AİLE ÜZERİNE MÜLAKATLAR

AİLE ÜZERİNE MÜLAKATLAR

 

TAHİR DAĞASLANI İLE MÜLAKAAT

 

İLKADIM: Hocam, bir aile hangi temeller üzerine kurulmalıdır?

TAHİR DAĞASLANI: Konuya Kur’an çerçevesinden bakalım. Rum Suresi’nde Rabbimiz kendisinin varlık delillerinden, kendisini tanıyabileceğimiz ayetlerinden bahsederken ailenin varlığını da bu konuda örnek gösteriyor. 20. ayette “Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının) delillerindendir.” denirken 21. ayette “Onda ‘sükun bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” buyruluyor. Allah kadın ve erkeğin aynı özden geldiğine, bir tek nefisten yaratıldığına vurgu yapıyor. Cinslerin hiçbirini ötekileştirmiyor. Ayetlerde “teskin, mevedde ve rahmet” kelimeleri geçiyor.

Dilimizde de kullanılan iskân, teskin, müsekkin, mesken kelimeleri aynı köktendir. Demek ki ailenin oluşabilmesinin temel şartlarından birisi fiziki bir ihtiyaç olan evdir. İskân ettikleri bir mekânın olması gereklidir. Rasgele bir yerde, bir gün otelde birkaç gün başkalarının yanında geçici bir aile olmaz. Ailenin ikametgâhı olacak. Bundan sonra da sükûnet olacak ki bu da önemlidir. Erkek eve geldiğinde, hanım eve geldiğinde veya çocuklar eve geldiğinde evde huzur ve sükûn bulacaklar. Tanıdığımız insanlar var ki akşam işten eve zorla gidiyor, ev iskân ettiği bir yer değil de bir otelmiş, lokantaymış gibi akşam 10 dakika yemek için uğrayıp kendini dışarıya, kahvehaneye zor atıyorlar. Yatacak vakte kadar ev dışında zaman geçiriyorlar. Hâlbuki tersi olmalı, eşler de çocuklar da “Şu iş bir an önce bitse de eve gitsek.” diye can atmalıdırlar. Evde huzur sükûn bulmalıdırlar. Evde bir kargaşa ortamı varsa, aile fertleri evlerinde rahatlayamıyorlar ve huzur bulamıyorlarsa bu aile zor devam ettirilir. Buna yol açan sebepler öncelikle ortadan kaldırılmalıdır.

Ayette geçen “mevedde” kelimesi de eşler arasında olmazsa olmaz olan sevgiyi anlatır.

Üçüncü kelime olan “Rahmet” de aile için önemlidir. Erkek hanımına, hanımı da kocasına merhametli olmalıdırlar. Bazen haberleri duyuyoruz. Adam felç geçirmiş yıllarca yatıyor. Hanımı başında “Ben eşime sevgimden merhametimden dolayı bakıyorum.” diyor. Aynı şekilde erkek hanımı başında bekliyor. Veya hasta çocuklarının başında bekleşiyorlar. Aile böyle olmalıdır. Bir aile ferdinin başına gelen bir olumsuzluk diğerleri tarafından aile içinde paylaşılabilmelidir. Onun dışarı atılması için bir sebep olmamalıdır.

Aile kurmada ve eş seçiminde tercih sebebi, hadisteki dört özellikten sadece güzellik ve yakışıklılıksa; bu güzellikler herhangi bir şekilde sona ererse her şey biter. Biyolojik ve hayvanî özellikler ailenin temeli olmamalıdır. Kadın sırf güzelliğim bozulur diye çocuk doğurmak istemiyor. Moda tabirle metro seksüel erkekler çıkıyor. Bakımlı olmak iddiasıyla kaşını gözünü değiştiren, ağda yaptıran erkekler ortaya çıkıyor. Güya karşı cinse şirin görünmek amacıyla kadınlar ve erkekler zamanlarını ve kaynaklarını bu uğurda harcıyorlar. Yaşlılık hiç hesaplanmıyor. Her insan gibi yaşlılık gelip fizikler bozulduğunda ya da mevcuttan daha güzeli ile daha yakışıklısı ile karşılaşınca ne olacak? Eş olarak sevgi ve saygı ortamı oluşmamışsa, şefkat merhamet yoksa bu evlilik nasıl sürdürülecek?

Bakara suresi 187. ayette Rabbimiz kadınlar için: “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.” buyuruyor. Elbise giyilince ayıplar da güzellikler de örtülür. Evlendikten sonra eşlerin her türlü güzellikleri de ayıpları da eşler tarafından örtülmelidir. Aralarında bir aile mahremiyeti oluşmalıdır. Adam, başka erkeklerin yanında hanımının güzelliklerinden, düğünde nasıl güzel dans ettiğinden misket oynadığından ballandırarak anlatıyor. Bu iffetsizliktir. Allah “Hain bakışları ve kalplerin gizlediklerini biliriz.” buyuruyor. Hain bakışlara sebep olacak hallerin sergilenmesi de, bunların anlatılması da yanlıştır. Eşler ayetteki ifade ile birbirinin elbisesi olmalıdırlar.

Yine Allah “Takva elbisesi daha hayırlıdır.” buyuruyor. Bir sahabe diğerine soruyor: “Takva nedir? O da “Sen dikenli yolda yalınayak nasıl yürürsün?” diye soruyor. “Sürekli önüme bakarak, çok yavaş ve dikenlere basmamak için azami dikkat göstererek” deyince: “İşte takva budur” diye cevaplıyor. Bir kişi dış görünüşüyle, örtüsüyle, sakalıyla güzel bir görüntü ortaya koyabilir ama eğer aile içinde ve dışarıda iffetsizlik varsa, ahlaki kurallara uyulmuyorsa, eşler ve çocuklar yanında yakışıksız söz ve davranışlar varsa aile sürdürülemez. İslam bunları zaten yasaklıyor.

Müslüman’ın işi aslında kolay ve her şey hazır. Biz, Allah nasıl istiyorsa öyle evlenmek ve yaşamak istiyoruz. Rehberimiz ve örneklerimiz mevcuttur. Rabbimiz “Siz Allah’tan sakınırsanız Allah size bilmediklerinizi öğretir.” buyuruyor. Çocuklarla ilgili Nur Suresi 59. ayette: “Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler. İşte Allah âyetlerini size böyle açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” buyruluyor.

Bugün Batılı bir aile modeli içerisinde her şeylerini ve mahremiyetlerini aynı odada çocuklarıyla birlikte paylaşabilen bir aile tipi türedi. İslam’a göre yasak olan bir yaşam tarzını evlerde uygulayanlar var. Batıda birçok evde perdenin olmadığı ifade ediliyor. Hamamlara, denize, havuza giriş şekillerini; kadın erkek topluca yaşayabilen hayat tarzlarını; düştükleri olumsuzlukları biliyoruz. % 60’ı boşanmış, ayrı yaşayan insanların olduğu şehirler istatistiklere yansıyor. Bu durumların nedenleri üzerinde durmamız gerekiyor. Kuralsızlık insanları rahatlatıyor mu?

Allah, Bakara Suresi 205. ayette “Onlar işbaşına gelirlerse yeryüzünde fesat çıkarırlar, ekinleri, tohumları ve insan neslini bozmaya çalışırlar.” buyuruyor. Bugün dünya üzerindeki yöneticilere baktığımızda “Biz insanlığı ıslaha çalışıyoruz.” iddiasındalar. Eğer öyleyse bu çürüme neden?

Ailelerin kurulmasında, genel olarak eğitimde ve çocuk eğitiminde bir yanlışlık var. Bugün örf ve törelerdeki bir takım olumsuzluklar ileri sürülerek “Biz esaretten, hapis hayatından kurtulmak istiyoruz, özgürlük istiyoruz.” diyen kadınlara soralım. Nasıl bir özgürlük istiyorsunuz? “Biz de gece yarılarına kadar erkekler gibi sokakta dolaşabilelim.” diyorlar. Bunu derken “Biz de erkekler gibi cinselliğimizi sokaklarda yaşayalım, bizim de gece hayatımız olsun.” mu demek istiyorlar. Eğer durum buysa böyle erkekler, böyle kadınlar nasıl aile kuracaklar? Aileler, yuvalar ne olacak? Nesilleri nasıl bir gelecek bekliyor? “Beni nesillerimiz dâhil hiçbir şey ilgilendirmez. Ben kendi hayatımı yaşarım.” mantığıyla hareket edenler bir de bakıyorsunuz “Kelaynak kuşlarının nesilleri tükeniyor” diye üşenmeden birçok faaliyetler ve masraflar yapıyorlar.

Tüm yaşantımız ve aile hayatımız İslamî ölçüler içerisinde yeniden dizayn edilmelidir. Çözüm ve kurtuluş bundadır. Evli erkekler ve kadınlar için Kur’an’da “muhsan ve muhsanat” tabiri kullanılır.  Kelime anlamı “kale, sur” demektir. Demek ki insanlar evlenince kale gibi sağlam olacaklar, aileye dışarıdan gelen saldırılara hem erkek, hem kadın, hem de çocuklar son derecede sağlam bir şekilde karşı koyacaklardır. Sırlarını kale dışına vermezler. Zararlı şeyleri içeriye almazlar. Bu zararlı şeyler ziyaretçiler olabilir, düşünceler olabilir, gazete, dergiler ve televizyon olabilir, bunlara karşı dikkatli olurlar.

Erkekler ve kadınlar nikâhlısı olmayan karşı cinsten insanların yanında farklı düşünceler çağrıştıracak şekilde konuşmamalıdırlar. Dinimizde bu da men edilmiştir. Nur Suresi 30 ve 31. ayetlerde “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.” buyruluyor. Ama bugün bir Müslüman “Ben bakarım, güzele bakmak sevaptır, kimse karışamaz” diyebiliyor. Ne kadar ahlaksızca bir ifade. Baktığın o kadın başka bir Müslüman’ın karısı, kızı veya bir yakını değil midir? Aynı mantıkla seninkine de başkası bakacaktır. Bu İslamî bir yaklaşım olmadığı gibi insani bir yaklaşım da değildir. Hatta birçok hayvanın bile eşine yapılan saldırganlığı kavga nedeni saydığını biliyoruz.

Bugün “Hiçbir kural, örf ve adet tanımayız, kuşlar gibi özgür olmak istiyoruz.” diyenler yanlış yoldadırlar. Bir Arap atasözünde “Kuşlar da şekil ve şemaillerine göre beraber olurlar.” denir. Onlar da kuralsız değildir. Kartalla serçe, akbaba ile güvercin beraber olmaz. Herkes kendi türdeşi ile dengi ile birlikte olur. Davul bile dengi denginedir. Evlilikler kurulurken de denge gözetilmeli, insanlar kiminle düşüp kalktıklarına dikkat etmelidirler. Kuralsızlık ne İslamî ne de insanîdir.

Hadiste “İçinizden güç yetirenler evlensin.” deniliyor. Öyleyse evlilik önce kafada başlamalıdır. Bir erkek evlenmeye karar verdiğinde “Ben ailemin maddi manevi ihtiyaçlarını karşılayabilirim, iyi bir eş olabilirim, çocuklarıma iyi bir baba olabilirim, ailemin iffetine sahip ve sadık olabilirim.” demeli ve dediğinin farkında olmalıdır. Aynı şekilde kadın da “İyi bir eş ve anne olabilirim, ailemin iffetini koruyabilirim” anlayışında olmalıdır. Taraflar iyi bir aile kurmak için gereken bilgileri iyice öğrenmeli, bu husustaki eksikliklerini gidermelidir. Bunun için de acele edilmeli, gençler yaşları ilerlemeden evlenmeye teşvik edilmelidir.

Günümüzde “Evlenmeye hazır değiliz” diye evlenme yaşı artırılıyor, gençler Batı’daki gibi, flört gibi, nikâhsız beraberlikler gibi gayrı İslamî durumlara teşvik ediliyor. Evlenme yaşı yukarı doğru çekildikçe zina yaşı da aşağı doğru iniyor. Bu durum toplumda yaygınlaşınca da çözümü zinanın suç olmaktan çıkarılmasında buluyorlar. Bu çözüm çözüm müdür Allah aşkına? Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Yahudilerin zina edenlere verdikleri uyduruk cezalara bakarak “Sizde zinanın cezası bu mudur?” diye sorunca Yahudiler “Hayır ölümdür ama başta ileri gelenlerimiz arasında olmak üzere zina aramızda yaygınlaşınca böyle bir çözüm bulduk.” diyorlar. Biz de şimdi zinayı suç saymaktan vazgeçtiğimiz zaman zina sorununu çözdüğümüzü mü zannediyoruz? Ailelerin yıkılma sebeplerinin başında gelen bu illet ortadan kalktı mı? Gözümüzü kapatarak bu meseleyi çözemeyiz. Çözüm zinayı ve nedenlerini kökten ortadan kaldıracak çözümlere yönelmekte ve İslam’ın istediği aile yapısını yeniden tesis etmektedir.

Batının aile yapısı bize örnek değildir. Zaten orada neredeyse aile diye bir şey kalmamıştır. İki erkek birbiriyle evlenebiliyor. İki kadın birbiriyle evlenebiliyor hatta evlat edinebiliyorlar. İki erkeğin birbiriyle nikâhlandığını ve bir ülkenin büyükelçisi olarak atandıklarını medyada okuyoruz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün peygamberlerin ortak mesajlarından birinin “Utanmadıktan sonra dilediğini yap.”  olduğunu zikrediyor. Utanma kalktıktan sonra ortada hiçbir şey kalmaz. Bir de maalesef bu tip fıtrata aykırı sapık durumlar ve insanlar toplumun önüne rol model olarak konuluyorlar.

İLKADIM: Günümüzde erkekler de kadınlar da çalışma hayatına yönlendiriliyorlar. Bu durum sizce aile açısından olumsuz bir durum teşkil eder mi? 

TAHİR DAĞASLANI: Aile düzeninin bozulmasıyla çok ilintili bir konu da geçtiğimiz yüzyılda ortaya çıkan ve insana değil tüketime ve sermayeye önem veren, sanayileşmeye dayalı, insanların emeğini sömüren ekonomik sistemdir.

Daha önce küçük aile işletmeleri vardı. Aileler aile içi yardımlaşma ile kendi topraklarını işleyerek geçimlerini sağlıyor ve aile bireylerinin neredeyse tüm zamanları birlikte geçebiliyordu. Ama bugün sadece üretime ve tüketime dayalı bir dünyada ailenin tüm bireyleri çalışmak zorunda bırakılıyor. “Kadınlar eve hapsedilmesin, özgürleşsin.” diyenler aslında kadınları da bu üretim ve tüketim çılgınlığının içerisine çekerek neredeyse 24 saat çalıştırmak istiyorlar. Bu nasıl özgürlüktür? Kadın çalışmalı, erkek çalışmalı, çocuklar çalışmalı. Herkes 65-70 yaşına kadar, hatta ölene kadar sürekli başkaları için çalışmalı. Baba ve anne erken saatte evden çıkacak, akşama kadar çalıştırılacaklar. Yetmezse mesai verilerek geceleri de satın alınacak. Çocuklar yine erken saatlerde evden çıkarılacak, akşama kadar okula gidecekler. Tüm çocukluk ve gençlikleri yarıştırılmak ile geçecek. Neleri ne için öğrenecekler? Bu kadar yıl bu şekilde eğitim neden gereklidir? O da sorgulanmıyor. Böyle bir ailenin bireyleri akşam yorgun argın eve gelecekler, sükûn ve huzur içerisinde bir aile ortamı oluşturacaklar… Bu mümkün olabilir mi?

İnsanları insan değil de makine olarak görürseniz, materyalist bir hayat tarzını öncelerseniz, sermayeyi belli bir elitin elinde toplarsanız; o elit tabaka da hayatın sadece dünyadan ibaret olduğuna inanıyorsa; böyle bir sömürgeci sistemde insanların mutlu olması, mutlu ailelerin kurulması mümkün değildir. Bu zihniyet bir insanı 5 liralık çalıştırır 3 lira verir. Tüketim alışkanlıklarını artırır. Sonra da ailenin geçinebilmesi için kadının da aynı koşullarda çalışmasının gerektiğini empoze eder. Daha az ücretle daha fazla insan gücü satın alır. Böyle bir dünyada insanlar aile sorumluluğu almaz. Sadece kendisini düşünen, kendisi için yaşayan insanlar çoğalır. Bugün Batı’nın içine düştüğü durum budur.

Bu olumsuzlukları gören ve çözüm arayan bir Müslüman “Benim hanımım çalışmasın, ben gerekirse daha çok çalışayım, evimi geçindireyim. Yeter ki ailem, çocuklarım mutlu olsun.” dediği zaman da kadın haklarından, kadının eve hapsedilemeyeceğinden bahsediliyor. Özgürlük anlayışları “Kadın ailesi ve çocukları için değil, bizim fabrikamızda, bizim işimizde asgari ücretle çalışsın.” demekle sınırlı. Kadın hakkı anlayışları da “Doğum iznini birkaç gün artıralım, emzirme iznini birkaç saat artıralım.” demekten ibaret. Çocuğun anneye, annenin çocuğuna ihtiyacı birkaç gün veya birkaç saatle mi sınırlıdır? İşte ayetteki “O insanlar işbaşına geldikleri zaman nesli bozarlar.” ifadesi böylece yerine oturuyor.

Bunların çözümü de bu sorunlarla tek tek uğraşarak olmaz. Bu bir sistem sorunudur. Aileden sorumlu bakan atamakla da bu mesele çözülemez. Bakanlık sadece yetiştirme yurtlarındaki skandallar ortaya çıktığında adı duyulan bir bakanlık olmamalı. Ailenin maddi ihtiyaçları, manevi ihtiyaçları, çalışma hayatındaki zorlukları toptan ele alınıp planlanmalıdır.

İLKADIM: Günümüzde Avrupa’ya gidebilmek veya babasının maaşını alabilmek için sahte nikâhlar ve sahte boşanmaların yapıldığına şahit oluyoruz. Nikâhın öneminden ve ciddiyetinden bahsedebilir miyiz?

TAHİR DAĞASLANI: Nikâhtan maksat hem fiziksel beraberlik hem de manevi beraberliktir. Bir ülkenin vatandaşlığını alabilmek için, o ülkede iş sahibi olabilmek için kendi eşlerinden anlaşmalı olarak boşanıp o ülkelerde para karşılığı sahte nikâhlar kıyılabiliyor. Özellikle Batılı ülkelerde bunu sıkça görüyoruz. Basit dünyevi faydalar uğruna, nikâh müessesi gibi sağlam olması gereken bir yapı basite alınıyor ve maalesef yıpratılıyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Zina eden kişi mü’min olduğu halde zina etmez, o anda imanı çıkmıştır.” buyuruyor. O haram kılınan eylemi pervasızca yapmak Allah’ın emrini hiçe saymak demektir. Zinanın etkisi sadece eylemi gerçekleştiren iki tarafla sınırlı kalmaz, sosyal bir boyutu vardır. İmana, topluma ve aileye büyük zarar veren bir kötü fiildir.

Nikâh samimiyet ve ihlâs üzere kurulmalıdır. Üniversiteli talebeler arasında ve ayrıca maddi durumu yerinde olan bir takım kişiler arasında gizli evlilikler, gizli nikâhlar kıyıldığına şahit oluyoruz. Bunlar hem de sözüm ona dînî duyarlılığı olan insanlar.

Nikâhın şartlarından birisi de açıktan olması, herkese duyurulmasıdır. Kendilerince birtakım sebeplerle birkaç arkadaş çevresi ile sınırlı kıyılan nikâhların ne kadar “ilan” edildiği tartışılır. Şahitler toplum içerisinde alenen birlikte yaşayacak olan çiftin nikâhlı olduklarını ispat için gereklidir. O nikâhın üç beş kişinin bilgisinde kalmasını sağlamak için değil.  Bu durum ne kadar İslamî’dir? O kızların, o erkeklerin aileleri bu işe ne kadar rıza gösterirler?

Efendimiz nikâh kıydığı zaman ilan etmiş, düğün yemeği tertip etmiş, mü’minlere de kıt imkânlarla dahi olsa bunu tavsiye etmiştir. Bununla ilgili birçok hadis vardır ve Efendimizin çok önemsediği bir husustur. Gizlilik üzerine nasıl hukuk inşa edilebilir? Taraflardan biri mağdur olsa -ki böyle durumlarda sıkça görülüyor- bu mağduriyeti nasıl giderilecektir? Çocukların durumu ne olacaktır? Sonuç olarak gizli nikâhın İslam’ın arzuladığı bir şey olmadığı açıktır. Resmi nikâh dediğimiz, evliliği kayıt altına alan nikâh işlemin de gerçekleştirilmesi şarttır.

Yaşadığımız bir olay… Üniversiteli bir genç bize geldi ve “Hocam okuldan bir kız arkadaşla birbirimizi beğeniyoruz. Çarşıda otobüste birlikte geziyoruz. Dini açıdan da bu durumdan rahatsız oluyoruz. Bir dua etseniz de dini nikâh kıysak” dedi. Ben de “Yaşlarınız ve diğer durumlarınız uygun olduğuna göre belediyeye gidip resmi nikâhınızı kıydırın.” dedim. Delikanlı “Ama hocam ailelerimizin haberi yok ve biz de onların haberi olsun istemiyoruz.” dedi. Böyle bir nikâh anlayışının dinimizde yeri yoktur. Dinin bu gibi nefsanî durumlara alet edilmesi yanlıştır. Bu gibilerin nikâhın ciddiyetinden, sonuçlarından, taraflara yüklediği sorumluluklardan, babalıktan, annelikten, miras durumlarından haberleri yok demektir.

“Bugün teknoloji ilerledi, nesebin tespiti ve karışmaması için artık nikâha gerek yoktur. Nikâh artık eskide kalmış bir modadır.” gibi yaklaşımlarla karşılaşıyoruz. Bu gibi aile kurumunu da ortadan kaldıran durumlar bir Müslüman’a yakışan şeyler değildir. İnsanca değil hayvanca bir hayat tarzına özenmektir.

Avrupa’ya çalışmak için gidenlerde şahit olduğumuz danışıklı boşanma olayına gelince, dinen mahkemedeki bu boşanma bir talak sayılır. Boşanma dinen de gerçekleşmiş sayılır. Bunun da ciddiye alınıp sonuçlarının iyi bilinmesi gerekir.

Babası ölen bir kadın kocasından anlaşmalı boşanarak babasından kalacak maaşı devletten almaya devam etmek istiyor. Bu da yanlıştır. Burada aldatılan devlettir. O para da bütün milletin parasıdır. Ayette “Yetim malı yiyen karnını ateşle doldurur.” buyruluyor. O kişinin hesap gününde hakkına hile ile tecavüz ettiği 70-80 milyonla helalleşmesi gerekecektir. Ayrıca dinen yine tekrar evleninceye kadar evlilikleri sona ermiştir. Kanunlardaki boşluklardan yararlanarak bu haksızlığı yapabilir ama kıyamet günündeki hesabı unutmamalıdır. Aldatılan devletin Müslüman veya gayrı Müslim olması da bir şey değiştirmez. Müslüman her yerde ve her zaman dürüst ve doğru olmakla mükelleftir. Allahu Teâlâ Kur’an’da “Benim inancımda olmayanları her halükarda aldatırım, onların malları bana mübahtır” anlayışındaki Yahudileri şiddetle eleştirir.

Nikâhın böyle hafife alınması, zinanın serbest bırakılıp suç sayılmaması hatta meslek sayılması gibi gayrı dînî ve gayrı insanî durumlar yaygınlaştıkça da aile kurumunun korunması ve devamının sağlanması da haliyle çok zorlaşacaktır.

İLKADIM: Hocam teşekkür ediyoruz.

 

 

İBRAHİM ÇİFTÇİ İLE MÜLAKAAT

 

İLKADIM: Hocam, aile bütünlüğünün korunması için dikkate alınması gereken temel hususlar nelerdir?

İBRAHİM ÇİFTÇİ: Aileyi oluşturan bireylerin ayrı ayrı özellikleri vardır. Kocanın, kadının ve çocukların ayrı konum ve durumları vardır. Genelleme yapılması gereken husus aile içinde kişiliklere saygılı olunmasıdır. Bunun yanında ailede bir de itaat faktörü vardır. İslamî ölçüler içerisinde sağlıklı bir evliliğin sürdürülebilmesi için aile içerisinde itaat etmesi gereken kadındır. Elbette karşılıklı konuşulacak, işler istişare ile yürütülecek ama sonuçta erkeğe itaat edilecektir. Erkek, ailenin hamisidir, koruyucusudur. İslam ona o görevi vermiştir. İtaat, kadının erkeğe muhtaç olduğu için veya mecbur bırakıldığı için değil, kocasının o özelliklere sahip olmasından dolayı yapılmalıdır. Yani itaat edilmesi gereken özellikleri de kocanın üzerinde taşıması gerekir. Zaten temel kural “Masiyette itaat yoktur.”

İkinci olarak ailede mutlaka gerekli olan “sevgi”yi değerlendirirsek; bilelim ki görücü usulünde sevme olayı başlangıçta zor gerçekleşir. İlk etapta fizikî özelliklere bakılabilir. Ahlakî özellikler araştırılabilir. Sevgi ise evlilik gerçekleştikten sonra zamanla ortaya çıkacaktır. Bunu baştan belirtmek gerekir. Evlendikten sonra sevmeye çalışmak gereklidir. Bir taraf sevilecek özellikleri bulma konusunda çaba sarf ederken diğer taraf da sevilecek özelliklerini ortaya çıkartma gayreti içerisinde olmalıdır. Bir kişi sevmek isterse olumlu tarafları görecek, eğer baştan sevmek istemezse hep olumsuz yönleri görecektir. İtaat ve saygı da zaten sevgiyle birlikte gelecektir, gelmelidir. Tekrar ifade edersek kadının kocasına, kocanın da karısına karşı davranışları hususunda bu sayılan kuralların ortaya konması gereklidir.

Dînen evin nafakasını, geçimini sağlayan erkektir. Bugün eğer her iki taraf da çalışıyor ve aileye katkı sağlıyorsa farklı bir durum da ortaya çıkmaktadır. Hamilik ve reislik, haliyle zayıflayacaktır. İktidar mecburen paylaşılacaktır. “Aile bütçesinin yarısına da sen katkıda bulunuyorsun ama aile yönetiminde hiçbir hakkın yoktur.” da denilemeyecektir. Nasıl ki evin ihtiyaçlarını tek başına erkek karşıladığında bunun için üstünlük taslamaması, başa kakmaması, ağır ifadelerle eşini rencide etmemesi gerekiyorsa aynı durumdaki kadının da böyle yanlış davranışlarda bulunmaması gerekir. Aksi durumda bu da aile içi geçimi zorlaştıracaktır.

Bunun yanında aile huzurunun devamı noktasında gerekli bir diğer husus da sır tutma ve aile mahremiyetine saygıdır. Aile içerisindeki sırlar dışarıya taşınmamalıdır. Bu konuda maalesef kadınlar erkeklere nazaran biraz zayıf kalmaktadırlar. Erkekler eşleri ile ilgili küçük sıkıntılarını dışarıda dillendirmezken, kadınlar eşleri ile ilgili şikâyetlerini değişik yerlerde ifade edebiliyorlar.

Bir diğer husus da eşlerden herhangi bir taraf kendilerini yüceltirken karşı tarafı küçük duruma düşürmemelidirler. Mesela bir hanım başkalarının yanında “Benim eşim eve gelir gelmez süpürgeyi eline alır, evi süpürür.” diyor. Ev içerisinde aslında güzel de olan bu özelliğin dışarıda böyle söylenmesinin erkeği düşürebileceği durumun dikkate alınması gerekir. Erkeğin de karısıyla ilgili dışarıda ‘söylenmemesi gereken’ övücü sözleri söylememesi gerekir. Tersi de aynıdır. Mesela başkalarının yanında, kendi annesinin yanında  “Şimdiye kadar ağız tadıyla bir yemek yiyemedim”, “Evde şunu şunu hiç yapmıyor.” gibi aile içinde olabilecek ve basit bazı hususların aile mahremiyeti içerisinde kalması gerekir. Çocukların da bu bilinç içerisinde yetiştirilmesi gerekir.

Aile bütünlüğünün korunması için gerekli bir husus da çocukların yanında bir takım yanlışlıkların ya da “Babanız duymasın, anneniz görmesin.” gibi ikiyüzlü davranışların sergilenmemesidir. Çocuk bu durumda “Babaya veya anneye yalan söylenebilirmiş.” diye öğreniyor. Eşlerin hem kendilerine hem de çocuklarına karşı dürüst olmaları aile bütünlüğünün korunması, aile yapısının sağlam ve sağlıklı yürümesi için çok önemlidir.

Netice olarak aile içinde hem eşler hem de çocuklar kendi üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları hem iyi bilecek, hem de yerine getirme gayreti içinde olacaklardır. Güven, sadakat ve bağlılık ailenin sağlıklı yürümesinin en önemli faktörlerindendir.

İLKADIM: Günümüzde ailenin yaşadığı sorunlar ve çözüm yolları ile ilgili neler söylersiniz?

İBRAHİM ÇİFTÇİ: Hem İslamî hem de geleneksel anlamda baba erkil, babanın aile reisi olduğu bir aile yapımız var. Bu durumun istismar edilmesinin yanlışlığı ortadadır ama sonuçta kadının en önemli ve öncelikli görevlerinden birisinin annelik olduğunun da unutulmaması gerekir. Böyle önemli bir özellik ve güzellik varken şu veya bu şekilde günümüzde kadının isteyerek veya mecburen erkeklerle birlikte iş hayatına çekildiği de bir gerçektir.  Bu durumun geleneksel aile yapısındaki rolleri değiştirmeye başladığını görüyoruz.

Sonuçta şartların getirdiği bu iktidar paylaşımı çatışmayı da beraber getirince ailenin sürdürülememe nedenleri arasına bu durum girmiş oldu.

Toplumumuzda şimdilerde yeni bir aile yapısı daha ortaya çıktı ki o da çocuk erkil aile tipidir. Çocuk ne istiyorsa her isteğinin anında yerine getirilmeye çalışılmasıdır. “Biz görmedik o görsün, biz tadamadık o tatsın, mahrum olmasın.” anlayışında anne babalar görüyoruz. Hâlbuki çocuğun her isteğinin yerine getirilmesi çocuk için de sağlıklı bir durum değildir. Bu durumun aslında onların zannettiği gibi iyi bir anne babalık olmadığının bilinmesi gereklidir. Çocuğun bazı isteklerinin makul gerekçelerle reddedilmesi de onun eğitimin bir parçasıdır.

Bir başka husus da eskiden çocuklara kural koyan, onların eğitimi ile ilgilenen kişi baba idi. Hatta zaman zaman babanın aşırı otoritesinden çocuklar annenin şefkatine sığınır, yardım isterlerdi. Şimdi ise birçok velimizden şahit oluyoruz ki çocuğun neredeyse her türlü ihtiyacı ile, okulu ile, eğitimi ile anneler ilgileniyorlar. Babalar bu konuda arka planda kalıyorlar. Çocuk ile ilgili önemli kararları anneler veriyorlar. Çocuklar artık annelerini babalarına şikâyet ediyorlar. Baba, anneye “Çocuğun üstüne fazla gitme.” diyor. Hem İslamî açıdan hem de geleneksel açıdan kadının ve erkeğin rolleri yer değiştirmeye başladı.

Sebebi ne olursa olsun çekinmeden bu durumların üzerine gitmemizin gerekli olduğuna inanıyorum. “Pedagoji şöyle diyor, psikoloji şunu gerektiriyor, artık modernitenin gerekleri bunlardır.” gibi şeylere takılmamamız, kendi doğrularımızın değiştirilmesine göz yummamamız gerekir. Haramlar, helaller konusunda net olmalıyız. Kadınımızın da erkeğimizin de çocuklarımızın da doğru ölçüler içinde olmasını sağlamamız şarttır. Biz kurallarımızı tam ve eksiksiz koymalıyız ki ailemiz içerisinde söyleyegeldiğimiz bu boşluklar ve yanlışlar olmasın. Kadın okumalı mı, çalışmalı mı? Eğer bunlar hakikaten gerekli ise ölçüleri ve kuralları nelerdir? Kesin çizgilerle kırmızı çizgiler çekilmeli, bu çizgilerin içerisinde kalınmalıdır. Kadının eğitim görmesi ile okuması arasında doğrudan bağlantı kurulmamalı, “Mutlaka çalışacağım” diye okutulmamalıdır.

Netice olarak aile içerisinde her türlü hareket davranış ve muamelelerde İslam hâkim kılınmalıdır. Ailenin kuruluşunda ve devam ettirilmesinde İslamî hassasiyetlere, görev ve sorumlulukların yerine getirilmesine dikkat etmeliyiz. Aile kurumuna yönelik her yönden yağan tehlike ve tehditlere karşı uyanık olmalıyız.

İLKADIM: Hocam teşekkür ediyoruz.

 

 

RAUF DENİZLER İLE MÜLAKAAT

 

İLKADIM: Hocam, aile bütünlüğünün korunması için dikkate alınması gereken temel hususlar nelerdir?

RAUF DENİZLER: Nevzat Tarhan aileyi şirkete benzetiyor. Bir şirketin sağlıklı yürüyebilmesi iki çeşit sermayeye ihtiyaç vardır. Kurulum ve işletme sermayeleri. Aile de böyledir. Sağlıklı yürüyebilmesi için maddi ve manevi sermayeye ihtiyaç vardır. Maddi sermaye ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar bir gelire sahip olmasıdır. Dinimiz bu sermayeyi bulma görevini erkeğe yüklemiştir. Hiçbir erkek bu görevden ve ailedeki bu rolünden kaçamaz.

Ayetteki ifadeye göre erkek, kadın üzere kayyumdur. Tabii ki kayyumluk masaya yumruğun vurularak “Her zaman ve şartta benim dediğim olacak.” demek değildir. Yönetici, sorumluluğu altında olanların her ihtiyacını karşılamakla yükümlü olan kişidir. Bu onun görevidir. Allah erkeğe de kadına da sosyal bir rol biçerken güçlerini, psikoloji ve kabiliyetlerini de o role uygun yaratmıştır.

Kadına biçilen ve aynı öneme sahip en önemli iki rolden birisi “anne”lik diğeri ise “eş”liktir. Bunların hangisini ön plana alırsa diğer görevi aksayabilir ve ailenin dengesi bozulur. Erkek ise yönetici olarak ailenin diğer fertlerinin sosyal rollerini yerine getirebilmeleri için gerekli şartları ve güven ortamını sağlamakla görevlidir.

Evin her ferdi evde rahat edebilmeli ve huzur ortamı evde sağlanmalıdır. Akşam eve gelirken dış ortamın her türlü sıkıntısından kurtulup bir huzur ortamına, bir sığınağa gidildiği hissi uyanmalıdır. Kapı çalındığında da evin hanımı “Eve poşetler geldi.” diye değil “‘Eş’im geldi, evin direği, evde bu huzurun sağlayıcısı geldi.” inancıyla gözlerinin içine bakarak eşini karşılamalıdır. Erkek bu durumu sağlayabilmelidir.

Dış ortamın her türlü olumsuzluklarından korunabilmek için aile fertlerinin hepsinin birden bir “sığınak” haline getirdiği aile yuvasının olmazsa olmazı, en önemli ihtiyacı manevi yaşantının ailenin içinde hâkim kılınmasıdır. Aile bireylerinin öncelikle sağlam bir “tevhit inancı”na sahip olmaları güçlü bir iradeye sahip olmalarını da sağlar. Allah’ın varlığına ve birliğine, dünya hayatının geçici olduğuna, imtihan yeri olduğuna, asıl hayatın ahiret hayatı olduğuna inanan fertler, aile içerisindeki sıkıntılara zorluklara göğüs gerebilirler.

Bu inancın ailede sağladığı faydalardan birisi de karşısındakine inanabilmektir. Efendimiz tebliğ ile vazifelendirildiği o zorlu ilk günlerde “Ey Hatice bana kim inanır?” dediğinde Hz Hatice “Bana anlat, ben sana inanırım.” der. Bu cümlenin aile için önemini anlayabiliyor muyuz? Hz Hatice her durumda eşine mutlak anlamda inanıyor ve güveniyor. Asıl önemlisi Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem eşinin üzerinde bu güveni sağlamasıdır.

Bir ailenin ibadetlerini birlikte yapıyor olmalarının önemini bir düşünelim. Baba, ailesinin önüne geçiyor, hep birlikte namaz kılıyorlar. Hep birlikte sahura kalkıp birlikte oruç tutarak, iftar ederek manevi lezzetleri birlikte tadıyorlar. O aileye Allah’ın rahmeti bereketi yağmaz mı? Sonuçta ailede manevi yaşantıda da birliktelik şarttır.

Bu sığınağın içindeki huzur ortamını sürdürebilmek için ayrıca belli zamanlarda mutat olarak birlikte kitap okumak çok önemlidir. İlk emrin “İkra’” olması önemlidir. Okuma insanın ufkunu açar, kalbini zenginleştirir. Aile içerisinde birlikte Kur’an hatimleri yapılabilir.

Bunların yanı sıra birlikte piknik ve seyahatler yapılmalıdır. “İbret alarak yeryüzünde gezmek.” Rabbimizin tavsiye ettiği bir etkinliktir. Ekonomik şartlar elverdiği ölçüde birlikte seyahatler, hayat tarzımıza uygun tatiller aile birlikteliğini güçlendirecektir.

Elbetteki bunlar aile fertleri her anını birlikte geçirmelidirler demek değildir. Erkek, aile dışında da arkadaşları ile veya hizmet alanlarında zaman geçirecek; kadınlar da hemcinsleriyle zaman zaman bir araya gelerek kendi dünyalarını konuşup paylaşabildiği ortamlarda bulunacaklardır. Bu da gereklidir. 

Bir de aile fertlerinin genel şartlarımıza ve ölçülerimize uygun olmak kaydıyla bireysel tercihlerine saygılı olmak lazımdır. Mesela bir hanımın İslamî şartlara uygun olmak şartıyla kıyafet tercihinde erkek esnek olabilmelidir.

Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem Hz Aişe ile iki defa koşu yarışı yaptığını okuruz. İlkinde Hz Aişe Efendimizi geçer, ikincisinde Efendimiz birinci olur ve “Nasıl da seni geçtim?” demez. “Bu ilkinin rövanşı oldu.” der. İnceliğe dikkat edebiliyor muyuz? Ben Peygamberimizin Hz Aişe’nin duygu deposunu dopdolu tutmak için bunu yaptığına hatta ilk yarışta bilerek geçildiğine inanıyorum. Bu arada İbrahim Çiftçi Hocamız Medine’de görevli olduğu dönemin ilk yıllarında, Efendimizle Hz Aişe annemizin koşu müsabakasını yaptığı yerdeki “Mescid-i Sabık”ı ziyaret ettiğini ama sonraları başka bir maksatla kullanılmak üzere yıkıldığını anlatmıştı. O hatıranın en azından son yıllara kadar bu mescit vasıtasıyla sürdürülmesi de anlamlıdır.

Efendimizin başka hanımları ile buna benzer bir rivayet yoktur. Buradan hanımların hatta çocukların fıtratlarını, kişilik özelliklerini önemseyerek onların duygu dünyalarını dikkate almanın da kayyum olmanın gereklerinden olduğu anlamı çıkarabiliriz.

İLKADIM: Hocam teşekkür ediyoruz.

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.