TÜKETİM ÇAĞI VE İNSAN PSİKOLOJİSİ

‘’Asr´a yemin olsun ki, insan mutlaka bir ziyandadır.
Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler,
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır’’
(Asr suresi)
Zaman sahip olduğumuz en büyük nimetlerden biri. Her zaman diliminin, her çağın da bir ruhu var. ‘Zamanın ruhu’ tabirinin anlatmak istediği şey de belirli bir çağdaki düşünce ve davranışları şekillendiren müşterek değerlerdir. İçinde yaşadığımız 21.Yüzyıl Tüketim çağı olarak adlandırılıyor. Tüketim toplumunun genel yapısına baktığımızda şunları görüyoruz; İnsanlara sürekli yeni ihtiyaçları olduğu hissettiriliyor, gündelik hayattaki hoşnutsuzlukların, mutsuzlukların ve gerilimlerin ilacı alışveriş yapmak gibi sunuluyor. Sürekli kendi hazzımıza odaklandığımız bir yaşam tarzı empoze ediliyor. İhtiyaç olmayan şeyler haz duygusunu tatmin etmek için alınıyor. Yani duygusal arzular faydacı nedenlere ağır basıyor.
Tüketim çağı insan psikolojisini de yakından etkiliyor. Psikiyatrik tanılama sistemi olarak dünyada en yaygın ve bilinen sistemler olan ICD ve DSM’ler ölçüte dayalı tanısal sistemlerdir. ‘Zamanın Ruhu’ kendi hastalık kategorilerini de oluşturuyor. Günümüzde DSM’lere eklenen ve tüketim kültürünün ciddi etkisi olan tanı gruplarına şu örnekleri verebiliriz.
Kaliforniya Sendromu:
Tüketmek için üreten, sürekli kendisini düşünen, kimseye yardım etmeyen, maddi hedefleri kutsallaştıran, bedeni için yaşayan, toplumsal hedefleri önemsemeyen bir anlayış. Eğlence ve tüketimin esas olduğu, yalnızlık ve mutsuzluk getiren ve nihayetinde kişiyi intihara kadar sürükleyebilen hayat tarzının bir salgın gibi yayılmasına Kaliforniya Sendromu deniyor. Kaliforniya sendromunun ayırt edici özellikleri şunlar; eğlence, bedensel hazlar, para kazanmak ve harcamak hayatın temel felsefesi. İnsanlar hayatlarını tüketmek için yaşıyor, sürekli eğlence anlayışı zamanla ruhlarda yaralar oluşturuyor. Bu yaraları ortadan kaldırmak için de daha çok tüketmek ve eğlenmek gerektiği düşüncesi her defasında tüketim ve eğlencenin dozunu artırıp şeklini değiştiriyor. Susuzluklarını deniz suyu içerek dindirmeye çalışan, tuzlu sudan yandıkça daha çok deniz suyu içen kişiler gibi ömürlerini bir kısır döngüye kurban ederek yaşıyorlar. Kaliforniya sendromu ne yazık ki tatmin olmayan ruhlar ortaya çıkarıyor. Henry Ford’un oğlu önemli bir örnektir bu duruma. Her türlü zevki sonuna kadar tattığını düşünerek intihar ediyor. Geride bıraktığı mektupta babasına şunları yazdığı söyleniyor, “Baba, hayal edip de ulaşamadığım hiçbir şey olmadı. Tüm zevkleri tattım, ne varsa önceden hazırlamışsın, hiçbirinde benim emeğim yok. Mutsuzluktan mahvoldum. Gidiyorum!” Türkiye Gençlik STK’ları Platformu’nun yaptığı “Türkiye’nin Gençleri” başlıklı araştırma sonuçlarına göre hayatta mutlu olmak için en önemli faktör nedir? sorusuna en fazla “PARA” cevabı verilmiş. Kaliforniya Sendromu, bizim ülkemizde de açığa çıkmak için fırsat mı kolluyor acaba?
Davranışsal bağımlılıklar:
İnternet bağımlılığı; Gelişen teknoloji ile bilgisayar ve cep telefonlarının hayatımızda kapladığı yerin artması ve internet kullanımının yaygınlaşması ile birlikte, internet kullanımı da bir “bağımlılığa” dönüşmüştür. Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de internet bağımlılığı hızla yaygınlaşan ve sıklıkla karşılaşılan bir ruhsal bozukluk haline gelmiştir. Günlük sorumluluklar internet yüzünden yerine getirilemediğinde, okulda, işte ve aile de çok ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Başkalarıyla vakit geçirmek yerine, internete bağlanmayı tercih eden kişilerde sosyal gelişim alanları zarar görmekte, bu durum da toplumdaki bütün değerleri alt üst etmektedir. Kırk yıl önce insanların göz göze gelerek konuşma süresi yarım saat iken günümüzde altı dakikaya kadar düşmüş durumda. Seslerin, imgelerin çok hızlı aktığı bir tüketim çağında yaşıyoruz. Sanal hayatlar hepimizi esir almış durumda. Özellikle sosyal medya kullanımı, çığ gibi artarak devam ediyor. Çalışmalar genellikle internet bağımlılığı için haftada 38 saat online kalmış olmayı ölçüt kabul ediyor. Bizler haftanın kaç saatini online geçiriyoruz acaba? Bu sorunun cevabı hepimiz için büyük önem taşıyor aslında…
Alışveriş Bağımlılığı; Takıntılı ve dürtüsel bir davranıştır. Genellikle kontrolsüz bir biçimde para harcama ile gelişir. Bireyin üzgün, kızgın ya da mutsuz olduğu zamanlarda çok daha kontrolsüz biçimde para harcaması olarak karşımıza çıkar. Toplumun tüketime verdiği değer ve önem kişilerin ihtiyacı olmadan alışveriş yapmalarını artırabilmektedir. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte insanlar diğer bireylerdeki mükemmel gibi gösterilen hayatlara, kusursuza yakın vücutlara, her gün yenilenen kıyafetlere ve ev dekorasyonlarına tanıklık etmeye başlamıştır. Bu durum bireylerde içten içe bir rekabet duygusu uyandırmaktadır. Bu rekabet dolayısıyla bireyler, kendilerini kıyasladıkları diğer insanlardan üstün olduklarını kendilerine ya da başkalarına kanıtlamak amacıyla sürekli olarak alışveriş yapmakta ve kendilerini bu bağımlılığın tam ortasında bulabilmektedir. Yine kolay bir şekilde yapılabilen internet alışverişi, kredi kartları ve para çekme imkânları, bireylerin alışveriş bağımlılığı yaşamasına neden olabilmektedir.
İlişki bağımlılığı; Öğrenilmiş bir davranıştır ve insanlara bağımlılıkla karakterizedir. Başkaları tarafından sevilmek ve kabul edilmek uğruna kendi değerlerini, gereksinimlerini, duygularını gizleme ve başkalarına odaklı yaşama söz konusudur. Kimileri için çocukları, kimileri için eş(partner)leri, kimileri için de işleri-malları-yöneticileri vazgeçilmezleri oluyor. Ayet-i Kerime de anlatılmak istenen de tam bu sanırım. ‘Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.’( Münâfikûn / 9)
Yeme bozuklukları:
Tüketim çağının en sık görülen rahatsızlıklarından biri de yeme bozukluklarıdır. Obezite, vücut kütlesinin boy uzunluğuna göre çok daha fazla olması olarak tanımlanır. İhtiyaçtan daha fazla ve sağlıksız gıdalar (kızarmış patates, kolalı içecekler, dondurma, patlamış mısır, hamburger) tüketmek, hareket etmemek obeziteye yol açabilir. Anoreksiya nervoza, vücut ağırlığında anormal derecede düşüklük, hissedilen yoğun kilo alma korkusu ve çarpık kilo algısı ile karakterize edilen bir beslenme bozukluğudur. Bu kişiler genellikle zayıflığı öz-değer ile eş tutarlar. Akran baskısı, özellikle gençler arasında zayıf olma arzusunu aşırı körüklemeye neden olabilmektedir. Bulimia nervoza da ise, beden algısı bozulmuştur ve bireyler sürekli kilolarını ve vücut şekillerini düşünmektedirler. Bu kişiler vücutlarıyla ilgili oldukça sert ve gerçekçi olmayan düşüncelere sahiptirler.
Bütün bunların dışında Tüketim çağı ile birlikte gözlemlenen pek çok psikolojik durum, DSM tanı sistemlerine hızla eklenmeye devam ediyor. Bu kadar olumsuzluğa rağmen Nörobilimin vurguladığı çok güzel bir nokta var; İnsanın bağımlılık oluşturan durumlardan aldığı haz ile başkasına ettiği yardımdan aldığı haz beyinde aynı bölgeye tekabül ediyor. Demek ki haz duygusu sadece tüketerek değil başkasına yardım ederek de sağlanabiliyor. Hatta iki tarafın da haz duygusunu tattığı bir mutluluktur bu. Alarak mutlu olmanın değil vererek mutlu etmenin huzurunu yaşıyor. Kültürel kodlarımızın bu anlamda gerekli altyapıya sahip olduğunu düşünürsek ümidimizi yüksek tutabiliriz inşallah.