MUHASEBE- Nefis Muhasebesi – 1

MUHASEBE- Nefis Muhasebesi – 1

Nefis muhasebesi yapmak deyince “ne idik?”, “ne olduk?” ve “ne olmalıyız?” sorularına cevap vermek; verilen cevapların da gereğini yerine getirmek akla gelir.

Bu sorulara muhatap olan kişi “ne idim?”, “ne oldum?” ve “ne olmam lazım?” diyerek önce kendi içine yöneliyor, sonra da soruların cevabının gereğini yerine getirmeye çabalıyorsa gerçekten muhasebe yapıyor demektir. Soruların muhatabı bir kurum veya bir cemaat ise elbette yukarıdaki gibi soruları sormak, kimler sorumlu ise beraberce muhasebe yapmak ve yükümlülükleri yerine getirmek gerekir. Muhasebe için;

1) Başarıyı ve nimetleri Allah’a; hatalarımızı nefsimize nispet etmek

2) Kontrol edildiğimizi düşünerek kendimizi daima kontrol etmek

3) Ehil, âdil, doğru, ciddî ve verim alınan ekiple hareket etmek

4) Yanlışları bilip gidermeye ve noksanlıkları görüp tamamlamaya çalışmak

5) Nefse karşı orta yolu izlemek

6) Vaktin ve kendi insanımızın kıymetini bilmek gerekir.

 

1) Başarıyı ve nimetleri Allah’a; hatalarımızı nefsimize nispet etmek:

Mü’min, Allah Teâlâ’yı, Hz. Peygamber aleyhisselam’ı ve O’nun Allah’tan getirdiklerini tasdik eden kimsedir. Hz. Peygamber’in getirdiği Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur: “Sana gelen her iyilik Allah’tandır; sana gelen her fenalık da kendi nefsindendir.” (Nisâ sûresi 4/79.)

Mü’min kişi, tevhîd ehli yani rubûbiyeti ve ülûhiyeti “tek” olan Allah’a nispet eden kişidir. İnsanı da insanın yaptığını da yaratan Allah’tır. İşte âyet-i kerîme: “Sizi de Allah yarattı ve sizin yapmakta olduklarınızı da (Allah yaratıyor).” (Sâffât sûresi 37/96.)

İyilik de sıkıntı da nimet de bela da başarı da başarısızlık da imtihandır. İyilikte imtihanı kazanmak, şükürledir. Kalbin şükrü, bütün nimetlerin Allah’ın olduğuna itikad etmek; dilin şükrü, bütün nimetlerin Allah’ın olduğunu “elhamdülillâh” diyerek itiraf etmek; bedenin şükrü de Allah’ın nimetleri ile Allah’a isyan etmeyip itaat etmektir.

Sıkıntıdaki imtihan, sabırladır. “Sabır, kadere kızmaktan kalbi tutmak; dili, şikâyet etmekten tutmak; beden organlarını da Allah’a isyandan tutmaktır.” (İbn-i Kayyım el-Cevzî, el-Vâbilü’s-Sayyıb mine’l-Kelimi’t-Tayyib, s. 5.)

Başarıda imtihan, başarıyı Allah’a nispet etmek; başarısızlıkta imtihan, başarısızlığı kendi nefsimize nispet etmektir. Hz. Peygamber aleyhisselam ne güzel buyurmuştur: “Kendi ayıbı ile meşgul olması insanların ayıplarıyla meşgul olmasına engel olanlara ne mutlu!” (Kenzu’l-Ummâl, H. no: 43444; Keşfu’l-Hafâ, II, 44; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV, 281.)

Akıllı adam, başkalarının ayıbını görür, aynı ayıba düşmemek için kendi ayıbını da görür ki bir daha aynı ayıbı işlememek için! Ahmak kişi, başarıyı sadece kendisine nispet eden; başarısızlığı da kendisine değil başkasına nispet eden kişidir. Başarıyı sadece kendisine nispet eden, başarısızlığı da kendisine değil başkasına nispet edenler, gurura kapılırlar, kusurlarını kabul etmediklerinden kusurları da yok etmeye yönelmezler ve neticede hep kusurlu kalırlar. “Yükseldik zannederler, alçaldıkça tabana” Necip Fazıl Kısakürek Büyük adam bile hata etmeyen değil, az hata eden, hata kendisine söylenmeden kendi hatasını görebilen, en azından hatası kendisine söylenince kabul eden kişidir.

2) Kontrol edildiğimizi düşünerek kendimizi daima kontrol etmek:

Her konuda isabetli düşünebilmek için isabetli olan bilgiye sahip olmak gerekir. İsabetli bilgi, her şeyi yaratan Allah’ın bilgisi yani ilâhî bilgi olan vahiydir. İşte bu konuda her şeyi bilen Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Muhakkak senin Rabbin daima (her hal ve durumda) gözetlemektedir.” (Fecr sûresi 89/14.)

Şüphesiz kendisinin denetlendiğini idrak eden, kendisini denetler. Denetlendiğini bilen ve her şeyi ölçü ile ölçen, yanlışlarını görür. Yanlışlıklar ise gafletten doğar. Gaflet ya cehaletten ya da günahlardan meydana gelir. Cehaletten doğan gafletin çaresi, ilim ve irfan ehli olan muttakî kişiden ölçüyü kazandıran ilim almakla; günahlardan doğan gafletin çaresi, nasûh tövbe ile zâhir-bâtın yani kalple ve bedenle işlenen günahlardan tövbe etmekledir. Kendisini kontrol eden insan, az hata eder. Hata edince de hemen farkına varır. Farkına varınca da hemen hatasını terk etmeye yönelir. Hatayı terk etmek, birinci basamak; ikinci basamak, doğrusunu görüp doğru olanı yapmaktır.

3) Ehil, âdil, doğru, ciddî ve verim alınan ekiple hareket etmek:

Önce hedefe ulaşmada planı gerçekleştirecek ekibi tespit etmek, sonra ekibi yetiştirmek, daha sonra da görev vermek, neticeyi de istemek gerekir. Ekip, ortak amaçlar ve hedeflerle devamlı bir misyon üzerine birlikte çalışan bir insan grubudur. Etkili olmak için ekip üyeleri; ekip içi iletişim, ekipteki rolleri ve fikir birliği oluşturma konularında eğitilmelidir. Ekip ruhu içinde çalışabilmeyi kazandırmak için, insanı, ferdî olarak çalışmaktan çok daha üstün olduğuna ikna etmek gerekir.

Lider, ekibiyle başarılı olabilir. Şüphesiz lider, ekibin lideri ise ekibindeki sayı kadar çarpılır. Ekip olmayınca, eldeki insanların değeri toplanan kadardır. Ama ekip varsa, elde bulunan insanların değeri, toplanan değil çarpılan kadardır.

Önce ehliyet aranmalıdır. Ama sadece ehliyet değil, ehil olan kişi, âdil, doğru, ciddî ve verim alınan kimseler arasından seçilmelidir. Yoksa ehliyet var da diğer özellikler yani adâlet, doğruluk, ciddiyet ve verimlilik yoksa işte bu kişi, bela kişidir. Âdil kişi, şahsiyet sahibi olan; dostuna da düşmanına da aynı doğruyu yapan kişidir. Düşmanının düşmanlığı, ona adaleti terk ettirmeyi gerektirmez. Zira herkes kendisine yakışanı yapar. Müslümana yakışan, İslam’a söz söylettirmeyecek şekilde davranmasıdır. Karşımızdakine yakışanı değil, bize yakışanı yapmaktır.

Ceza işine gelince; suçluya ceza vermek de adâlet, suçsuz olana ceza vermemek ve faydalıya da mükâfat vermek adalettir. İşte âyet-i kerîme: “Bir kavme/topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakın olandır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide sûresi 5/8.)

“Müslüman olsun olmasın herkese adâletli davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, Müslüman olmayanlar ise sizin gibi birer insandır.” Hz. Ali radiyallahu anh

“Adâlet mülkün (otoritenin ve hâkimiyetin) temelidir.” Hz. Ömer radiyallahu anh

“Sevginin kurduğu devleti, adâlet devam ettirir.” Fârâbî

“İki barışçı güç vardır: Adâlet ve ahlâk.” Goethe

“Kötülüğü adâletle; iyiliği de iyilikle karşılayın.” Konfüçyüs

“Âbidin ibadeti nefsini; âdilin adâleti âlemi ıslâh eder.” Arap Atasözü

“Hükümdar, adâletli olursa, yeryüzünde Allah’ın; adâlet ve şefkatten uzak olursa, şeytanın halîfesi olur.” İmam-ı Gazâlî

“Doğru söyleyen, çok söylemeye hiç muhtaç değildir.” Demokritos

“Doğruluk, her türlü şartlar altında meyve verir.” F. Schiller

“Sâdık kimse, kendisine zarar getirecek bile olsa, doğruyu söyleyendir.” Cüneyd-i Bağdâdî

“Dürüst olmak cesaretini gösteren kimse, hiçbir zaman yalan söylemek ihtiyacını duymaz.” George Herbert

“Dürüstlük, en iyi siyâsettir.” Japon Atasözü

4) Yanlışları bilip gidermeye ve noksanlıkları görüp tamamlamaya çalışmak:

Doğru bilinmeden eğri bilinmez; doğru adam bilinmeden de eğri adam bilinmez; tam adam bilinmeden de yarım adam bilinmez. Bu sahalardaki insanları hayatta başarılı olmuş insanlarla kıyas ederek kendi liderimizin çapını, kendi ekibimizin seviyesini tanıyabiliriz. Yanlışlarımızı ve noksanlıklarımızı görmek için şu üç şey gerekir: İlim, tecrübe ve basîret. Bu üç ışıkla aydınlanma olunca her şeyimiz ortaya çıkar.

Elimizde bulunan insanlarımız, idealimizde olan insanlarımız değildirler. Eğer biz yanlışımızı ve noksanlığımızı gidermeyi dert edinirsek, yanlışımızı ve noksanlığımızı görmemiz mümkün olur. İdealimizde olan insanı bulamazsak, elimizde olanı eğiteceğiz, eğittikten sonra da plan ve programın gereğini isteyeceğiz. Yeter ki insanımız samimi olsun!

Ekip ruhu içinde, ciddiyet ve gayret, belirlenen üsûl içinde olursa, gerisi arkasından gelir. Kendi eski elbisesini ve eski eşyalarını değiştiriyor da eski yanlışlarını, geçersiz eski fikirlerini değiştirmiyorsa, işte o zaman o insanları değiştirmek gerekir.

“Sırf kendi aklına dayanan, hatalardan kurtulamaz.” Mansur bin Ammar

“Şu beş (kötü) özellik olmasaydı bütün insanlar salih/iyi insan olurdular:

a) Cehalete kanaat etmek,

b) Dünyaya haris olmak,

c) Fazlalığa açgözlülük etmek,

d) Amelde riyakârlık etmek,

e) Sadece kendi görüşünü beğenmek.” Hz. Ali radiyallahu anh

 

“Başkasının yanlışını büyüten kimse, kendi hatasını unutur.” Hz. Ali

“Bir hatayı iki defa tekrar etmeyen, en mükemmel insandır.” Albert Einstein

“Hata, hatadır; onu, ister büyük adam işlesin, ister küçük.” Goethe

Yanlış davranışın kaynağı, yanlış anlayıştır. Yanlış anlayışın kaynağı yanlış bilgi veya ictihada ehil olmayan kimsenin yanlış ictihadıdır.

5) Nefse karşı orta yolu izlemek:

Orta yol yani sırat-ı mustakîm İslâm’dır. Nefse karşı orta yolu izlemek, İslam’a göre hareket etmek demektir. Çünkü İslam; itikadda, ibadette, ahlakta ve ahkâmda orta yoldur. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Şu üç şey kurtarıcıdır: Gizlide ve açıkta Allah’tan korkmak, fakirlikte ve zenginlikte orta yolu izlemek, rıza ve öfke halinde âdil olmak.” (İbn-i Hacer el-Askalânî, Münebbihât, s. 5.)

6) Vaktin ve kendi insanımızın kıymetini bilmek:

Vakit de kaliteli ve dürüst insan da sınırlıdır. Vaktin kıymetini bilmek, kıymetli işler yapmakla olur. Vakit veya zaman, içinde bulunduğumuz andır. Mazi/geçmiş zaman, elimizden çıktı ama ibret alalım; istikbal/gelecek zaman, henüz elimizde değil ama hazırlıklı olalım. Esas zaman, içinde bulunduğumuz andır. İşte değerlendirmemiz gereken zaman, bizim sorumlu olduğumuz ve içinde ebedî cennet ömrünü barındıran kısa ve çok değerli olan anlardan oluşan ömrümüzdür.

Zaman deyince eğer ömür kastedilirse, ömür saatlerden, günlerden, haftalardan, aylardan ve senelerden ibarettir. Fakat ömrümüzün ne kadar olduğunu bilemediğimizden her an ölüm gelebilir düşüncesiyle iman ve imana uygun amel ederek, hakkı ve sabrı tavsiye ederek ölüme hazır olmak gerekir.

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de dünya ömrümüzü bugün, sonsuz olan cennet hayatını yarın diye isimlendirmiştir. İşte bununla ilgili âyet-i kerîme şudur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına (âhirete) ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşir sûresi 59/18.) Bu âyet, insanın dünyada, dünya için değil, âhiret için var edildiğini ve âhirete yatırım için görevli olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün, yarın içindir. Bugünde, yarın kazanılıyorsa bugün değerlendirilmiş olur.

Yoldaki yolcunun hedefinin âhiret olması kaçınılmazdır. Hem âhirete mani olan dünyaya önem vermemek, hem de ölüme hazırlıklı olmak lazım. Zamanı değerlendirmek, değerli işler yapmakla olur. Önce kıymetli, değerli ve değer verilen bir varlık olduğumuzu bilmek ve bu değerliliğin idrakinde olmak gerekir. Değerli olduğumuzun ispatı, her şeyin bizim için yaratılmış olmasıdır. Üstün hedefe ulaşmak ve sorumluluğumuzu yerine getirmek için planlı ve programlı çalışılırsak zaman değerlendirilmiş olur.

İnsan için zamanı değerlendirmek, insanın, mes’ul olduğu şeyle meşgul olmasıyla mümkün olur. “Mes’ul olduğun şeyle meşgul ol!” Hz. Ömer radiyallahu anh. İnsanımızın kıymetini bilmek, kıymetli işlerde istihdam etmektir. İnsan için kıymetli olan iş, sahası ve kabiliyeti gözetilerek kişinin yapabileceği, hakkından geleceği iştir. İnsanı, kabiliyetinin dışında istihdam etmek, hem insana hem kuruma zarar vermektir. “Kullanılmayan maddî kaynaklar, kaybolmuş sayılmazlar. Fakat kullanılmayan insânî kaynaklar, daima yok olmuş demektir.” Jerome Wiesner

Bir gün Hz. Ömer radiyallahu anh, büyük bir odada Ashab-ı Kiram’dan ileri gelenlerle oturmaktalar. Hz. Ömer, onlara der ki: Bu ev dolusu ne olsun istersiniz? Kimisi, bu ev dolusu altınım olsa da Allah yoluna infak etsem, der. Kimisi, bu ev dolusu atım olsa da Allah yoluna koştursam, der. Derler ki ya Ömer sen ne istersin? Hz. Ömer radiyallahu anh şöyle cevap verir: “Bu ev dolusu Ebu Ubeyde b. Cerrah gibiler olsa da her birini bir göreve atasam!” İnsanın kıymetini ve değerini, ancak kıymetli ve değerli insan bilir.

Bir gün Hz. Peygamber aleyhisselam’ın bulunduğu bir meclise Hz. Abbas radiyallahu anh gelir. Kimse yer vermez. Rasûlullah Efendimiz üzülür. Hz. Ebu Bekir radiyallahu anh kalkar ve kendi yerini Hz. Abbas’a verir, sonra da hemen yanına sıkışır. Hz. Peygamber Efendimiz memnun olur ve şöyle der: “İnsanın kıymetini ancak büyük insan takdir eder.”

İnsan, yaratıkların en büyüğüdür. Mü’min, insanların büyüğü; muttakî mü’min ise mü’minin büyüğü; dava adamı mü’min de muttakî mü’minin büyüğüdür. Her birimiz bunlardan hangisi isek; altta isek bir üste çıkmayı ve bulunduğumuz konumun kıymetini bilmeyi dert edinelim.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.