AİD (Uluslararası Doktorlar Birliği) Başkanı Dr. Mevlit YURTSEVEN İle Röportaj

1. AİD nasıl kuruldu ve çalışma alanları nelerdir?
İHH sağlık komisyonunda görev alıyordum. İHH çatısı altında özellikle tıbbi yardım yapabilecek bir başka kuruluşa ihtiyaç duyuldu. Mavi Marmara’dan sonra İHH’nın çalışmalarının büyümesi neticesinde faaliyetlerin ayrılması gerekti. ‘Uluslararası Doktorlar Derneği – (AİD)’de bu çerçevede kuruldu. Bir tıbbi yardım derneği olarak yola çıkıldı. Tıbbi yardım, insani yardımın en temel parçasıdır. Mesela sağlık eğitimi, acil durumlarda ilkyardım, birinci basamak sağlık çalışmaları bizim ilgi alanımız. Biraz daha geniş olarak ifade ediyorum ki “Konusu insan olan her şey zaten bizim çalışma alanımızdır. Ama özellikle kendimizi tıbbi alanla sınırlıyoruz. Tabi bunun gerektirdiği hem psikolojik olan hem sosyal alanlarda çalışmaya gayret ediyoruz.”
2. İhtiyaç sahibi insanlara giderken hangi sorumluluklar ile hareket ediyorsunuz?
Bu güzel bir soru. Aynı zamanda yanlış bir soru. İhtiyaç sahibi olan, o insanlar değil ihtiyaç halinde olan biziz. Muhtaç biziz. Onların üzerimizdeki haklarını teslim etmeye ve kendimizi kurtarmaya gidiyoruz. O insanların sahibi var. Siz gitseniz de gitmeseniz de onlara bir şeyler veriyor. Siz gitmezseniz misyonerler gidiyor. Siz gitmezseniz başkalarını gönderiyor, gökten indiriyor, yerden bitiriyor onlara sahip çıkıyor. Ama biz işin şerefini almak için, üzerimizdeki sorumluluğu bir nebze olsun atabilmek amacıyla gidiyoruz. Ateş bize dokunmasın diye gidiyoruz.
Sorumluluk deyince öncelikle şunu söyleyim. Nereye giderseniz gidin muhatap olduğunuz hep ‘insan’. Merhamet etmek zorundasın, hizmet etmek zorundasın. Ki Allah da size merhamet etsin. Her insan bir âlem ve her insanın bu âlemde bir yeri var. Bu yeri belirleyen de âlemlerin sahibi Allah. Bu nedenle o insana, o insanın örfüne saygı duyacaksınız. Sizi üstün kılan cebinizdeki birkaç dolar veya ülkenizin gelişmişlik indeksinin yüksekliği değil. Bizim bir üstünlüğümüz yok, onlara karşı.
Onların bir örfü var ve siz örfe saygı duyacaksınız. Nedir o örf? Yemeği yeme biçimleri farklı olabilir, beslenme veya diğer hareketleri farklı olabilir. Bunların farklı olması sizin o insanlara farklı gözle bakmanızı gerektirmez. O nedenle gittiğiniz yerde insanların örfüne, diline –ki dil ayettir –, devletine, kurallarına saygı göstereceksiniz. İnsanlara iyilik yapmıyorsunuz, insanlara hizmet etmeye gidiyoruz.
Kardeşliğimizin, dostluğumuzun gereği paylaşmaya gidiyoruz. Bu çerçeveyi kaçırırsanız ‘batılı entelektüel bir kibirle o coğrafyaları keşfetmeye’ gidersiniz. Renginiz beyaz olduğu için, üzerinizdeki kıyafetiniz, eğitiminiz, ülkenizin silah gücü daha iyi olduğu için kendinizi üstün görmeye başlarsınız. Bu yüzden de o insanlara acıyarak ve kibirle yaklaşırsınız. En temel açmaz da budur.
O insanlara ve örfüne, o coğrafyaya saygı göstereceksiniz. Götürmüş olduğunuz veya yapmış olduğunuz şey her neyse o ülkenin, o insanların ihtiyacını karşılamayabilir. Böyle bir iddiamız da olmamalı. Mesela katarakt kampanyası içerisinde yer alıyoruz ama dünyadaki kataraktı sıfırlamak gibi bir derdimiz yok. Veya eğitim çalışmaları yapıyoruz ama o ülkenin tıbbi kalitesini yükseltmek gibi bir gayemiz yok. Biz alt planda düşünüyoruz. Bu söylediklerim büyük projeler. Devletlerin aklına gelmesi gereken bir proje değil. Biz sadece dostluğumuzun gereği bizde olanı ona vermek, onun olanı ona götürmek… Bu mantıkî paylaşımla gidiyoruz.
3. AİD’i tanımlayan değer hangisidir?
“İyilik değil hizmet, acımak değil merhamet.” diye bir sloganımız var. Çünkü acımak içerisinde kibir barındırır. Onun için acıma yerine üzülmek. Merhamet, Rahmanî bir duygudur. Onunla beraber gülmek, onunla beraber ağlamaktır. Biz Allah’ın kullarına merhamet edelim ki Allah da bize merhamet etsin.
Bir de “iyilik değil, hizmet”. Çünkü iyilik de karşı tarafa karşı size kibir getirebilecek bir şeydir. Aksine karşıdaki insana hizmet edebilecek proje geliştirebilmek gerekiyor. Onlara bakmak lazım ki Allah da bize yardım etsin. Bu nedenlerle bizi tanımlayan şey, “İyilik Değil Hizmet, Acımak Değil Merhamet”
4. Faaliyetlerinizi sürdürürken karşılaştığınız bir hatırayı bizimle paylaşır mısınız?
Somalililer kuraklık dolayısıyla Kenya’ya göçüyorlardı. Biz de Kenya’nın Dadaap diye bir yerine gittik. Dadaap şu anda dünyanın en büyük mülteci kampı. Somali’den iç savaş dolayısıyla gelenlerin yerleştirildiği BM’nin kampıdır. O dönemde çokça insan gelmişti. ‘Biz de gidelim dedik’ ve Kenya’ya gittik. Oradan da Dadaap’a geçtik. Orada bir çadırda, tente altında mobil klinik hizmetlerine başladık.
Az önce ifade ettiğim gibi insanlar akın akın geliyorlar. Orada yapılacak şey belli, ilaç vermek. İlacı kullanıyor kullanmıyor bilmiyoruz ama siz oraya bir yer açtıysanız insanlar ilaç sırasına giriyor. O fotoğraflarda gördüğünüz, yokluk içerisindeki çocuklar da bulunuyor. Mevcut imkânlar içerisinde yapacağınız bir şey yok. Çünkü hastalık ilerleyen safhaya girmiş, ölecek belli ki… Bizim temel amacımız gitmesi gereken birileri vardı o da biz olalım istedik. Orada bulunmamız gerekiyordu, – farz-ı kifaye olarak – biz de bulunduk. Değilse ölüme çare olmak gibi bir amacımız yok.
Orada başka bir çadırın içinde çalışan arkadaşlar vardı. Ramazan ayındaydık. Bir kadın geldi. Kadın gebe ve yanında çocuk. Tek başına kalkmış ve gelmiş. Yanında kocası da yok. Oturdu oraya çöktü. Arkadaşlar hemen bir çadır temin ettiler ve kadını çadıra yerleştirdiler. Ağustos ayında hava öylesine bir sıcak! 35- 40 km gibi bir mesafeden yürüyerek gelmiş… İnsan ister istemez şunu düşünüyor; “Allah bunun hesabını sorar.” Kime soracak? Bana da, sana da, herkese de soracak. Hem çok uzak bir coğrafya hem de yapmamız gerekenler…
Elimizden gelen bir çadır sağlamak, karnını doyuracak bir ekmek vermek. Tabi yarın için garantisi yok. Bir hafta veya üç gün beş gün bakabiliyorsun. Ama ne yapalım! Dert edinmeyi de mi beceremeyeceğiz! “Bir yerde bir şey olduğu zaman ‘acaba ne yapıyorlar?’ diyerek onlarla beraber üzülmek. Merhamet… Biz o kadından çok etkilenmiştik. Birbirimize şöyle demiştik, “Allah bunun hesabını bize sorar. Sadece sormakla kalsa şanslıyız. Hesabı ilerletirse hiç şansımız yok!”
5. Bir cümle ile AİD’i özetler misiniz?
İyilik değil hizmet, acımak değil merhamet. Yapabileceğiniz ne varsa ucundan tutmak. İki tür ibadet vardır: Birincisi, Kur’an’ın, Efendimiz’in aleyhisselam emrettiği bireysel ibadetler. Namaz gibi. İkincisi, sosyal sorumluluklarımız olan ibadetler. İnsana hizmet etmek gibi.
Tabi hayatın normal akışını da devam ettirmek mecburiyetindeyiz. Hayatın normal akışı namaza, oruca mani mi, değil. Böyle bir bahanemiz var mı, yok. Bununla beraber insana yönelik ne yapabiliriz? Kaç milyon misafirimiz var, değil mi? Allah’ın arzından kalkmış size gelmiş. Biz de yerimizden kalkıp hiç olmazsa haftada bir saati onlara ayırabilir miyiz? Biraraya gelip bugün öğle yemeği yemeyip yardım edebilir miyiz? İşte bunları hayatımızın bir parçası yaptığımızda bütün bir hayatı ibadet haline getirmiş olacağız. AİD (Uluslararası Doktorlar Birliği), bir tıbbi çalışma derneğidir. İçerisinde doktorlar ve sağlık çalışanları bulunur. Dünyanın değişik yerlerinde bir takım projeler yürütür. Anlatmak istediğimiz “Bir merhamet okulu olması gerektiğidir ve bütün arkadaşlarımız böyle yönlendirilir.”