Allah ve Resulüne İtaat

Yüce yaratıcı insanoğlunu mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğe rağmen insan, ilahi hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple dünyada insan hayatının başladığı günden beri Allah Teâlâ, onların arasından seçtiği “nebi veya rasul” denilen peygamberleri kendisi ile kulları arasındaki irtibatı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir.
Bütün peygamberler, Allah’ın emir ve nehiylerini onun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselam da ümmetine Allah Teâlâ’nın istediği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak vermiştir. “Allah’a ve kıyamet gününe kavuşacağını uman sizler için Allah Resulünde güzel bir örnek vardır.”1
Bu sebeple son ilahi kitap Hz. Peygambere itaati emretmiş, peygambere itaatin Allah’a itaat olacağını belirtmiş, Allah’ı sevmenin ve Allah’ın sevgisine nail olmanın Peygambere tabi olmaktan geçtiğini ifade etmiştir.
“De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”2
Bu çerçevede sevgili Peygamberimiz de “…size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının. Bir şey emrettiğim zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin” buyurmuş ve mü’minlerin Allah’a itaatin yanında O’nun elçisi olan Peygamber’e de itaatle yükümlü olduklarını Kur’an’ı te’yiden ifade etmiştir. Kur’an’da da peygambere itaat Allah’a itaatin peşinden zikredilmektedir: “(Resulüm) Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin, de. Yüz çevirirseniz bilin ki, onun sorumluluğu ona; sizin sorumluluğunuz da size aittir. Şayet ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”3
Allah’a itaat O’nu bilmek ve O’nu tanımakla gerçekleşebilir. O’nu bilmek ve tanımak ise O’nun mesajına ulaşmakla mümkündür. Bu bağlamda insanlara Allah’ın mesajını ulaştıran peygambere itaat de kulu Allah’a itaate yönlendirir. Nitekim “Kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her türlü kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik”4 ayeti bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Peygamberler, Allah’ın emirlerini insanlara ulaştıran elçiler oldukları için bu elçilere itaat, Allah’a itaatle özdeş kabul edilmiştir. Buna dikkat çekmek isteyen Allah Rasulü, “bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden Allah’a isyan etmiştir” buyurur. Aynı durum ayeti kerimede de şu şekilde vurgulanmıştır: “kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.”5
Mü’minlerden Hz. Peygambere sadece itaat etmeleri istenmemiş, aynı zamanda imanın bir gereği olarak onu her şeyden ve herkesten çok sevmeleri de istenmiştir. Bir keresinde Ömer b. Hattab radıyallahu anh Hz. Peygambere “ey Allah’ın Resulü! Sen bana, canım hariç her şeyden daha sevimlisin” der. Bunun üzerine Peygamberimiz ona “Ey Ömer! Allah’a yemin ederim ki sen beni canından daha fazla sevmedikçe olgun mü’min olamazsın” diyerek karşılık verir. Allah Resulünden bu sözü duyan Hz. Ömer, “vallahi şimdi sen bana canımdan daha sevimlisin” deyince, Peygamber efendimiz “şimdi imanın kemale ermiştir ey Ömer!” buyurur. Bu meyanda, Allah Resulünden, “hiçbiriniz beni babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmaz” sözünü işiten sahabeyi kiram Allah Resulüne sevgi, tazim ve itaatlerini mallarını ve canlarını onun yolunda ortaya koyarak göstermişlerdir.
Peygamberlik görevi gereği insanlara tebliğ ettiği nebevi ölçülerde Allah’ın elçisine itaat şarttır. Ancak sevgili Peygamberimiz, kendisinin nebevi yönüyle alakalı olmayan, deney ve tecrübe gibi hayat boyu kazanılan birikimle çerçevesini belirlediği alanlarda kendisine itaatin şart olmadığını ifade etmiştir. Bu bağlamda hazreti peygamber bir ticaret şehri olan Mekke’den ziraat şehri Medine’ye hicret ettiğinde yaşlanan hurma ağaçlarını aşılama olayı en güzel örneklerden biridir. Rasulullah, hurmaları aşılayan Medinelilere ne yaptıklarını sormuş, onlar da aşı yaptıklarını ve bunun öteden beri yapılan bir şey olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine Allah Rasulü “sanırım bunu yapmazsanız daha hayırlı olur” şeklinde kanaat belirtmişti. Medineliler Hz. Peygamberi dinleyerek aşılamayı bırakmışlar ve bunun neticesinde hurmalarından az ürün almışlardı. Durumu Hz. Peygambere arz ettiklerinde o şöyle buyurmuştu: “ben ancak bir insanım, size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alın, kendi görüşüme göre bir şey emredersem (unutmayın ki) ben ancak bir insanım.”
Sahabe-i kiram Allah Rasulüne kayıtsız şartsız itaat etmelerine rağmen, onun verdiği kararlar karşısında zaman zaman kendi görüşlerini beyan etmekten de çekinmemişlerdir. Bu şekilde hareket etmelerinin sebebi, Rasulullah’ın vahiyle ortaya koyduğu öğretilerle, tecrübesinden hareketle söylediklerini ayrı değerlendirmeleridir. Nitekim bedir savaşında Hz. Peygamberin orduyu konuşlandırmak için seçtiği mevkiin savaş stratejisi açısından uygun olmadığını düşünen Hubab b. El Münzir bu tercihin vahiyle mi yoksa kendi içtihadı ile mi olduğunu Allah Rasulüne sormuştur. Rasulullah kendi görüşü olduğunu söyleyince, daha iyi bir yerde konuşlanmayı teklif etmiş, Rasulullah da onun görüşüne uymuştur.
Vahyin belirlemediği ve Hz. Peygamberin tebliğle mükellef olmadığı alanları mutlak itaat konusu olarak görmeyen sahabe, vahyin belirlediği alanlarda O’na itaatte azami özen göstermişlerdir. Ancak bazen beşer olmalarından kaynaklanan aksaklıklar yaşanmış ve Hz. Peygamberin sözünü tutamamışlardır. Bu durumlar çoğunlukla Peygamberimiz tarafından da makul karşılanmış, itaatsizlik olarak değerlendirilmemiştir. Ancak ashabın bazen Kur’an’ın sert uyarılarına muhatap olacakları derecede itaatsizlikleri de vuku bulmuştur. Uhud savaşında Hz. Peygamberin kesin talimatı olmasına rağmen müşriklerin bozguna uğradığını düşünen okçuların yerlerini terk etmeleri, kazanılmış zaferin hezimetle sonuçlanmasına sebep olmuş, bedeli çok ağır ödenmiş ve yaptıkları hata Kur’an’da eleştirilmiştir.
Bütün bu düşünceler çerçevesinde, Allah Rasulünün örnekliği ve ona itaatin gerekliliği noktasında sınırlar belirlenirken, onun asıl vazifesinin yaratılmışların hidayet ve saadeti ile ilgili esas ve prensipleri bildirmek olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. O takdirde Hz. Peygamberin büyüklüğü, sineğin kanadında tespit ettiği anti mikropta değil, kızgın çölün bereketsiz toprağında meydana getirdiği toplumun dinamiklerinde ve o toplumu her türlü manevi mikroptan nasıl arındırdığında aranacaktır. O’nun örnekliği ve rehberliği, acve hurmasının hangi hastalıklara şifa olduğunu tespitte değil, hastalıklı kalpleri nasıl tedavi ettiğinde belirginleşecek ve onun bedenleri tedavi eden biri olmaktan ziyade, ruhları ve kalpleri tedavi eden bir doktor olduğu bilinecektir. Hatta O’nun örnekliği ve rehberliği doğru anlaşıldığında büyüklüğü, Burak ile semaya nasıl yükseldiğinde, yedi kat gökte nasıl dolaştığında değil, aşağıların aşağısına yuvarlanmış insanlığı yüksek değerlere nasıl kavuşturduğunda, getirdiği değerlerin, insanlığın süfli bir hayattan ulvi bir hayata yükselişi için nasıl miraç vazifesi gördüğünde aranacaktır.
Kaynaklar
1. Diyanet İşleri Başkanlığı, Hadislerle İslam
2. Erkam Yayınları, Riyazüs Salihin
- Ahzab 33/21
- Âl-i İmran 3/31
- Nur 24/54
- Bakara 2/151
- Nisa 4/80