AİLE FERTLERİ ile MÜLAKAT

AİLE FERTLERİ ile MÜLAKAT

 

İlkadım: Hocamızın okul arkadaşları ile davranışları, tavırları, onunla irtibatları nasıldı hocam?

Nureddin Soyak: Evet, vefa duygusu zirvede olduğu için rahmetli babamızın hem akrabaları hem de arkadaşları ile olan münasebetlerinde her zaman canlılığa dikkat etmiş, irtibatı canlı tutmuştur. Ta İlkokul arkadaşlarından tutun da üniversitedeki arkadaşlarına kadar sürekli arayıp sormuş ve her konuda olduğu gibi bu konuda da arkadaşlarını derleyici, toparlayıcı olmuştur. Mesela vakıf bünyesinde yapılan mesire şenliğinde ta o arkadaşlarını hatırlar, hem hocalarını hem arkadaşlarını davet eder ve onların icabetinden de çok memnun olurlardı.    

 

İlkadım: Arkadaşlarında belirli bir kriter arar mıydı hocam?

Nureddin Soyak: Yok, arkadaşlık yetiyordu. Kendinin düşündüğü ölçülerde olmasa bile bu vefa duygusun sürekli ön plandaydı. Bütün arkadaşlarıyla ilgisini sıcak tutmaya çalışırdı.

 

İlkadım: Hastalandıkları zaman ziyaretlerine giderdi.

Nureddin Soyak: Evet, ararlar, ziyaret ederler, telefon ederler, bayramlarda muhakkak ararlardı. Hocalarından Hasan Aksay Hocamız da vefatından sonra Akit gazetesinde yazmış olduğu makalesinde bu özelliğini ön plana çıkarıyordu. Bu yazısında vefa duygusunu vurgulamıştı.

 

İlkadım: Hocamızın kitaplarıyla ilgili görüşlerinizi alsak. Okuduğu kitaplar, kitap koleksiyonu var mıydı hocamızın? Ne tür kitaplara ağırlık verirdi?

Mücahit Soyak: Genelde dînî ağırlıklı kitaplar olurdu. Bunun yanında kültür ağırlıklı, özellikle tarihe yönelik kitaplara büyük ilgisi vardı. Bize de bu yönde hep telkinleri olurdu. Belirli seyahatleri çok olurdu. Seyahatlere gidip gelirken bize, “Ben gelene kadar şu cildi okursan size sürpriz yapacağım veya bir hediye alacağım” şeklinde okumaya teşvikleri olurdu. Özellikle Arapça temel kitaplara çok önem verirdi. O dönemde Mısır’da okuyan arkadaşlarımız vardı. Türkiye’de Arapça fıkıh-tefsir vs. temel bazı eserler az olduğu için veyahut da bulunmadığı için Mısır’da, Arabistan’da, hatta Pakistan’da okuyan arkadaşlarımızdan bu kitapları getirmelerini isterdi. Bu arkadaşlar “Bir isteğiniz var mı” deyince bu kitapları isterdi.

 

İlkadım: Tarih sevgisi nasıldı hocamızın? Osmanlı tarihi, Selçuklu tarihi, İslam Tarihi konusunda?

Nureddin Soyak: Tarihe karşı özel bir merakı vardı. Bu özel merakı kendisine sorduğumuzda bizim kasabada bulunan –Süksün kasabasında bulunan- dedemlere ait misafirhaneden bahsederdi. Oradan bahsederken gözleri parlardı. Cidden oradan manevî kazanımlar elde ettiği orta yere çıkıyor. Orada düğünler yapılır, toplantılar yapılır. Kasabamız Ankara-Kayseri yol güzergâhında olduğu için misafirler gelirler orada kalırlar. Hatta rahmetli annelerine olan muhabbetlerini de babam bu vesileyle vurgulardı. Geceleyin bile olsa o misafirlerin önüne peynir, pekmez vs. o günün imkânlarında ne varsa hazırlayıp çıkarırdı diye annesinden sitayişle bahsederdi.  Orada genelde İstiklâl savaşına katılmış şahısların bulunması ve orada bu kişilerin hatıralarının anlatılması ve tarih sohbetlerinin yapılması babamın ruhuna çok etkisi olmuş, tarihe olan merakının başlangıcı olmuştur. Gerçekten kendisi ilahiyatçı olmasına rağmen tarihî malumatı bir tarihçiden daha fazla denilebilecek noktadaydı.

 

İlkadım: Yani çocukluk döneminde şehit yakınlarının, gazilerin, gazi yakınlarının savaşı anlatması, Osmanlının anlatılması, bir de Hz. Ali’nin cenklerinin oralarda okunması hocamızın cihat ruhunu oralarda almasını temin etmiştir.

Nureddin Soyak: Evet, bu malum zaten. Kahramanların hayatı insanların gönlünde değişik esintiler meydana getiriyor. Onların mücadeleleri, cihadları, Kur’an’daki Peygamberlerin tevhit mücadeleleri, daha sonra Peygamberimizin ve ashab-ı kiramın mücadeleleri ve günümüze kadar gelen kahramanların mücadeleleri insanı etkiliyor. Gençlerimizin bu noktada İslam kahramanlarını örnek almaları gerekiyor.

Mücahit Soyak: Babaannemi genellikle ölümüyle birlikte anardı. Çok cömert insan olduğundan bahsederdi. Cömertlikte ve hizmette hep babaannemi örnek gösterirdi.

 

İlkadım: Babaannenizin hizmetinden de çok bahsederdi hocam.

Mücahit Soyak: Köyün en büyük odası dedemlerin odasıydı. O zaman hali vakti yerinde bir aileydi. Babaannem de gecenin on ikisinde bile gelen olsa hemen hizmete koşar, yufka ıslatır, o zamanın imkânlarıyla evde ne varsa misafirlerine ikram eder, hayvanlarını ahıra çekip onları yemlermiş. Babaannemin ölümünden çok etkilendiğini söylerdi babam. Hatta o günlerde kıyametin akşam vaktinin kopacağını bildiğinden, her akşam vakti beklermiş, kıyamet kopmayınca da, “Bu akşam da kıyamet kopmadı, bu akşam da anama kavuşamadım” diye hüzünlenirmiş. Anne sevgisi çok büyüktü. Hatta babaannem esmermiş, torunlarından esmer olanları “anam” diye severdi. Hayatında büyük etkisi var öksüz büyümesinin. Hatta bu konu ile ilgili bir bayram günü lise döneminde İmam Hatip Mektebinde yazdığı bir kompozisyonu çıkardı.

 O gün “Bayram ve Çocuk” konulu bir kompozisyon yarışması yapılmış, hocası da Sabit Hashalıcı Hocam. Kompozisyonun muhtevası bayram ve öksüz bir çocuğun bayramı idi. Hocası da oraya “Bir sarrafın altını işlediği gibi konuyu işlemişsin, aferin evladım 10” yazmış, hepimiz çok duygulanmıştık, hep birlikte ağlamıştık. Öksüz büyümesinin hayatı üzerinde etkileri büyüktü.

 

İlkadım: Çocukluk zamanınızda sizi köye götürdüğünde oradaki akrabalarınız ile tanışmanızı nasıl sağlardı?

Mücahit Soyak: Şimdi biz köy dışında büyüdük. Ama ben daha sonra 89 yılında kendi köyümüzden evlendim. Eşimle kişiler hakkında, akrabalarımız, eşimin akrabaları hakkında konuştuğumuzda eşim hayretle bana, “Sen nasıl biliyorsun bunları, ben bilmiyorum” derdi. Babam hiçbir zaman bizi köyümüzden ve akrabalarımızdan uzak bırakmadı. Hatta şahsen bilmediğimiz kişileri bile ismen bilirdik. Köyden hiçbir zaman uzak kalmadık. Bizi köye götürür, amcalarımızın, dayılarımızın yanında kalırdık. Bunu özellikle kendisi isterdi. Sıla-i rahime büyük önem verirdi.

 

İlkadım: Peki evladı olarak sizi götürdüğü gibi torunları da götürür müydü? Zeki siz hiç gider miydiniz dedenizle beraber?

M. Zeki Soyak: Tabii, biz her bayram, ayrıca bayram dışında da köye giderdik. Aksatmazdık. Özellikle büyükler köyde olduğu için hep giderdik. Böylelikle büyükleri tanımanın yanında sürekli ziyaret ortamı mevcuttu. Bir süre sonra tanıdığınız bir kimseyi unutmanız mümkün fakat biz sürekli ziyaret halinde olduğunuz için unutma riskimiz de olmazdı. Büyüklerimizle saygı sevgi içerisinde güzel ilişkiler kurardık. Köy eşrafı içinde tanımadıklarımız nadir olurdu. Pek çoğunu tanırdık. Tabii bu geziler esnasında konuşulanları, pek çok hatırayı canlı canlı duyma imkânımız oldu.

Mücahit Soyak: Hatta babamın eski yaşadığı yerler yıkıldı. Bizlere oraları gezdirir. Şurası bizim eski evimizdi, şurası amcamızın eviydi, şura ahırımızdı vs. gibi anlatırdı.

 

İlkadım: Bunları anlatırken hasretle mi anlatırdı, sevinç olarak mı anlatırdı?

Mücahit Soyak: Hep sevinç içerisinde gösterirdi yaşadıklarını. Babam hep geçmişinden gurur duyardı. Babam hiçbir zaman geçmişinde –çocukluğu dâhil- pişmanlık duymamış, keşke şöyle olmasaydı gibi bir kelime asla dememiştir. Hayata bakışı hep olumluydu. İnsanları hiçbir zaman işledikleri günahtan veya yaptıkları ihanetten veyahut da kötü özelliklerinden yargılamaz, hep iyi yönlerini gösterirdi. Hatta bazen biz “Baba şöyle şöyle, sen niye böyle davranıyorsun” gibi sorduğumuzda o bize “Evladım insanlara hep iyi yönünden bakın, bardağın boş kısmına değil dolu kısmına bakın” derdi. Bakış açımızı hep bu yönde yönlendirirdi.

 

İlkadım:  Hiç mezarlıklara gider miydiniz?

M. Zeki Soyak: Giderdik.

 

İlkadım: İlk gittiği mezar hangisi olurdu

M. Zeki Soyak: Annesinin, babasının, ebelerinin, dedelerinin…

 

İlkadım: Mezarlık adabını anlatır mıydı size?

M. Zeki Soyak: Tabii. İlk girdiğinizde selam vereceksiniz, bildiğini duaları okuyacaksınız… vs. gibi

 

İlkadım: Hiç nazlandığınız olur muydu dedenize?

T. Zeki Soyak: Nevşehir’de olduğumuz zaman bizi NGS’ye götürürdü. Yazı yazdığı zaman “Dede niye yazıyorsun, bizimle oyna” dediğimiz zaman “Yazıyı bitireyim, sizi NGS’ye götüreyim” derdi. Biz de başında beklerdik.

 

İlkadım: Siz de Zeki hocamın omuzlarına çıkar mıydınız?

T. Zeki Soyak: Çıkardık.

Mücahit Soyak: Namazda sırtına atlarlardı. Yükseğe kalkınca da düşerlerdi. Hiç müdahale ettirmezlerdi. Bizler de bildiğimiz için hiç kızmazdık. Kızdığımız zaman bize ikazda bulunurdu.

Nureddin Soyak: Şimdi, babamın ilişkileri hep içten ve samimiydi. Kiminle olursa olsun. Arkadaşlarıyla, öğrencileriyle, torunlarıyla, damatlarıyla, gelinleriyle… Babam yapmacık tavırlardan hiç hoşlanmazdı. Hani söz vardır ya “Minel kalbi ilel kalbi sebîla / Kalpten kalbe yol gider.”  Babam da samimi, içten insanlar gördü müydü onlara candan sarılır, bizlere de, “Bu kardeşimiz, bu öğrencimiz, bu hocamız çok samimidir, çok içtendir” diye vurgulardı. Kendisi de zaten bunu uygulardı. Torunlarıyla olan senli benli hâli görenler gerçekten hayret ederlerdi. Onların seviyesine inerdi. Güreşir, oynar. Çok samimi bir ortam doğal olarak meydana gelirdi.

 

İlkadım: Gençler, şimdi küçük hali olarak haliyle kendi aramızda ufak tefek de olsa sürtüşmeler olur, büyükler buna müdahale eder. Sizin hocamızın yanında böyle sürtüşmeler olur muydu? Hocam nasıl müdahale ederdi?

Osman Hasetçi: Ayırmak için bir yanına kardeşimi oturtur bir yanına da ben otururdum. Bizlere nasihat ederdi, dövüşmenin kötülüğünü anlatırdı. Sonra ayağa kaldırır, “Haydin bakalım, birbirinize sarılın” der bizi barıştırırdı.

 

İlkadım: Sizde oldu mu böyle bir şey

M. Zeki Soyak: Hatırlamıyorum ama küçükken olmuştur. Fakat dedemin yanında biz genelde kavga etmezdik. Çünkü öyle gergin bir ortam olmazdı. Bir de dedemin torunlarına bakışı şöyle özetleyebiliriz. Dedem her zaman şunu söylerdi “Evlatlar sermaye, torunlar kârdır, kâr mı sevilir sermaye mi?” derdi.

Nureddin Soyak: Doğal olarak böyle oluyor. Çünkü çocukların eğitimi açısından haliyle bir seviye olması gerekiyor. Ama torunların 1. derecede eğiticileri anne babası olduğu için o daha çok sevgi ve muhabbete dayalı bir eğitim oluyor. Fakat anne ve babanın eğitiminde cezaî müeyyide de uyguladığı için oradaki muhabbet o kadar olmuyor.

 

İlkadım: Hocam siz aile içi eğitim de sohbetleri nasıl yapardınız? Hatta hocam şunu söylerdi: Mücahit hocam siz kitap okumadığınız halde sorulan sorulara cevap verirmişsiniz. Nasıl öğrendiğinizi sorunca da “Baba sabah namazından sonraki sohbetlerde öğrendim” dermişsiniz. Çok sık olur muydu sabah namazı sohbetleri?

Mücahit Soyak: Olurdu. Bir de öğrencilerine verdiği sohbetlerde ben yanında olurdum. Babam özel meseleler dahi olsa ben yanında olurdum. Bana “Sen iyi sır saklarsın.” derdi. Meseleleri öğretmek açısından beni sohbetlere götürürdü. Ben sık kitap okumazdım fakat karşılaştığım problemlerde isabetli karar verebilme imkânını babamın sohbetlerinden kazandım.

Nureddin Soyak: Daha ziyade sohbetleriyle, davranışlarıyla örnek olurdu. Aile ortamında sürekli eğitirdi. Akrabalarıyla olan ilişkilerde de öyle “Gelin ben size şunu öğreteyim” demezdi. İkili ilişkilerde, sohbet ortamında doğal bir ortamda eğitirdi. Aile ortamında düzenli takip ettiğimiz ilmihal gibi kitaplar da olurdu ama daha ziyade sohbetlerde eğitirdi. Çok çeşitli sohbetlerde bulunma imkânımız oldu. Bunlardan da pek çok kazanımlar elde ettik. Fakat daha ziyade doğal ortamda kendi yaşayarak örnek olurdu.

 

İlkadım: Hocamın sohbet yaptığı yerde kitaplar, dergiler eksik olmazdı. Gördüğüm kadarıyla Arapça temel eserleri bulunurdu. Hocamın temel eserler dışında kitap koleksiyonu var mıydı, böyle bir merakı var mıydı?

Nureddin Soyak: Babamın özel bir koleksiyon merakı yoktu. Arapça temel eserleri alırdı, teşvik ederdi. Onların dışında fikrî kitapları okurdu. Hadis-i şerifte de ifadesi bulunan faydalı ilim tahsil için faydalanacağı eserleri temin etmeye çalışırdı. Bunlar da temel eserlerin yanında fikir eserleri, dünyayı tanımaya, kültürleri tanımaya yönelik kitaplar olurdu…

 

İlkadım: Beraber kitap mütalaa ettiğiniz olur muydu hocam? Bu temel eserlerin dışında güncel kitaplardan mütalaa ettiğiniz oldu mu? İslamî açıdan sıkıntılı kitapları size sakıncalı yönleri bakımından değerlendirir miydi?

Nureddin Soyak: Ders mütalaası şeklinde değil de yeri geldikçe, sohbetlerimiz esnasında bu hususlar da geçiyordu. Konu açıldığı zaman şu kitapta şu sıkıntılar var, şu kitapta aşırılıklar var şeklinde konuşurdu. Bilhassa fikrî kitaplarda olurdu. Yazarlarla ilgili olarak.

 

İlkadım: Fikri olarak ehlisünnetin dışındaki kitaplara yazarlara bakışı nasıldı?

Nureddin Soyak: Babam her şeye Kur’an ve sünnet penceresinden bakardı ve bu çizgideki insanların kitaplarını okumayı teşvik ederdi.

 

İlkadım: Şimdi yeni batıda müslüman olmuş insanlar var. Onların kitapları da Türkçeye çevriliyor. Hocamız bu konuda bir şeyler söyler miydi? Onları mı tavsiye ederdi yoksa ta temeli yıllar öncesine dayanan ilim ehlinden öğrenmeyi mi tavsiye ederdi?

Nureddin Soyak: Onları da merak ederdi. Fakat tedris yönünden düşündüğümüzde tavsiyesi daha ziyade kaynak eserlere yönelikti. Fakat kendisi, batıda İslam’ı seçmiş, müslüman olmuş, hatta müslüman olmayıp da aklıselim ile hareket eden insanların sözlerine de önem verir. Onların hem sözlerinden hem yazılarından alıntılar yapardı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da taassuptan uzaktı. Faydalanacağı, görüşünden istifade edeceği herkese açıktı. Mesela Gandi’den bahsederdi zaman zaman. Yani nerede olursa olsun, hangi davada olursa olsun inandığı davası uğruna onurlu bir şekilde mücadele eden insanlar onun gündemindeydi.

 

İlkadım: Gandi gibi devrimci ruha sahip insanlara, bir milletin hayatını, gidişatını değiştirme yolunda mücadele yapan insanlara ayrı bir ilgisi mi vardı?

Nureddin Soyak: Evet. Yani davası uğruna mücadele eden, hangi dava olursa olsun.

 

İlkadım: Ben de bu bağlamda şunu hatırlıyorum. Zeki hocamı Karadeniz’de yüksek bir kiliseye götürmüşler. Sümela Manastırı. Oraya çıkarken hep tefekkür ettim diyor. O kadar yüksek yere o kayalar nasıl çıkartılmış? Oraya ancak inanç çıkarttırır diye o insanlara gıpta ile baktığını söylemişti.

Nureddin Soyak: Tabii hem inanç var, hem de zorluk var. Tevhit mücadelesinde inanan insanlara hep zulmedilmiş. Onlar da o şiddet dönemlerinde o zulüm dönemlerinde Rableriyle baş başa kalacakları gözden ırak yerleri tercih etmişlerdir. Bu bir vakıa.

 

İlkadım: Kitap okuma hususunda hocamın tavsiyeleri olur muydu?

M. Zeki Soyak: Ben net olarak öyle bir şey hatırlamıyorum. Ama bizzat kendisi örnekti bize. Zaten örnek olarak eğitimimizi sağlardı bizim.  Kendisinden bizzat uygulamaları görmem, mecmualara aboneliğini, okumaya olan düşkünlüğünü bize örnekti.

Mücahit Soyak: Satır aralarında kitap okumayla ilgili telkinler bulunurdu. Zorlama olmazdı.

 

İlkadım: Hocam bir müslümanın, Müslümanlığını sağlaması için ilmihal, akaid ve ahlak bilgisi kitaplarının okunmasını tavsiye ederdi. Rahmetli hocamızın kitap yazma ve bu uğurdaki mücadelesi sizi teşvik ediyor mu? Sizler de dedeniz gibi kitap yazalım, kitap okuyalım diyor musunuz?

Osman Hasetçi: İnşallah daha ileri götürme yolunda gayret ederiz.

Mücahit Soyak: Özellikle torunlarıyla ilgili olarak yetiştireyim, hafız yapayım, Arapça okutayım şeklinde isteği, düşüncesi olurdu. Onların yeteneklerine göre, ilgilerine göre yönlendirmeye çalışırdı.

 

İlkadım: Bu sebeple torunlarını yönlendirdiğini, İstanbul’a Kur’an kursuna gönderdiğini biliyorum.

Nureddin Soyak: Bize de küçükken hedefler koyardı. Mesela benim için müftü olma hedefini koymuştu. Mücahit için doktor olma… Ben öğretmen oldum, müftü olmadım. Fakat ilahiyat tahsilini tamamladık. Öğretmenliği tercih ettik. Bu ta ilkokul döneminden hatırladığımız hedef. Daha sonraki döneme ait bir şey değil bu.

 

İlkadım: Hocamın kendisini eğiten hocalarına karşı tavırları nasıldı? Onlardan bahseder miydi?

Nureddin Soyak: Evet, her vesileyle bahsederdi. Anlatırdı. Onlardan etkilendiğini söylerdi. Onların teşviklerini söylerdi. Zaten dedemler Kayseri’de oturmadıkları için hocalarından biri velisiydi. Yusuf Eken Hocamız –oğlu İbrahim Eken de babamın hocası olur- babamın İmam Hatip Lisesindeyken velisiydi. Babam bir hatırasında karnesini hocasına götürdüğünü, bugünkü notlarla hepsi 5 fakat bir tanesi 4. Hocası “Zeki, İnşallah bir dahaki sefere onu da 5 olarak göreceğim” demiş. Bu gibi hatıralarını anlatırdı. Saygıda kusur etmezdi. Aynen talebelik yıllarındaki hürmet ve tazimi gösterir hatta daha fazlasını gösterirdi. Ben 50-60 yaşında geldim, artık ben de hoca oldum asla demezdi. Bir küçük talebenin hocasına göstermediği hürmet ve tazimi hocalarına gösterirdi. Ben bizzat şahidim. Bayramlarda ziyaret eder. Bizi de yanına alırdı. Bizzat ziyaret ederdi, ellerini öperdi.

 

İlkadım: Kayseri Mesiresinde dikkatimi çekti hocalarına olan hürmeti. Hatta bir hocasının elini öpmüştü. Hocamızla ilgili yaptığımız bir klipte Hocamın hocasının elini öperkenki bir resmini de koyuyoruz. 

Mücahit Soyak:  Hocalarıyla ilgili olarak, son Osmanlı âlimlerden ders aldığını söylerdi. Cami-i Kebir’in hocalarından Leblebi Hoca, Kavgacı Hoca gibi bunlardan bize bahsederdi. Bunlar İmam Hatip’te okurken ders aldığı hocalardı. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde okurken Ömer Nasuhi Bilmen hocalardan ve İstanbul’da bulunan Osmanlı’nın son âlimlerinden Arapça dersler aldığını söylerdi. O zaman bu hocaefendiler camilerde dersler verirmiş. Hatta Yüksek İslam Enstitisündeki Arapça hocasıyla birlikte Fatih Camiinde Sadrettin Yüksel hocaefendiden Arapça dersi alırlarmış. Hatta bazen İlahiyattaki hocasıyla birlikte giderlerken o, “Ya Zeki ben bugün çalışamadım. Şurası nasıl olacak?” diye sorarmış. Ardından, “Aman Zeki, bunlardan okulda bahsetme!” dermiş. Böyle hatıralarını anlatırdı.  Babam yetişen yeni neslin Arapça bilmemesi, Kur’an’ı-Kerim’i anlamamasına çok hayıflanırdı.

 

İlkadım: Âlimlerimiz yavaş yavaş gidiyorlar. Onlar dünyanın direkleri. Hayıflanmakta hocam haklı. Çünkü yeni yetişen nesilde ilmi teşvik edecek ve ilmi yaşayacak insanlar bulmak zor. Rabbim hayreylesin sonumuzu.

Nureddin Soyak: Eğitim almak son derece kolaylaşmasına rağmen maalesef seviye düşüyor. Günümüzde çocuklar servislerle gelip gidiyor, evler sıcak, okullar sıcak… Babam ilkokulu kasabada bitirdikten sonra, o günlerin ulaşım imkânları zor olduğundan, Kayseri’de tek başına bir evde kalıyor. Düşünebiliyor musunuz, ilkokulu bitirip tek başına evde kalıyor. Burada da akrabalarımız vardı. Fakat babam onlara gidip de durumunu anlatamazdı. Çok enteresan bir hatırası şu an aklıma geldi. Kendi ağzından aktaralım:

“Bir gün bir arkadaştan borç aldım. Babamın geleceğini ümit ederek şu gün veririm, dedim. O parayı da kitap almak için aldım. O gün geldi, babam gelmedi. Öyle sıkılıyordum ki ben arkadaşla göz göze gelmemek için dua ediyordum. Ben bu sıkıntılar içerisinde kıvranırken müracaattan ‘Zeki Soyak ziyaretçiniz var’ diye çağırdılar. Çıktım, hiç tanımadığım bir adam avucuma bir şeyler sıkıştırdı. Baktım, para. Tam borcum kadar; ne eksik ne fazla. Tekrar kafamı kaldırıp baktım, o adamı göremedim.”

Cidden çok sıkıntılı, çok meşakkatli eğitim dönemi geçirdi. Babamın İslam Enstitüsünde okuduğu zamanları ben de hatırlıyorum. Çünkü o zaman ben ilkokula gidiyordum. Babam hem imamlık yapıyor, hem okuyordu. İmamlığı Fatih’teydi. Kanuni döneminde inşa edilen Şeyh Muslihiddin mescitte imamlık yapıyordu. Okula gitmek için iki otobüs, bir vapur ile okula gidiyor, aynı şekilde geri dönüyordu. Bununla birlikte oradaki hocalarından hüsnü hat dâhil, Arapça, tefsir, hadis ilimlerini tahsil ediyordu. Üniversite tahsili var, imamlık yapıyor, çoluk çocuk aile geçindiriyor. O zaman iki kardeşiz, ben ve kız kardeşim Nuran vardı. Bu kadar meşakkat içerisinde eğitiminden hiç taviz vermeden okudu. Ben bizzat çocuğu olarak şahidim. O dönemleri çok iyi hatırlıyorum.

 

İlkadım: Hayatı mücadelelerle geçen bir insanın öğrencilik yıllarında çektiği sıkıntılar gerçekten çok ilginç. İlkokulu bitiren bir kimsenin yalnız başına hayatla mücadelesi gerçekten ilginç.

Nureddin Soyak: Derse çalışırken de babam çok gayretli çalışırdı. O zamanlar İmam Hatip’in dersleri de bayağı yoğun. İlkokuldan çıkar çıkmaz İmam Hatip’te, Arapça, Farsça, İngilizce, Osmanlıca vs. dersleri var. Babam o yıllardaki hatıralarını anlatırken: “Bazen uykum gelirdi, dersleri yetiştiremediğim olurdu, o zamanlar çalışma masamın üzerinde kalemimiçeneme dayar gözlerimi kapardım. Birazcık dalıp da başım aşağı düşünce kalem çeneme batar ve uyanırdım, derslerime devam ederdim.” derdi.

 

İlkadım: Değerli hocamızın yaptığı hizmetler konusuna geçiyoruz hocam. Nasıl hizmetler yaptı ve siz onun evlatları olarak bu hizmetleri anlatır mısınız? Öncelikle siz ilkokulda öğrenciyken hocam ilahiyatta okuyordu. İlahiyatta okurken hocam bir öğrenci derneği kuruyor. Bu derneği hatırlıyor musunuz hocam?

Nureddin Soyak: O derneği değil de sonraki hatıralarından hatırlıyorum. Bir kere bazı şeyler Allah vergisi oluyor. Babamın teşkilatçılığını, idareciliğini buna örnek verebiliriz. Bazı hususiyetleri Rabbimizin özel lütuf ve ihsanı oluyor. Gerçekten babamda teşkilatçılık yönü, idarecilik yönü, organize yönü vardı. Yani derleyicilik toparlayıcılık özelliği vardı. Dağıtıcı değildi. Tabii bu gönül hayatında da vardı. Prensipliydi. Sandalyenin, masanın uyumlu olmasına, evin tertibine düzenine dikkat ederdi. Bu hizmetlerine de yansırdı. Hizmetlerde de prensipli olurdu. Bu hizmetlerin düzgün yürüyebilmesi için düzgün bir teşkilatın olması da şart. Babam kendisini ön plana çıkarmasa da çevresindeki arkadaşlar babamın bu özelliklerini bildikleri için hep onu öne iterlerdi. Daha sonraki hayatındaki çalışmalar da bunu gösteriyor.

İmam Hatip okullarında uzun yıllar idarecilik yaptı. Zaten mezun olur olmaz ilk tayini Kayseri İmam Hatip Lisesiydi. Hemen müdür yardımcılığı, idarecilik yaptı 4 yıl kadar. Daha sonra o dönemde din eğitimi genel müdürlüğü yapan Mustafa Çinkılıç hocaefendi vardı. Babamın İmam Hatip yıllarından da hocasıydı. Onun isteği üzerine Urfa İmam Hatip Lisesine müdür olarak atandı. Oradan Nevşehir İmam Hatip Lisesine kendi isteğiyle müdür olarak atandı. Nevşehir’e geldiğinde Türkiye’de ilk defa diyebileceğimiz bir oluşumu başlattı: Mefkûreci Öğretmenler Derneği.  

 

İlkadım: Mefkûreci Öğretmenler Derneği teşkilat çalışmalarını hatırlıyor musunuz?

Nureddin Soyak: Hatırlıyorum. Nevşehir’de başlamıştı. Daha öncesinde Nevşehir’e geldiğimizde “Kültür” derneği isminde İslamî hassasiyeti olanların bir araya geldiği bir dernek çatısı vardı, ben de giderdim. Daha sonra Milli Türk Talebe Birliği isminde bir dernek kuruldu. Öğrencileri oraya da teşvik ederdi.  Sağda solda zaman harcamasınlar diye çocukları oraya yönlendirirdi. Orada konferanslar olur, seminerler olurdu.

Daha sonra Türkiye çapında Mefkûreci Öğretmenler Derneğinin temeli atılmış oldu. Bazılarının açılışına ben de katıldım. Mesela Niğde Mefkûreci Öğretmenler Derneğinin açılışında ben de bulunmuştum. O zaman İmam Hatip Lisesinde okuyordum. Hatta orada babamın “Hasret” şiirini de okumuştum.

 

İlkadım: Şiir okuma hususunda Mücahit Kardeşimiz de ilgileniyor herhalde. Bir Akdeniz gezisinde siz çok küçük olmanıza rağmen İstiklâl Marşının tamamı ile Sakarya şiirini okumuştunuz.

Mücahit Soyak: Babam bu hususlara çok önem verirdi. Kişisel gelişime, insanın kendisini ifade edebilmesine, toplum önünde bir şeyler yapabilmesine önem verirdi. Babam kendisi köyden çıkıp belli aşamaları kaydettiği için buna önem verirdi. Hatta bizim Kestel’de bahçemiz vardı. Kendisini eğitebilmek, insanlara bilgilerini düzgün bir şekilde anlatabilmek için oradaki ağaçlarla konuştuğunu söyledi.  Toplum içerisinde şiir okumayı, ilahi söylemeyi teşvik ederdi. Belki o anda eksik de olsa, tam söyleyemesek de teşvik olsun diye, “iyi oldu, güzel oldu. Şöyle okursan daha da güzel olur” diye söylerdi.

 

İlkadım: O zamanlar Akdeniz gezisinde sizin otobüsün içerisinde okuduğunuz şiir çok hoşumuza gitti. Bizim de Sakarya şiirini ezberlememize vesile oldu.

Mücahit Soyak: O zamanlar İmam Hatiplerde piyesler düzenlenirdi. Veyahut da başka şiirlerden piyesler gelirdi. Bu piyeslerde de şiirler okuturdu bana. “Aç kapıyı haber ver ötenin ötesinden / Müjdeler getirdim kurtuluş bestesinden” gibi…

Yıllar sonra İmam Hatip’te sizin de hocalığınızı yapan Vehbi Ecer’le bir eğitim seminerinde karşılaştık. Orada tanışırken Zeki Soyak’ın oğluyum deyince bir anısını anlatmıştı bana. Kayseri İmam Hatip’de beraber öğretmenlik yapmışlar. Bana, “Baban 20-25 sene sonrasını gören bir insandır. Babanın kıymetini bil. Baban 1968 yılında öğretmenler odasında dînî radyo kuralım, içini İslamî programlarla dolduralım, dedi. Biz ise, “Ya Zeki, sen hayal âleminde mi geziyon? 24 saat içini nasıl dolduracaksın?” gibi sözler etmiştik. Bunlardan başka dergiyi söylerdi. Gazeteyi söylerdi. Gazete yayımlayalım, insanları eğitelim şeklinde konuşurdu. Yaklaşık 28–30 yaşlarındayken bunlardan bahsetti ve bunları gerçekleştirdi.” demişti. Hatta İlahiyatta abimin de hocalığını yapmıştı.

 

İlkadım: Hocama karşı toplumda büyük bir sevgi var. Evlatları ve torunları olarak hocamızın bu sevgi seline sahip olmasının en büyük etkeni nedir?

Nureddin Soyak: Bunun temelinde insanlara olan sevgisi var. Hizmet heyecanı var. Ama daha ziyade de insanlara olan hüsnü zannı var. Hiçbir zaman sui zanda bulunmaz, onlara sevgi ile muhabbet ile yaklaşır, onların her türlü sıkıntılarında, her türlü ihtiyaçlarında imkânları ölçüsünde yanlarında olmaya çalışır, onların sıkıntı ve meşakkatlerine katlanırdı. Hiçbir zaman onların meşakkatlerini gündeme getirmez, sır saklar, asla şikayetlenmezdi. Tabi insanlar da buna şahit oluyorlar. Kendilerini, kendi davranışlarını da biliyorlar. Rahmetli babamın onlara yaklaşımını da biliyorlar. Dolayısıyla bu kalpten kalbe gidiyor. İnsanlara sevgi ile yaklaşması doğal olarak insanlara ona olan sevgiyi artırıyor.

 

İlkadım: Hocam sizin yorumunuz nasıl? Toplumda hocamıza olan sevginin yoğun olmasının sebebi sizce nedir?

Mücahit Soyak: Abimin de bahsettiği gibi kendisinde olan sevginin tezahürü olarak görüyorum. Bu da tabiî ki kaynağını İslam’dan alıyor. Allah sevgisinden, peygamber sevgisinden, “Yaradılanı sev yaradandan ötürü” düsturundan kaynaklanıyor. Bunu kendinde bulunan sevginin başkalarına yansıması olarak görüyorum.

M. Zeki Soyak: Ben de benzer düşüncelerde olmakla birlikte bunu bir diğer sebebinin de dedemin iletişim becerisinden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü her yaşta, her pozisyonda insanla onun anlayabileceği, sindirebileceği düzeyde iletişim kurabiliyordu. Öğrencileriyle, diğer arkadaşlarıyla… Her birinin kendine özgü bir yapısı, bir ciddiyeti, bir seviyesi vardı. Dolayısıyla bu çerçeve içerisinde karşılıklı saygı sevgi ilişkisi güçlenip büyüyordu.

 

İlkadım: Dediğiniz gibi yıllar önceki hocalarını her vesileyle araması. Vefa duygusu. Özellikle çocukları da çok sorardı. Önce bize nasılsın dedikten sonra isimleriyle birlikte çocukları sorardı. Hocamız o hasta haliyle bile bize hatır sorduktan sonra çocukları sorardı. Şahit olduğu bir problemleri varsa, şu durumu giderdiler mi, hallettiler mi diye sorardı. Kendi derdini unutur, ilgilendiği insanların dertleriyle dertlenirdi.

Mücahit Soyak: Baki hocam belki siz de farkına varmışsınızdır, evlatları ve torunları olarak bizim babamıza kendimizi ifade etmeyeceğimiz hiçbir durum yoktu.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.