SİZDEN GELENLER-Tartışma ve Eleştiri Adabı

Dil, iletişim aracıdır, insanların birbirleriyle anlaşabilmesi için dilin doğru ve yerinde kullanılması gerekir. Konuşurken pişman olmamak için karşıdakinin kalbini kırmadan ve onu rencide etmeden sözü tatlı dil ve yumuşak üslupla söylemek hüner ister. İşte insan bazen bir mevzuda görüşüne katılmadığı biriyle tartışma yapabilir; fikrini beğenip beğenmediği veya düşüncesine katılıp katılmadığı hususları eleştirebilir.
O halde tartışma ve eleştiri nedir? Tartışma, bir görüşü savunan ve ona karşı olan iki tarafın karşılıklı olarak fikirlerini beyan etmeleridir. Eleştiri ise, bir konunun iyi ve kötü yönleriyle ya da doğru ve yanlış yönleriyle değerlendirilmesidir.
Tartışmada esas olan hakikatin ortaya çıkarılmasıdır; İmam Şafiî (r.a) bu gerçeği şöyle izah eder: “Maksadım hakkın ortaya çıkmasıdır. Onu benim veya rakibimin ortaya çıkarması benim için önemli değildir.” Ayrıca tartışmanın verimli olunabilir ve netice alınabilir olmasının şartları iki tarafın da niyetinin halis olması, bilgi ve delile dayanmadan, zanna dayanarak fikir ortaya atmamaları, muhatapların birbirini tahkir edecek gayri ahlaki davranışlardan sakınmaları, karşılıklı sevgi ve müsamahayı kaybetmeyip kardeşlik hukukuna riayet etmeleridir.
Genel olarak, tartışma tavsiye edilmemiştir. Hatta Ömer (ra), tartışma yapılması amacıyla ilim öğrenilmemesi uyarısında bulunarak: “İlmi üç şey için öğrenme, Onu tartışmak, kibirlenmek, riya ve gösteriş yapmak için.” demiştir. İmam Gazali hazretleri de yapılan tartışmayla kişide riya, hased, kibir, kin, düşmanlık, övünme gibi kötü huylar belirecekse o tartışmanın caiz olmadığını, fakat hakkın iki tarafın ağzından çıkmasında fark olmadığı durumda ve kalabalık olmayan yerde tartışmayı caiz görmüştür(Eyyühe’l-Veled-Hak Yolcusuna Öğütler/İmam Gazali).
Hadiste, haklı olduğu halde tartışmayı bırakana, haksız olduğu halde tartışmayı bırakandan daha çok mükâfat vaat edilmiştir. Nitekim bununla ilgili olarak Ebu Ümâme (r.a) şöyle anlatıyor: Rasulullah (sav) buyurdular ki: “Kim haksız olduğu bir münakaşayı terk ederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı terk edene de cennetin ortasında bir ev kurulur.” (Tirmizi, Birr 58, (1994); Ebu Davud, Edeb 8, (4800); İbn Mace, Mukaddime 7, (51); Nesai, Edeb (6, 21)
Tartışma ve eleştiri üslup ve yönteminin nasıl olması gerektiğini “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış.” (Nahl/125) ayet-i kerimesi ortaya koymaktadır. Yani tebliğ ve irşad görevi yapılırken, muhatabın üzerinde etki bırakması için davranışlarda kibar ve nezaketli olmak, yumuşak üslup ve tatlı dil kullanarak sözü söylemek, muhatabın ikna olması için de sözü delille destekleyerek onun idrakine sunmak lazım. Yine şartların olgunlaşmasıyla muhatabımız kalben ve zihnen söylediklerimize kendini hazır hissetmeli ve söylediklerimizin anlaşılabilmesi için de onun aklının seviyesine göre hitap edilmelidir.
Acaba kimlerle tartışılmaz, diye sorulan bir soruya verilecek cevap şudur; akıl ve anlayışı kıt olan aptal, bilgisi olmayan cahil, ahlaksız ve kötü niyetli kimselerle tartışmak faydadan çok zarar getirir. Böyle kimselerle tartışmaya başlanmaması gerekir, tartışmaya başlanmışsa bile işi ileri aşamaya taşımayıp o anda kesmek en makul yoldur. Yoksa herhangi bir sonuca götürmeyeceği belli olan bu tartışma, ortak bir paydaya ulaştırmayacağı gibi enerji ve zaman kaybına da neden olacaktır.
En tuhaf ve popüler olanı, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlarla tartışmaya girmektir. Allah azze ve celle, “Haydi siz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz?” (Âl-i İmrân/66) ayet-i kerimesinde, hakkında bilgi sahibi olmadığımız hususlarda tartışmayı yasaklamaktadır. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan, bir robot gibi, düşünmeden şablon ve sloganlarla hayatı anlamaya çalışan genç kuşak, düşünmek ve fikir üretmek yerine fikri olanın fikrini aynen alarak bir nevi onun reklamını yapmaktadır. Hâlbuki önünde duran muhteşem ilim, irfan ve kültür havuzundan istifade etmemesinin bahanesi ne olabilir? Kitap okumayan insan başkasının bakış açısıyla her şeyi görür, aklını sınırlar, bilinç kaybına uğrar, kendine yabancılaşır. Kitap okumamanın, bilgi dağarcığını zenginleştirmemenin hiçbir mazereti olamaz, bilgilenmemenin neden olduğu aklı donuklaştırıp zihni köreltmekle de ilim ve kültür yoksulu olmaya başlanır.
Tartışmada olduğu gibi eleştiride de dikkat edilmesi gereken önemli hususlar vardır. Eleştiri yaparken kendimizi başkalarının yerine koyup empati yapmak, yorum ve değerlendirmelerde vicdanlı ve hakkaniyetli olmak, kendi yanlışlıklarımızın ve eksikliklerimizin de olabileceğini varsayarak samimi ve dürüst olmak elzemdir. Sorumluluk sahibi kimselerin bu ilkeleri gözeterek yaptıkları eleştiriler tutarlı, önemli ve güvenilirdir.
Herhangi bir konuda bilgi ve malumat sahibi olmadan konuşmak, boşboğazlığa ve gevezeliğe neden olur; cehaletin gözünü kör ettiği taassuplu bilgisiz, eleştirenlere ön yargılı davranıp onlara laf atmaya başlar. Yersiz ve gereksiz övgü yalakalığa neden olur; yalakalar, eleştirenleri sevmediği gibi yağ çekmek adına onları hedef tahtasına koyar.
İstenmeyen eleştiri çeşitleri nelerdir, sorusuna verilecek cevap; haksız eleştiri, bilgisiz eleştiri ve faydasız eleştiri şeklindedir. Haksız eleştiri, önyargı, kin ve nefretten; bilgisiz eleştiri, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktan, yani yeterince malumatı olmamaktan; faydasız eleştiri ise gereksiz yere konuşulup kendini tatmin etmekten kaynaklanır.
Kur’an-ı Kerim’de ağır eleştiri örnekleri vardır: Hakikatlerden kaçanlar, gerçeklerin ortaya çıkmasından korkanlar, aslandan kaçan yaban eşeklerine (Müddessir/49-51); ilmiyle amel etmeyenler, kitap yüklü merkebe (Cuma/5); dini bildiği halde dünya hırsına ve kendi hevasına uyarak yoldan sapanlar, dilini çıkarıp soluyan köpeğe (Araf/175-176) benzetilmişlerdir.
Eleştiri üslubu denince önümüze hemen önderimiz Hz. Muhammed’in (as) sahabesinin (r.a) hatasını yüzlerine vurmayıp yumuşak ve şefkatli davranışlarla telafi etmesi çıkıyor. Zira Hz. Peygamberin (s.a.v) Uhud gazvesinde emrini yerine getirmedikleri için Müslümanların mağlup olmalarına sebep olan Sahabelere (r.a) yaptıkları hatalarından dolayı katı kalpli ve asık suratlı olmadığı, aksine bizatihi yumuşak kalpli ve merhametli davrandığı bildirilmektedir. “Allah’ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.”(Âl-i İmrân/159) Şayet Allah’ın Resulü (as) onlara sert ve kaba davransaydı, küserek etrafını terk edeceklerdi ve böylelikle belki de onları kaybedecekti. Ama O bunun yerine onlara merhametli davranıp şefkat kanatlarının altına alarak onları kazanmış oldu.
Yumuşak üslupla muamele, sadece yakınlarımıza ve dostlarımıza değil, tebliğ ve davet yaparken düşmanlarımıza karşı da yapılması emredilen bir davranıştır. Cenab-ı Allah (c.c) “Varın da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki öğüt dinler yahut korkar.” (Tâhâ/44) ayetinde Hz. Musa (as) ve kardeşi Hz. Harun (as)‘a hitaben, dine davet etmeleri için Firavun’a gidip yumuşak dil kullanmalarını emrediyor. Yumuşak sözle ya öğüt alıp ikna olacak ya da ihtar alıp korkacak. Aslında hakkı tebliğ etmekle vazifeli bizlerin uzun süren tartışmalarda amacı, nefsimizin üstünlüğü değil, bilakis hakkın batıla, iyiliğin kötülüğe, doğruluğun yalancılığa, faziletin rezalete üstün gelmesi olmalıdır.
İslam kişiler, cemaatler ve tarikatlar üstü prensipleri içeren evrensel nizamın adıdır. İslam’ın zaman ve zeminleri aşan, o mukaddes ilke, prensip ve hükümleri ebedidir, o yüzden hiçbir fani parti liderinin, cemaat önderinin ya da tarikat şeyhinin söz, hal ve tavırlarıyla kıyas edilip yan yana getirilemez. İslam’ın iki ana kaynağı olduğu gibi, tüm müslümanlar için de mihenk taşları olan Kur’an ve Sünnet aramızda dururken; sözleri, halleri ve yaşantıları Allah ve Resulü’ne taban tabana zıt olduğu halde, yine de liderimizi, önderimizi veya şeyhimizi kutsayıp onlara itaat ediyorsak sorun bizdedir. Allah’a (c.c) ve Hz. Peygamber’e (s.a.v) isyanın olduğu konuda yaratılmış kullara itaati terk etmiyorsak ya ilimden mahrum kalmış birer cahiliz ya da bunda beklentimizin olduğu bir menfaatimiz var demektir.
Herhangi bir konuda Kur’an ve Sünnet’e uyanların başımızın üstünde yeri vardır; şayet Kur’an ve Sünnet’e uymuyorlarsa ayağımızın altına alıp çiğneriz, bu düstur bize yol gösterecek nitelikte olup bize ölçünün ne olması gerektiğini açık ve net bir tarzda ortaya koyuyor. İçinde bulunduğumuz herhangi bir cemiyet, cemaat ya da topluluk ya da müntesibi olduğumuz kim olursa olsun fark etmez, bu ölçüye göre hayatımızı şekillendirmeliyiz, aksi takdirde akıbetimizin iyi olmayacağı aşikârdır.
En etkili tartışma yöntemi, muhatabı düşüncesinden vazgeçirirken tefekküre ve yanlışını görüp düzletmeye yöneltmektir. Tartışmanın akışı içerisinde ortamın gerildiğini anlarsak; muhatabın üzerine fazla gidilmemelidir, çok ısrar etmek, inadı körükleyebilir. Acele etmemeli, kendi tutum ve davranışlarımızla onu sıkmak yerine uygun vakti beklemeliyiz. Ölçülü bir eleştiride muhatabın doğru tarafları takdir edilmeli, yanlış tarafları da tenkit edilip uygun üslupla muhatabın idrakine sunulmalıdır.
Ne ölçüsü olmadan övmek ne de gayri vicdani tavırlarla kötülemek tasvip edilecek bir durum değildir. Rabbim bizleri tartışma ve eleştiri adabını takınanlardan eylesin, hakikatleri korkusuzca, anlaşılır ve üslubuna riayet ederek anlatan, prensipleri anlatırken de ölçüyü kaçırmayanlardan eylesin. Başkalarına nasihat etmeden önce kendi nefsini düzeltmeye çalışanlardan eylesin. Hak ve iyilikten uzaklaştıracak tartışma ve eleştirilerden sakındırıp söz, eylem ve davranışlarıyla hakka ve iyiliğe teşvik edenlerden kılsın. Amin.