Mele

“Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir! Dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” Yunus: 15
Ayeti kerimenin muhatapları; Allah’a imana ve salih amellere, önem vermeyen, yaratılış gayesinin aksine rabbine asi olup onu inkâr eden ve onunla mücadeleye kalkışan kâfir, müşrik ve mücrimlerdir. Günümüzde ise şirk üzerine kurulan toplumların kurucuları, savunucuları, yöneticileri, sermaye sahipleri ile onlarla aynı düşünce ve tavrı benimseyenlerdir.
Ayetlerde Yüce Rabbimiz bu günahkârların durumunu tespit cümlesinden sonra onlara ikaz mesabesindeki uyarılarında onları muhatap almamış ve “Resulüm de ki” ifadesi ile onlara üçüncü şahıslar üzerinden dolaylı hitap etmiştir. Bu tavır aslında onların muhatap dahi alınmaması gerektiğine bir işarettir. Bizim için de onlarla günümüzdeki aynı ahlaka sahip din düşmanı imansızların, makam ve konumları ne olursa olsun muhatap alınmamasına, onlara helâk edilen geçmiş devirlerin halkları gibi davranılması gerektiğine Rahmani bir işaret vardır.
Bu nedenle inkârcı mücrimlerin cinayetlerini gelecek nesillere ve tüm zamanlara tek tek sayıp dökmek onları tüm zamanlara deşifre etmek için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e sanki şöyle hitap edilmiştir;
Ey Hak Peygamber! Senin gönderildiğin insanlar arasında muhatap tutulmaya layık olmayan, haktan hoşlanmayan kimseler de vardır. Onlara, bütün gerçekliği ile hakkın hükümlerini gösteren ve şirkin batıl olduğunu ortaya koyan ayetler, okunduğu halde o kalpleri, amelleri, düşünceleri ve emelleri bozuk olanlar hak ve hakikat düşmanı olurlar. Onlar tarihteki ataları gibi işlerine gelmeyen, yeniden dirilişten, Allah huzurundaki hesaptan, cezadan, bahseden, ayıp ve kusurlarını yüzlerine vuran, onları Allah’a yönelmeye çağıran, doğruluktan ve dürüstlükten ayrılanlarını cehennem ile tehdit eden bu Kuran’dan nefret ederler. Kuran’ı bırakıp onların huylarına uygun başka bir kitap getirmeni isterler. Bu mümkün olmazsa “bir takım değişiklik ve tadilatlar yap belki o zaman bize uygun okuyabileceğimiz ve iman edebileceğimiz bir şey olur derler.”
Bu inkârcıların günümüzdeki uzantıları da hiç değişmemiştir. Kuran’ı Peygamber’in kendisi yazmış gibi bir ortam oluşturmaya çalışarak, “gerekirse din kuralları yeniden çağdaşça yorumlanmalıdır.” Gibi küfürlerini sanki kâmil bir müminin olgun bir açıklaması gibi şeytanca bir tavırla yüksek perdeden sunarak insanları Allah’a itaatten Peygamber’e inanmaktan uzaklaştırmaya çalışmaktalar. Tarihteki Firavun ve Nemrut figürleri gibi kendi kurallarını iman ve ibadet esasları diye halklara dikte ettirerek ilahlaşmak istemekteler. Hatta bunların çoğu kötü emellerini kendi adlarına dahi yapmaya cesaret edemeyecek kadar korkaktırlar. Yabancı güçler adına iş yapıp onlara şirin görünmek için Belam gibi köpekleşecek konumdaki kişilerdir.
Allah’ın ayetleri karşısında bu kadar direnen inkârcılara Kuran “ mele “ kavramını kullanır. Mele’; yöneticilerin görüşlerine başvurup istişare ettiği, toplumun yönetiminde ve yönlendirilmesinde söz sahibi olan grup anlamına gelir. Kur’an-ı Kerîm’in otuz ayrı yerinde geçen “Mele” bu anlamıyla nötr bir kavramken Kuran “mele” kavramını genel olarak toplumlarını, Allah’a ve peygamberine karşı kışkırtıp, imana engel olmaya çalışan kibirli ve zorba tipler için kullanır.
Bunların en önemli özellikleri; Zenginlik ve dünyevî makamların verdiği şımarıklıkla öne çıkmak, zorbalık, zulüm, hor görme gibi aşağılık vasıflardır. Toplumda iman, ameli salih, adalet, cömertlik, yardım, ilim, hikmet… gibi insanı yükselten peygamberi vasıflarla bu tiplerin ilişkileri ancak istismarcılık, riyakarlık ve çıkarcılıktır. Bunlar Allah’ın ahkâmını âlemlere ilan eden resuller ve nebiler silsilesinin yegâne ve yılmaz düşmanlarıdır.
Günümüz risalet ve nübüvvet misyonunun temsilcileri olan hakkın müezzinlerinin de amansız karşıtıdırlar. Onlar sürekli kendilerini kutsayan onlara övgüler dizen aşağılık kişilerle muhatap olduklarından kendilerini hep en yüce görürler. Kuran’ın ifadesine göre bu kibir onların kalplerini hastalandırmış ve düşüncelerini şaşkınlaştırmıştır. Kendilerini ilah zannedecek kadar hastadırlar. Aynada kendi güzelliklerinden başka güzellik göremezler ve her şeyi kendilerine benzetmek isterler. Kendilerini Firavun gibi, Nemrut gibi ilahlaştırırlar, kutsallaştırırlar. Rablerine isyan ederler. Allah’ı ve O’na giden yolları kapatmaya çalışır. Allah’a imanı kendi iktidarlarının sonu olarak görürler. Bunu engellemek için bu uğurda son anına kadar kendi yarasından beslenen hayvanlar gibi kendilerini yiyip bitirirler.
Kuran bize geçmişten haber vererek onlardan şöyle bahseder: “And olsun, Musa’yı Firavun’a ve onun Mele’sine. Ayetlerimizle ve apaçık ispatlayıcı bir delille gönderdik. Onlar Firavun’un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun’un emri doğruya götürücü (reşit) değildi. O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürür. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir. Onlar, burada da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. (Bu) Verilen bağış, ne kötü bir bağıştır.”( Hûd: 96-99)
Bu ve benzeri ayetlerden anlaşıldığına göre bir toplumun bu dünyadaki önde gelenleri, kıyamet gününde de o toplumun liderleri olacaklar. Eğer liderler bu dünyada toplumu hakka, adalete ve doğruluğa sevk etmişse, onu izleyenler de kıyamet günü liderin sancağı altında toplanacaklar ve Cennet’e onun öncülüğünde gireceklerdir. Eğer halkı dalalete, ahlaksızlığa ve zulme çağırmışlarsa bu çağrıya uyanlar da onun liderliğinde Cehennem’e yürüyeceklerdir.
Bu iki yürüyüşten birinci yürüyüş kolu, kendilerini cennete götüren, buna vesile olan liderlerini överek, ona dualar ederek gayet mutlu ve neşeli biçimde yürüyecektir. Onlar Nisa suresi: 69. Ayette ifade edilen Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıdıklar, şehidler ve iyilerdir.
Diğer taraf ise şerli önderlerin takipçileridir. Kendilerini bu sefil duruma düşürenlere lanet ederek Cehennem’e doğru yürüyecekler “O gün zalim kimse ellerini ısıracak: “Eyvah!” diyecek, “keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!” “Eyvah!” “keşke falancayı dost edinmeseydim. Çünkü Kuran bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı…”(Furkan: 27-29)