Allah Kimleri Sever?

Allah Kimleri Sever?

Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah aleyhisselam buyurdular ki “Allah bir kulu sevdi mi Cebrail’e ‘Allah falanı seviyor, onu sen de sev!’ diye seslenir. Onu Cebrail de sever. Sonra o, sema ehline ‘Allah falanı seviyor, onu siz de sevin!’ diye nida eder. Derken bütün sema ehli de onu sevmeye ‘Allah falanı seviyor, onu siz de sevin!’ diye nida eder. Derken bütün sema ehli de onu sevmeye başlar. Sonra onun için arz (halkı arasına hüsn-i kabul) konur.” (Buhari, Tevhid 33, Edeb 41; Müslim Birr 157)

1. Allah İhsanı ve Muhsinleri Sever

“Ve Allah yolunda infak ediniz. Ve kendi nefislerinizi tehlikeye düşürmeyiniz. Ve (iyilik sahibi olunuz) ihsanda bulununuz. Şüphe yok ki Allah Teâlâ muhsin olanları sever.” (Bakara, 195) İyilik, güzellik; uygun ve güzel olanı en güzel ve kusursuz bir şekilde yapmak. İhsan; Allah’ın huzurunda olduğunu, onu gönül nuruyla görüyormuş gibi tasavvur ederek kulluk vazifelerini yerine getirmek. Bu anlamda ayet-i kerimede “Öyle değil! Kim muhsin olduğu halde kendini Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır.” (Bakara, 112) buyrulur. İnanç ve gönül planında ihsan ve teslimiyet Allah’ın kullarından istediği kurtuluş beraatıdır. Anne baba hakkındaki tavsiyelerde de onlara ‘ihsan’ ile davranılması istenmiştir.

2. Allah Takvayı ve Muttakileri Sever

Hayır. Kim ahdini ifa eder ve ittikada bulunursa şüphe yok ki Allah Teâlâ o muttakîleri sever. (Âl-i İmran, 76) Takva; korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahtan kaçınmakta, Allah’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik gösterme. Allah’ın himayesine girmek, emrini tutup azabından korunma anlamında Kur’anî bir terimdir. Bu şekilde titiz davranan insana ‘muttaki’ denir. (Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Caribi’l Kur’an, Mısır, 1961, s. 530) Kur’an’da takva üç mertebede ifade buyrulmuştur:

1- Ebedî olarak cehennem azabında kalmamak için iman edip şirkten korunmak. Bu hususla ilgili bir ayetin meali şöyledir: “O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü’minlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde durdurdu. Zaten onlar buna pek lâyık kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.” (Fetih, 26)

2- Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları eda etmek. Bu husustaki bir ayetin meali de şöyledir: “O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve takva ile hareket edip (Allah’ın azabından) korunsalardı elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat yalanladılar. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları yakalayıverdik.” (Araf, 96)

3- Bütün benliği ile Allah’a dönmek ve insanı Allah’tan alıkoyan her şeyden uzak durmak. Hakiki takva budur ve Kur’an’da inanan insanlardan bu takvaya sahip olmaları istenmektedir: “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmran, 102). Bu ayetin açıklaması mahiyetinde olan diğer bir ayetin meali şöyledir: “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Teğabun, 16)

3. Allah Adaleti ve Adil Mü’minleri Sever

“Şüphe yok ki Allah adalette bulunanları sever.” (Mümtehine, 8) Adalet; düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adaletin zıddı zulüm, gadr ve insafsızlıktır. İslâm’da adalet; hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevki farklılıklarından dolayı insanlara farklı davranmamak demektir. İslam bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir. Bunun için İslam, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.

4. Allah Sabrı ve Sabreden Mü’minleri Sever

“Allah Teâlâ ise sabredenleri sever.” (Âl-i İmran, 146) Sabır öfke anında güzeldir, sabredene cennet vardır. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah aleyhisselam buyurdular ki: Allah Teâlâ hazretleri şöyle demiştir: Ben kimin iki sevdiğini almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse ona cennet dışında bir mükâfat vermeye razı olmam.” (Tirmizi, Zühd 58, 2403)
Sabır ziyadır. Ebu Malik el-Eş’arî radiyallahu anh anlatıyor: “Rasulullah aleyhisselam buyurdular ki: “Abdest imanın yarısıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur; subhanallah ve’l-hamdülillah arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyadır; Kur’an ise lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır kimisi de helak eder.” (Müslim, Taharet 1)

5. Allah Mütevekkil İnsanları Sever

Ve onlar ile iş hususunda müşavere yap. Sonra da Allah Teâlâ’ya tevekkül et. Şüphe yok ki Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever. (Âl-i İmran, 159) Tevekkül; acizlik gösterme, başkasına güvenip dayanma, Allah’a güvenme, O’nun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanma ve alınması gereken tedbirleri almak anlamında Kur’anî bir terimdir. Tariften de anlaşıldığı gibi tevekkül; Müslümanın yapacağı işlerde tüm zahiri sebeplere sarılması, alınması gereken tedbirleri alması, çalışıp çabalaması ama gönlünü bunlara bağlamayıp sadece Allah’a dayanmasıdır. Tevekkül, hiçbir zaman çalışmayı ve sebebe sarılmayı terk edip kuru bir şekilde “Allah’ın dediği olur.” diyerek kenara çekilmek değildir.

6. Allah Temizlenenleri Sever

“… Allah, temizlenenleri sever” (Bakara, 222) Günahlar insanı manen kirlettiği gibi sevap olan fiiller de insanı manevi kirden arındırır. Onların mallarından bir sadaka al, onunla kendilerini temizlemiş, tezkiye etmiş olursun. Ve onlara dua et, şüphe yok ki senin duan onlar için bir sükûnettir ve Allah Teâlâ kemaliyle işiticidir, bilicidir. (Tevbe, 103)

7. Allah Tevbeyi ve Tevbe Edenleri Sever

Şüphe yok ki Allah Teâlâ çok tevbe edenleri sever ve çok temizlenenleri de sever.” (Bakara, 222) Rücu etmek; geri dönmek, pişman olmak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk’a yönelmek. Asıl anlamı geri dönmek olup tövbe kelimesinin türemişi olan ‘tevvâb’ kelimesi tövbe işini çok yapan anlamında aşırılık ifade eden ism-i faildir. Yüce Allah’ın bir ismi, bir sıfatı olarak ‘et-Tevvâb’ ise itaate yönelerek Allah’a dönen kişinin istediği bağışlanmayı kabul edip, o tövbekâr kulunu huzuruna alan ve onu affeden anlamındadır. Bu itibarla tövbe, kul hakkında günahlardan dönmeyi, yüce Rabbimiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder. Yani kul Rabbine döner, Rabbi de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalandırmaktan vazgeçer. İşte bu manada ‘et-Tevvab’ sıfatı, kulların tövbelerini her yönelişlerinde rahmet ve mağfiretiyle kabul eden demektir.

İslam’da tövbe; birisi Allah diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip onu bırakıp terk ederek Allah’a dönmek yani O’nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak suretiyle Allah’a sığınarak O’ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O’na yalvarmak demektir. Mesela bir kabahat, söz gelişi içki içmeyi sırf bedenine yapmış olduğu bir zarardan dolayı veya malına yahut da şerefine zararı dokunduğu için terk etmekte olduğu gibi, Allah rızası ve Allah korkusu düşünülmeyecek olursa bu gerçek manada tövbe sayılmaz. Çünkü tövbe, yaptığı işin günah olduğunu, kusur veya kabahat olduğunu, suç işlediğini kabul etmekle başlar. İşte bu anlamda tövbe, bir ibadet olarak da sadece yüce Rabbimize tahsis edilmelidir.

“Ey mü’minler! Allah’a Tevbe-i Nâsûh ile tevbede bulunun. Umulur ki Rabbiniz sizden günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. O gün ki Allah, Peygamberini ve O’nunla beraber iman etmiş olanları rüsva etmez. Nurları önleri ve sağ tarafları arasında koşar. Derler ki: Ey Rabbimiz! Bize nurumuzu tamamla, bizim için mağfiret buyur. Şüphe yok ki sen her şey üzerine hakkıyla kadirsin.” (Tahrim, 8)

8. Allah Cihat Edenleri Sever

“Şüphe yok ki Allah, o kimseleri sever ki O’nun yolunda sanki bir muhkem bina etmişler gibi saf bağlayarak savaşta bulunurlar.” (Saff, 4) Mücahid; çaba sarf eden, tüm imkânlarını kullanarak belli bir hedefe varmak isteyen; düşmana karşı var gücüyle savaşan, dünyevî hiçbir menfaat beklemeksizin sırf Allah rızası için ve O’nun yolunda cihad eden kimse. Mücahid tabiri Arapça bir kelime olup ‘câ he de’ (cihad etti) fiilinin ism-i fâilidir. Çoğulu ‘mücahidûn’. ‘Cihad’ ve ‘mücahid’ terimleri İslamî birer kavramdır. Dolayısıyla bu kavramların ne manaya geldiklerini, kimlerin bu kavramlarla nitelenebileceğini en iyi bilen Allah ve Resulüdür. Cihadın Allah rızası için ve O’nun yolunda yapılması, İslam’ın şart koştuğu bir husustur. Allah yolunda olmayan, O’nun rızasını taşımayan tüm savaşlar, harcanan paralar ve sarf edilen gayretlerin cihad sayılamayacağı, bu tür mücahedeye katılan kimsenin de mücahid olamayacağı muhakkaktır.

9. Allah Mü’minlere Karşı Alçakgönüllü Olanları Sever

“Ey iman edenler! Sizden her kim dininden dönerse muhakkak Allah bir kavmi getirir ki onları sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı mütevazı olurlar, kâfirlere karşı da izzet sahipleri bulunurlar. Allah yolunda savaşa atılırlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte o, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir ve Allah Teâlâ vâsidir, alîmdir. (Maide, 54)

Alçakgönüllülük; kibirlenmenin, büyüklük taslamanın zıddıdır. Tevazu beğenilen bir özelliktir. Ancak sınırı çok iyi ayarlanmalıdır. Kişinin şahsiyetini ortadan kaldıran hafifmeşreplik tevazu değildir. İnsan büyüklük taslamamakla birlikte zamanın ve yerin gerektirdiği davranışı göstermelidir. Yoksullar, düşkünler ve çocuklarla ilgilenmek, onların hal ve hatırlarını sormak tevazudur. İnsan, mevkisi ne olursa olsun Allah’ın kulu olduğunu unutmamalıdır. İslam tevazua büyük önem vermiştir. Peygamberimiz bu özelliği hem bizzat üzerinde taşımış hem de sözleriyle tavsiye etmiştir. Bir gün kendisine bir adam getirilir, gelen şahıs korkudan titremeye başlar. Bunu gören Allah Resulü “Sakin ol, ben bir melik değil, Kureyş’ten, kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” buyurmuştur. (Gazali, İhyâu Ulûmi’d-din, Kahire, 1954, II, 483, 484).

Tevazu, alçakgönüllü olmak demektir. Böylelerine mütevazı insan denir. Tevazu sahipleri kendilerinden aşağıda olanlara küçük muamelesi yapmaz, onları hor ve hakir görmezler. Arkadaşları arasında büyüklük taslamazlar. Vakar ise, ağırbaşlı olmak demektir. Vakur kişiler mevki ve haysiyetlerinin hakkını gereği gibi korumasını bilen insanlardır. İnsan hem mütevazı hem vakur olmalıdır. İslam tevazu ve vakar sahibi olmayı teşvik etmekle beraber, bu hususta aşırı gitmeyi yasaklamıştır. Çünkü tevazuda aşırı gitmek insanı zillet ve meskenete düşürür, herkesin maskarası haline getirir ki bu doğru bir şey değildir. Mütevazı olacak, başkalarına karşı alçakgönüllülük gösterecek diye herkesin hakaretine, adice davranışlarına tahammül göstermek, aşağılamalarına razı olmak ahlaki bir fazilet sayılmaz. Vakarda aşırılık ise insanı kibirli yapar.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.