Okurunu Yazar Yapan Bazı Kitaplar

Haruki Murakami Mesleğim Yazarlık kitabında yazar olma serüvenini fevkalade güzel ve sade bir dille anlatmış. Birtakım kitaplardan, şarkılardan ve filmlerden bahsetmiş. Yazar adayları için verdiği tavsiyeler uygulandığında sonuç getirecek cinsten. Önerdiği filmlerin bazılarını seyrettim, şarkıları dinledim, sıra geldi kitabında en çok ismi geçen sadece Japonya’da iki milyon kişinin okuduğu dünyada seksen dile çevrilen İmkansızın Şarkısı isimli kitabına. Tabi ortalama bir okuyucu olarak merak ediyor insan; konusu ne olabilir ki, nasıl bir dili olmalı ki, nasıl bir kurgusu var ki bu denli beğenilmiş? Tabi bu kadar çok bahsedildiği için yazar içinde özel bir kitap olduğunu düşünerek okumaya başlıyorum.
Murakami, ilk romanını yazmaya bir günde karar veriyor. Önce “Neden kitap yazmıyorum ki?” sorusu beliriyor zihninde sonra gecenin bir yarısı oturuyor masaya sabaha kadar romanının büyük bir kısmını bitiriyor, diğer gün yazdıklarını okurken bir tekdüzelik fark ediyor, dilini fazla ağdalı buluyor, bunun üzerine çat pat bildiği İngilizcenin sınırlı kelimeleri ile kitabını baştan sona tekrar yazıyor. Bu daha az kelime, sade cümle yapısı, daha sınırlı mecazdan oluşan romanını tekrar Japonca’ ya çeviriyor. Tüm bunları yoğun bir şekilde çalışırken yapıyor üstelik ve bu eseriyle ilk ödülünü alıyor, tanınıyor, çok seviliyor. Diğer kitaplarıyla da Nobel hariç tüm ödülleri topluyor. Sonrasında da “Geleneksel Japon edebiyatının, kendi üslubuna aykırı, kısıtlayıcı ve bireyselliğini baltalayıcı olduğunu” söyleyerek çekik gözleri ve geniş çehresiyle evrensel kitaplar yazmaya devam ediyor.
Kırk yıldır her gününün ilk beş saatini yazıyla hem hal olarak geçiriyor, böyle bir disipline sahip. Düzenli olarak koşuyor ve sosyalleşmekten hatta edebiyat çevrelerinden bile itina ile uzak duruyor. “Peki bunca emek, bunca çaba ne için?” diye düşünüyor insan, bunların derin amaçlar, hülyalar için yapılacağına inanmışız çünkü. Böyle görmüşüz Tanpınar’dan, Peyami Safa’dan hatta Orhan Pamuk’tan…Hepsinin bu hayata dair bir bakışı var ve en azından o duruş için yazıyorlar kitaplarını. O alt metni görüyoruz biz yazdıklarında, onların baktığı yeri biliyoruz.
Söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil
Peki, Murakami’ de neler oluyor? Önce o bakışı arıyorsunuz, sonra diyorsunuz kitabın tam bir fikri yok ama karakter tahlilleri çok derindir herhalde ondan okunmuştur bu kadar, sonra diyorsunuz ki karakterler çok işlenmemiş ama olaylar çok karmaşık herhalde ondan bunca duyulmuştur, kurguda dümdüz ilerleyince sürpriz bir son bekliyor beni herhalde diye kendinizi teselli ederken bilindik bir sonla kitabın kapağını kapatıyorsunuz. Kitap cinsel içerikli ikili diyaloglar sonrasında cinsel ilişki ardından gelen intihar, ölen arkadaşlarının arkasından müstehcen sohbetler, akıl hastanesi, intihar sonra yine cinsel ilişki şeklinde ilerliyor. Bir merak, bir heyecan, bir ürperti, bir gerilim, bir arada kalış hiçbir şey yok. Pedofilik ve lezbiyen sahnelerin tasviri, pornografik betimlemeler ise fazlasıyla var. Kitap bittiğinde böyle kitaplar için kesilen ağaçları düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Verilen emekleri karşınıza alıp “Neden?” diye soruyorsunuz. Dünyanın en ücra köşesinde bile okunma sebebi bu mu? Sonra internete girip “Bir ben mi böyle düşünmüşüm acaba?” merakına kapılıyorsunuz. Neyse ki yalnız değilmişim çok fazla eleştiren var ama milyonlarca insandan tam not almış. “Yazdıkları biraz muğlak, biraz fantastik, biraz kişisel bulunuyormuş” bana fazlasıyla kişisel bir kitabı denk gelmiş demek ki. “Kullandığı batılı popüler kültür imgeleri nedeniyle bazı Japon edebiyat çevreleri tarafından ‘Yeterince Japon’ olmamakla eleştiriliyormuş. Muhafazakâr Japonlar tarafından edebi ölçütlerin ve “Junbungaku” (saf yazın) denilen edebi yapının dışına çıktığı için tasvip edilmiyormuş. Japonların eşsizliği söylemini vurgulayan ve Japonların kültürel kimliğini korumayı amaçlayan, Japon olmaya özgü bir yazın şekli olan “Junbungaku” yazmaması Japon eleştirmenler tarafından ulusal bilincin reddi olarak görülüyormuş” içim soğuyor mu hayır çünkü bu eleştirilerin hiç birisi benim takıldığım noktayı yansıtmıyor.
Kitabın tanıtım yazısında aslında içerikle ilgili tüm bilgiler “Gençliğin rüzgârıyla hareketlenen “İmkânsızın Şarkısı” nı ölümle erken karşılaşan gençlerin hayatı yönlendiriyor. Hiçbir şeyin önem taşımadığı, amaçsızlığın ağır bastığı, özgür seksin kol gezdiği bir öğrenci hayatı… Ama diğer yanda da yoğun duygular var… İmkânsız aşklar, imkânsız şarkılar söyleten. Hemen hemen her Japon gencinin okuduğu roman anayurdu dışında da çok kişi tarafından sahipleniliyor.” şeklinde verilmiş ama ben ön araştırma kısmını yapmamışım. Yayınevi de ve yazarda kallavi bir fikir kitabı ya da zekice yazılmış bir polisiye ya da büyük bir aşk hikayesi falan demiyor zaten kitap neyse onu söylüyor ama yine de insan kitabın son sayfasına kadar bir ümit, vurucu bir şey olacak diye bekliyor işte.
Kitabı kitaplığa koyarken ideolojik bulduğumuz, eleştirdiğiniz kendi romanlarınızı öpüp başınızın üstüne koymak istiyorsunuz. Evet İslam’ın ilk emri “oku” ama ikincisi “Allah’ın adıyla oku” olmasındaki hikmeti anlıyorsunuz. “Değerli vaktimi zamanın vaftiz etmediği eserleri okuyarak ziyan etmek istemem. Hayat yeterince kısa!” sözünü bir süre temel okuma ilkeniz yapmaya karar veriyorsunuz ki tavsiye ettiği müzikler ve bazı filmler için bir de Ben Bir Kediyim, Üç Köşeli Dünya, Ardından gibi kitaplar yazıp giden Soseki gibi farklı bir yazarı tanımama vesile olduğu için teşekkür edip Murakami defterini kapatıyorsunuz. “Kim bilir aradığım fikir, dil işçiliği, edebiyat, zekâ, dert, olay örgüsü diğer kitaplarında vardır, her yazar ikinci şansı hak eder, ne olursa olsun kitaptan zarar gelmez ve kitap kitaba götürür” düşünceleri zihninizde dolaşırken “İyisi mi bu düşüncelerimi yazayım belki rahatlarım” diyerek kalemi kâğıdı elinize alıyorsunuz.