bakar, ondan Allah’ın hakkını yerine getirir, fakir fukarayı gözetirdi. Derken vefat etti, bağ çocuklarına kaldı. Onlar Allah’ın hakkını kıskanıp cimrilik ettiler.
Hasat zamanı da her ne olursa olsun, kesinlikle sabahleyin o bahçeyi hasat edeceklerine ve fakirlere bir şey vermeyeceklerine dair söz birliği yaptılar. “İnşaallah”, “Allah izin verirse”, “sağ salim sabaha çıkarsak”, “bir kaza ve belaya uğramazsak” gibi bir istisna da yapmadılar. Oysa kendilerinin dahi sabaha çıkıp çıkamayacaklarını bilmiyorlardı. Onlar uykuda iken Allah tarafından bir âfet o bağın üzerinden dolaşıverdi. Sabahleyin yanmış bahçelerini gören o güçlü mağrur kardeşler manzara karşısında yıkıldılar. Kaybettikleri karşısında gelecekten bütün ümitlerini kestiler. Eğer içlerinde aklı eren, ölçülü davranan bir kişi bulunmasa idi yoksunlukla inleyip gideceklerdi.
Kardeşlerden ölçülü davranan, aklı eren, hakkı bilen, zorbalığı sevmez, bela karşısında şaşırıvermez birisi vardı. Onun nasihati ile “Yazıklar olsun bize, gerçekten azgınlarmışız, cezayı hak etmişiz, bütün kusur bizim” dediler. Durumlarını değerlendirip “Bunca yaptığımıza karşın bize dahi acıyan, merhamet eden Allah’ın kulları olarak biz neden ondan ümidimizi keselim!” diyerek tövbe edip Allah’a yöneldiler. “Umarız ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.” ﴾Kalem: 32﴿ dediler.
Allah’ın azabı işte böyle gelir. “İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını dünyada onlara tattıracaktır.” (Rum: 41) ayetinden başka kulağımıza küpe takmamalıyız. Bizi hep o yanlış küpeler yoldan çıkardı.
Atamız Sultan Süleyman’ın Fransa’ya yazdığı toplumsal ahlakı koruyucu o mektubu biz ne kendi nefsimize ne ailemize ne de dünya milletlerine yazamadık. Şimdi tüm dünya milletleri ile birlikte yaptıklarımızın ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın bedelini evlerimizin köşesine saklanarak ödüyoruz. Oysa uygulamamız gereken gerçek tevekkülün en altı evlere çekilmektir. Gerçek tevekkül bu mücadelede donanımsız olanlarımızın kendilerini geliştirmek için çabalamaları, işin ehli uzmanların da alanda olmalarıdır.
Efendimiz aleyhisselam devesini salıvererek Allah'a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye “Onu bağla da öyle tevekkül et” buyurur. Bu hadis-i şerif de gösterir ki; Müslüman mütevekkil, çalışmayı ve sebebe sarılmayı bırakıp, “Allah'ın dediği olur.” diyerek bir kenara çekilemez ve bu tavrını da İslam’a mal edemez.
İslam, çalışma ve gayret etme dinidir. Müslüman sürekli bir seyrüsefer halindedir. İnşirah Suresinde tarif edilen mümin gibidir ve bir işten boşalır boşalmaz yeni bir işe koyulur. Hiç boş durmaz. Bir günü diğerine eşit de olmaz, sürekli kendini yeniler. Manevi dünyasını sürekli kontrol eder. Takati dâhilindeki başarısızlıklarını kaderine değil, gayretsizliğine ve yetersiz çalışmasına bağlar. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil - Güç ve kuvvet, sadece Allah Teâlâ’nın yardımıyladır.” der. Allah’ın zaferinden ümidini kesmez.
“…hasbünallahü ve nimel vekil.”