MEFKURE- Yüce Kudret ve Acziyetimiz

Allah Teâlâ bu kâinatı bir nizam üzere var etmiştir. Şayet bu nizam yine Yaratıcısı tarafından bozulursa onu durduracak hiçbir güç yoktur. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah gökleri ve yeri nizam bozulmasın diye tutuyor. And olsun ki onların nizamı bir bozulacak olursa kendisinden sonra hiç kimse onu tutamaz. Şüphesiz o halîmdir, çok bağışlayıcıdır.” (Fatır 35/41)
O, başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor: “Ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede yüzmeye (akıp gitmeye) devam ederler.” (Yasin 36/40) Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere bu kâinat bir hesapla ve bir nizam üzerine yaratılmıştır. Allah Teâlâ bu kâinattaki nizamı dilediği zaman dilediği şekilde değiştirebilir. O’nun bu tasarrufuna hiçbir güç mâni olamaz. Nitekim tarihin ilk devirlerinden beri kâinat üzerinde birçok tabiat olayı görülmüştür.
Bazılarının zannettikleri gibi bu olaylar kendi kendine olan olaylar değildir. Bütün bunlar Yüce Yaratıcının iradesiyle vukû bulmaktadır. Bu hadiselerin sebebi çok çeşitli olabilir. Fakat semavî kitaplarda, hassaten Kur’an-ı Kerim’de zikredildiği üzere bildiğimiz sebeplerin başında azgın kavimlerin, peygamberler ve inananlara zulmeden cebbarların cezalandırılması gelmektedir.
Ad, Semud, Lut ve benzeri kavimlerin helakine sebep olan yer hareketleri bunlara canlı örnektir. Zaman zaman dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen depremler insanlığın kendi kendisini sorgulamasına bir vesiledir. Maalesef insanlık bu ilâhî uyarılardan yeteri kadar ibret almamaktadır.
Deprem uzmanlarının pek çoğu da bu olayların tabiatın kendi içinde tabii olarak meydana geldiğini söylemekte, bu hususta çeşitli yorumlar yapmakta, depremlerden en az zararla kurtulmanın yollarını araştırmakta ve bir kısım tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Bu araştırmalara ve tavsiyelere hiç kimse karşı çıkmaz. Araştırmalar yapılsın, tavsiyeler edilsin. Ancak bütün bu olayların Allah’ın takdiriyle olduğunu bilsinler, halkı bu konuda da bilgilendirsin ve uyarsınlar.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu olayların bir kısmı azgın kavimlerin cezalandırılması için vukû bulmuştur ve bulmaktadır. Bazıları, “madem felaketlerin bir kısmı azgın, asi, zalim ve cebbarların cezalandırılması için olmaktaysa günahsız, masum, küçücük çocukların ölmesine, sakat kalmasına ne demeli?” diyorlar.
Elbette bu gibi felaketlerde işin zahirine bakıldığı zaman suçsuz, bî-günah masum insanların ve hatta pek çok hayvanatın zarar gördüğü ve telef olduğu müşahede edilmektedir. Ancak işin özüne baktığınız zaman mesele hiç de öyle değildir. O hadiselerde zahiren zarar gördüğü zannedilenler belki de gerçekte pek büyük kazançlar elde etmektedirler.
Bizim inancımıza göre bu hadiselerde ölen masum çocuklar cennete girecek, hayatta kalanlardan kaybettiklerine isyan etmeyip sabredenler Allah katında yüksek dereceleri kazanacaklardır. İsyankâr ve zalimler de cezasını bulmuş olacaktır. Şimdi başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim, tefekkür edelim, bu masumlar zarar da mı, kârda mıdırlar?
Elbette bu dünyanın ötesinde başka ve ebedî yeni bir hayatın var olduğundan şüphe edenler veya bunu inkâr edenler, her birinde binlerce hikmet ve alınması gereken ibret bulunan bu olayları sağlıklı bir şekilde yorumlayamaz, alması gereken ibretleri alamazlar.
Şimdi gelin beraberce tefekkür edelim: Allah Teâlâ’nın irade ve kudretiyle meydana gelen bu olayların üstesinden gelebilecek bir güç var mıdır?
Büyük masraflarla büyük çabalar harcanarak meydana getirilen teknoloji, bırakınız büyüklerini küçük felaketleri bile engelleyememekte, eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insanoğlu aciz kalmakta, büyük bir perişanlık sergilemektedirler. Kâinattaki bu büyük sırrı kavrayamayan teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, o Yüce Kudretin karşısında acziyet ve hiçliğini idrak edemeyen zavallı beyinler, hâlâ olayları tabiatın kendi içinde oluşan bir takım oluşumlar olarak nitelemek gafletinde bulunmaktadırlar.
Sağlıklı düşünmek, zarurî olan temel bilgileri sağlıklı bir şekilde öğrenmek ve varlıklar arasındaki ilişkileri çok iyi bir şekilde idrak etmek gerekir. Öncelikle bilinmesi gereken, bu kâinatı yoktan var edeni tanımak, mârifetullaha ermektir. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler(beni bilsinler, tanısınlar) diye yarattım” (Zariyat, 51/56)
Daha işin temelinde en zaruri bilgiye ulaşamayanlar yani Yüce Yaratıcısını tanımayanlar kâinatta meydana gelen olayların yorumunu nasıl yapabilirler? Yaptıkları yorumlarda nasıl isabet edebilirler? Vücuda giren küçücük mikrobun karşısında aciz kalan, bir ömür boyu öğrendiklerinin bir noktadan sonra işe yaramaz hâle geldiğini gören insanların, Yaratanına teslim olmaktan, boyun eğmekten başka yapabileceği bir şey kalır mı?
İnsanoğlu acizdir. Rabbine muhtaçtır. Dolayısıyla acizlerin, muhtaçların meydana getirdiği teknolojiler ne kadar görkemli, ne kadar muhteşem görünümlü olursa olsun nihayet Allah’ın takdir ettiği kadar müessir olabilirler. Allah Teâlâ’nın iradesi karşısında bir kuru yaprak bile yerinden kımıldayamaz.
Doğru yorum, doğru teşhis yapmaya vesile olur. Doğru teşhisler ise doğru tedavileri mümkün kılar.
Öyleyse insanlık her şeyden önce bu kâinatın Allah Teâlâ tarafından yoktan var edildiğine inanacak, teknolojiler ne kadar ilerlerse ilerlesin Allah’ın Yüce kudreti karşısında bir hiç olduğunu idrak edecek, Allah Teâlâ’nın yüce iradesi karşısında kafa tutucu, inkâr edici bir zihniyetle değil, inanan ve teslim olan üstün bir idrakle olayların oluşumunu tahlil edecektir.