İLMİHAL- İslam Hukukunda Örfün Yeri

Oğuzhan Karayel[1]
Sözlükte “iyi olan, yadırganmayan, bilinen, tanınan; peş peşe gelen” anlamlarındaki urf kelimesinin Türkçedeki söylenişi olan örf, birçok fıkhî sonucun belirlenmesinde kendisine atıfta bulunulan belli nitelikteki sosyal davranış biçimlerini ve dildeki yerleşik kullanımları ifade eder.[2] İnsanların birçoğunun benimseyip alışkanlık haline getirdiği işlere ya da duyulduğunda insanın hatırına başka anlam gelmeyecek derecede özel anlamda kullanmayı âdet edindikleri lafızlara “örf” denir. Örf, âdet ve teâmül, ihtiyaç anında kendilerine müracaat edilen şer’î bir delildir. Bu kavramların bazen birbirlerinin yerine kullanıldığı da görülmektedir.
Âdet, insanlar tarafından alışkanlıkla yapılagelen şeydir. Buna, teâmül de denilmektedir. Âdet, hem güzel hem de kötü olan bir konuda meydana gelebilir. Bu bağlamda, “iyi âdet” ya da “kötü âdet” denildiği halde örf, bu bağlamda bir ayrıma tâbi tutulamayacağı için “iyi örf” veya “kötü örf” denilmemektedir. Ancak, örf ile âdeti aynı anlamda kullanan İslam hukukçuları da vardır. Onlar örf/âdeti şu şekilde tanımlamaktadırlar: “İnsanlar arasında alışkanlıkla yapılagelen ve akl-ı selim yanında güzel kabul edilen şeydir.”[3]
İslâm hukukçuları, şerî delillerden ve İslâm hukukunun temel ilkelerinden birine aykırı olmayan örfün, hüküm çıkarılırken dikkate alınması gerektiği görüşündedirler. Zira İslam hukuku hükümlerinin konulmasındaki asıl amaç, insanların durumlarını düzeltmek, aralarında adaleti gerçekleştirmek ve insanların karşılaştıkları sıkıntıları gidermektir. Bu bağlamda, İslam hukukuna göre hüküm verilirken, insanların âdet edindiği ve sağduyulu/akl-ı selim sahibi insanların tasvip ettiği şeyleri dikkate almamak, insanları sıkıntılarıyla baş başa bırakmak olur ki bu, İslam hukukunun üzerine bina edildiği temel amaca aykırı düşer.
Bu bağlamda şârinin, İslam’dan önceki Arap âdetlerinden birçoğunu, bazı düzenlemelere tâbi tutarak muhafaza ettiğini görüyoruz. Alım-satım, rehin, kira, selem, kasâme, evlilik vb. konular böyledir. Şâri, bu âdetlerden sadece kötü ve zararlı olanları ilga etmiştir. Ribâ, kumar, kız çocuklarının diri diri gömülmesi, kadınlara mirasçı olma hakkının tanınmaması gibi hükümler böyledir.
Buna karşılık İslam hukukçuları, şerî delillere ve çevrenin yahut âdetlerin değişmesine göre değişmeyen şerî hükümlere aykırı olması durumunda örfün, muteber sayılamayacağı ve hatta böyle bir örfün ortadan kaldırılması gerektiği hususunda görüş birliğine varmışlardır. Örneğin, içki içme, kumar oynama, ribâ muameleleri yapma vb. davranışlar, toplum içinde genel kabul gören bir âdet haline gelse bile, bu âdetler, zamanın geçmesiyle değişikliğe uğramayacak, dinî ve ictimâî birtakım kötülüklerin önüne geçmek amacıyla konulmuş olan yasaklara aykırı olduğundan, geçerli örf olarak kabul edilmeyeceklerdir.
[1] Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı
[2] İbrahim Kafi Dönmez, ‘’Örf’’, Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi
[3] Sahâbi kavli-Şeru men Kablenâ, Ankara Üniversitesi Açık Erişim