Siyerden Öğrendiklerimiz

Siyerden Öğrendiklerimiz

Başlarken

“(Resulüm!) Hayatın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.” (Hicr, 72)

Bir hayat düşünün, hayat ki âlemlere gönderilmiş, herkesin inanmakla yükümlü olduğu, kâinatın sahibi tarafından indirilmiş kitapta üzerine yemin edilmiş bir hayat.

Aziz okuyucular! Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de başka hiçbir hayatın üzerine yemin edilmediğini anladığımızda Rasulullah aleyhisselamın hayatını öğrenmenin, anlamanın bizim için ne kadar zaruri olduğunu fark ederiz.

İnsan, hayatının birçok noktasında taklit temayülü içerisindedir. Sevinçlerinde, acılarında ve tercihlerinde taklit etme ihtiyacı duyar. Hatta hep duyarız şimdiki çocuklar şu futbolcuların her şeyini taklit ediyor diye. Aslında bu da yanı başında taklit edeceği birisini görememesinden kaynaklanıyor. İnsan sevdiğini taklit eder, sevdiğinin yolunu izler ve sevdiğinin ahlakıyla ahlaklanır. Bu sevenin ya da sevilenin elinde olan bir şey de değildir, sevgi bunu gerektirir. Peygamber aleyhisselam, bizzat âlemlerin rabbi Allah tarafından taklit edilmesi, ahlakıyla ahlaklanılmasını ister. Rabbimizin hayatımızın her alanında örnek almamızı istediği Rasulullah aleyhisselamın bize örnek olamayacağı bir konu olabilir mi? Öyle bir şey olsaydı örneklikte kasır kalırdı.

Her çağda öne çıkan şahsiyetler olur. Bu bazen büyük bir kral olur, bazen büyük bir mucit, bazen bir fatih bazense büyük bir veli olur. Ancak her biri özellikle belli alanlarda bir kıymet ifade ederken Rasulullah aleyhisselam hayatım tüm alanlarında örnek olmuştur. Değer ifade eden tüm özellikler peygamberlerde, peygamberlerde değer ifade eden tüm güzel özellikler ise en kâmil şekliyle peygamberlerin zirvesi Hz. Peygamber aleyhisselam da toplanmıştır.

Yani O’nu bilmek, O’nu öğrenmek, O’nu anlamak yeni bir dünya açar mü’minin önüne. Yeni bir ufuk serer mü’mine. O Kur’an’ın yaşanmış bir örneği olduğundan dolayı O’nu okuyan bir kişi durmak nedir bilmez ve ötelere gitmenin özlemiyle hayatını geçirir. Yani Siyer’i bilmek, İslâm’ı, nazarîlikten amelî hâle getirir.

Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi şöyle buyurur:

“Hz. Peygamber aleyhisselam bütün insanlığın numûne-i ahlâkîsidir. وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ âyet-i kerîmesiyle, yani “Ya Muhammed! Sen muhakkak pek büyük bir ahlâka mazharsın.”[1] nidâsıyla tebcîl buyurulan Peygamberimiz’in pek mazbut olan hayât-ı târihiyeleri gösterir ki Hz. Muhammed aleyhisselam faaliyet-i beşeriyenin her türlüsünde ahlâkın en büyük numunesini bilfiil ibraz buyurmuştur. Ve filhakika بُعِثْتُ ِلاُتَمِّمَ مَكَارِمَ الْاَخْلاَقِ [Ben en güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.[2] Hadis-i şerifinde beyan buyurulduğu vechile enbiyâ-yı ‘izamın neşrine memur buyuruldukları mekârim-i ahlâkıyeyi Hz. Pey­gamber itmam eylemiştir. Beşeriyetin hem ruhâniyet ve hem cismâniyetiyle alâkadar olan fezâili istikmâl etmiştir. Binâenaleyh Hz. Peygamber’in insaniyet üzerinde tesiri yalnız manevî nokta-i nazardan değil, hem maddî ve hem manevî âsâr-ı bergüzîde ile sûretnümâ-yı zuhur olmuştur. Bundan dolayı bir Müslüman fezâil-i ahlâkıyenin ta’ayyününde nazariyat ile it’âb-ı zihin etmekten ziyade doğrudan doğruya sîret-i Muhammediye’ye ‘atf-ı nazar edivermekle hall-i meseleye muvaffak olur. Böyle bir Peygamber’in sünnetine, yani sîret ve hareketine imtisal eden kimselerin feyz-i Muhammedîden hissemend olmaları ve ‘indallah şefaatinden büyük büyük ümidler bekleyebilmeleri pek tabiîdir. Allah’ın mağfireti, Pey­gamber’in şefaati… İşte İslâm’da en büyük ümid bunlara râci’ olur. Nasrâniyetteki halâs meselesinin İslâm’da nazîri bu mağfiret ve şefaat meselesidir, denilebilir. Şu kadar ki halâs-ı nasrâniyet, gayet sırrî bir akîdedir. Hâlbuki halâs-ı İslâmiyet bir kazıyye-i mantıkiye ve ma’kûle şeklindedir.Mağfiret-i ilâhiye îmân ve ihlâs ile, şefâat-ı Nebeviye de izn-i ilâhî ile meşrûttur.” [3]

Aziz okuyucu! Bilirsin ki suçlu kendisine mahkûmu örnek alamaz. Patron, işçisini taklit etme gereği duymaz. Müdür, personelinden öğüt alma ihtiyacı hissetmez. Zengin, fakirin hayatından kendisine çok hisse çıkaramaz. Ancak Hz. Peygamber’in hayatında her biri hissesini bulur. Mekke dönemini hatırlarsın, O’nun yalnız kalmış, suçlu görülmüş hayatına ortak olursun. Medine dönemini hatırlarsın, devlet başkanı, komutan oluşuna ortak olursun. Konumu ne olursa olsun O’nun hayatından örnek alamayacak kimse yoktur. Çocuğunu kaybetmiş bir anne, O’nun elleriyle gömdüğü çocuklarını hatırlar da sabrına ortak olur. Anne ve babası olmayan O’nun yalnızlığına ortak olur.

O’nun hayatından hayatın her kesimine örnek olduğuna inanmalısın ve bu inançla insanı, şehri, medeniyeti inşa etmelisin. Doktor isen O’nun hastalıklardan korunmasına bakar mısın? Medine’de neden çok az hastalık ortaya çıkmıştır acaba? Mimar isen ya da mühendis, O’nun Hendek savaşında kazdığı hendeklerin derinlik ve genişliklerine bakar mısın? Günümüzde olsa kaç kamyon gerekirdi acaba, kaç işçi ve kaç gün… Ya da bir yöneticiysen O’nun gençlerle istişaresinden bir hisse almaz mısın? Belki yolun böyle daha da açılır…

Peygamber Efendimiz aleyhisselamı sevmek, hakiki imanın şartıdır. Bu sebeple de bütün mü’minlere farz kılınmıştır. Bu muhabbet de en çok O’nun hayatını öğrenerek ve hayatından payımıza düşen hisseleri alarak elde edilebilir. Rasulullah aleyhisselam şöyle buyururlar: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki; sizden biriniz, ben kendisine anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakiki manada iman etmiş olamaz.” (Buhari, İman, 8)

Efendimiz’in beyanlarına göre de kalp tam anlamıyla O’nun sevgisine yönelmedikçe hakiki imanı bulmuş olamazsın. O’nu her şeyden daha çok sevmeli ve örnek almalısın. Sevgi ispat ister, O’nu hayatının her anında yaşamalı, yaşatmalısın. Sevgi vefa gerektirir, sevgi, bağlılık gerektirir…

Şâirin de dediği gibi:

Sen’i cân-ı azîzinden ziyâde sevmeyen âşık

Hakîkat âleminde Âdem olmaz ya Rasûlallâh![4]

O, hayatının her kısmında bize örnek olmuş, kâinatın biricik efendisi. İstikametinden ödün vermemiş bir genç, ümidini kaybetmemiş bir davetçi, stratejik bir komutan, merhametli bir baba, Müslümanlar için vazgeçilmez örnektir.

O’nun hayatını okuyan ve anlayan birisi ümidini asla yitirmez. Gittiği yerlere bir bahar yağmuru gibi düşer ve gönüllere yağar, gittiği yerleri filizlendirir. Durmak bilmez, yaptığı işi en güzeliyle yapar, insandan kuşa her canlıya merhametle yaklaşır, inşa eder, ihya eder. İnsanı inşa eder, şehri ihya eder. Gittiği her Yesrib’i Medine yapar.

Aziz okuyucu! Taşları bile değiştiren bir peygamberin ümmeti kalpleri değiştirmekten niye korksun? Taş değil ya kalpler. Sadece kuşanmamız gereken bir hayat var. O hayatı, Kur’an-ı Kerim’de kendisine yemin edilen o hayatı kuşandığımız vakit işte o zaman önümüzde hiçbir engel kalmayacak ve bizi bekleyen gönüllere koşacağız.

Siyer-i Nebi’nin bize söyleyeceği çok şey var. Ötelerden haber verdiği nice müjde, nice öğüt var. O’nun hayat yolculuğundan hayatımıza pay çıkarmak duası ile “Siyerden Öğrendiklerimiz” yazılarının hayırlara vesile olmasını dileriz. Gayret bizden tevfik Allah’tandır…

 


[1] Kalem, 4.

[2] Bkz. Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8.

[3] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrûtiyetten Cumhuriyete MAKALELER, İstanbul: Klasik, 2013, s. 214.

[4] LEBÎD b. REBÎA: Câhiliye devrinde de yaşamış olan (muhadram) muallaka sahibi İslâm şairi.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.