Siyerden Öğrendiklerimiz Kutsal Emanetler

Öğle vakti, güneş tam tepede, insanlar gölgelerin himayesindeymiş gibi gölge neredeyse oraya toplanıyor, etraflarındaki kişileri hiç önemsemeden ellerindeki dondurmalarla meşguldüler. Ayasofya Camii Şerif’inin önünde epeyce sıra var, görünen o ki bu sırada taşların ne dediğini duyamayan, manayı fark edemeyen tarihi bir yapıyı ziyaret etmek isteyip kameralarını hazırlayan insanların sayısı daha fazla. O vakit buralara sabah namazı gelmek daha mantıklı gözüküyor. Az ileride Topkapı Sarayı var. Oraya gideyim dedim, daha müsaittir herhalde. Hem orada Kutsal Emanetler bölümü var. Şu kâinat bahçesinde açmış en güzel Gül’ün mübarek emanetleri… Ama belli ki burada da sıra çok. Olsun Topkapı Sarayı’na hele bir gireyim de Kutsal Emanetler bu kadar kalabalık değildir dedim. Eskiyle yeni arasında savaş veren Sarayın bahçesinden geçip nihayet varınca gördüm ki burası da epey kalabalık. Sevindirici bir şey, Kutsal Emanetler bölümü kalabalık. Demek ki Efendimiz Aleyhisselam’ın Emanetlerini görmek isteyen epey insan var. Emanetleri görmek istemek ve sahip çıkmak gerçekten mutluluk verici bir şey. Kalabalığa giremeden yürümeye başlamışken aklıma Kutsal Emanetler geldi. Mesela; yetimleri sevindirmek, teheccüd namazı, ötelere koşmak, sakınmak, yaşadığımız çağın içerisinde çağdan sakınmak.
Kutsal Emanetler bunlar değil miydi? Niye bunlar için bu kadar sıraya giren yok.
Topkapı Sarayına çok da uzak olmayan kutsal emanet birkaç yetim, evine akşam ekmek götüremezken, borçlarından dolayı gece uyuyamayan kutsal emanet en yakın akrabamız varken Kutsal Emanetler sırasında bir günümüzü daha bitirmişken şöyle uzaklara baktım ve düşündüm. Emanet ve emanete sahip olabilmek…
Rabbimize hamd ederiz ki; Resul’ünün aleyhisselam gül kokulu mübarek tenine temas etmiş hırka-i şerif ve diğer eşyaları, O’nun güzide ashabının elinde müminlere emniyet, zalimlerin zulmüne ivâzen kahır olan kılıçlar gibi ümmetin göz bebeği emanetleri himaye etmek için canı pahasına mücadele etmiş, peygamberine meftun müminlerin kanlarıyla suladığı bu topraklarda nefes almayı nasip eyledi. Ecdadın o emanetlere olan hürmeti öyle bir merhaleye ulaşmıştı ki, emanetlerin bulunduğu odadaki toz dahi saygıyla toplanıp muhafazaya alındı. Bu, âli bir mananın maddeye sirayet etmesiydi.
Maalesef bugün mana yitirildi. Maddeye indirgenen temayüller insanoğlunun fıtraten muhtaç olduğu gıdalara kâfi olmadığı için sadırlar aç ve susuz kaldı. Mevlana hazretleri bir sohbetinde der ki “Oysa bu beden, senin bineğindir ve bu dünya o bedenin ahırıdır. Atın yiyeceği, binicisinin besini olamaz. Süvarinin kendine has bir uykusu, bir yiyeceği ve rahatı vardır.” Ruh; bedenin amiridir, o ayrıldığı zaman beden memuriyetten terhis olunur. Binaenaleyh, Rasulullah’ın aleyhisselam bıraktığı kutsal emanetler de maddelerle kısıtlı değildir: “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.” (Hâkim, 1/93). Bu iki emanet de diğerlerinin amiridirler, en yüksek ilgi onlara mahsustur. Her müminin kendi içine yönelerek kalbini murakabe etmesi gerekir. Osman bin Affan r anhın, onu okurken şehadete kavuştuğu Mushaf-ı şerifine gösterilen ilgi ve özen, kalplerin ihyasında da söz konusu mudur? Müslümanların evlerinde en güzel ve yüksek noktada bulunan Mushaf-ı şerif, mesele emirlerini tatbik etmek olduğunda da baş üstünde midir?
Emanet, vakit geldiğinde sahibine teslim edilir. Bu minvalde, istisnasız her bir müminin, hatta her insanın taşıdığı kutsal bir emanet vardır. En kutsal emanettir Allah’ın verdiği, sayılı nefesinin bitimi ona verilen mühletin sonu olan can. Her nefesi emanete riayet şuuruyla almak gerekir. Maddi emanetlere hürmet gösterip, cennette ebedi nimetlere kavuşmanın vesilesi olan imanı, vakti, sıhhati, hayâyı ve tüm ahlak-ı Muhammed Mustafa’yı aleyhisselam tazim ve tatbikte olan gayretsizlik, tiyatroculuktur. O sahnede kişiler sadece -mış gibi yaparlar. Lakin sahnede onlarınmış gibi görünen aslında onlara ait değildir. O halde kalbimize fısıldayalım: Ey kalbim! Dünya sahnesindesin. Sendeki bu iman dahi bir emanettir. Emanetin sahibi sonsuz lütuf ve kerem sahibidir. Sakın, emanete hıyanet etmekten ve yalvar sahibine, verdiği emaneti sonsuz nimete çevirmeye kadir olan O’dur.