MEHMET TEMİZ BEY ile MÜLAKAT

İLKADIM: Efendim Zeki Soyak Hocamızla ilgili sohbetler, röportajlar yapıyoruz. Öncelikle iman, amel ve dinin tahrif edildiği bir dönemde müslümanların çalışması nasıl olmalıdır? Sizin görüşlerinizi alabilir miyiz?
MEHMET TEMİZ: Teşekkür ederim, Allah razı olsun.
Müslümanlar, gerçek ilim ehliyle beraber olduklarında gerçek âlimlerden istifade ettiklerinde doğruyu görür, doğruyu anlar, doğruyu yapmaya gayret ederler. Efendimiz aleyhisselatü vesselam da dualarında daima doğru olanı öğrenip doğru olanı yapmayı ve batıl olandan da sakınmayı Cenab-ı Hak’tan niyaz buyurmuş. İşte bu doğruları çok iyi bir şekilde tespit eden, kaleme alan, bizatihi yaşayan ve yaşatan kardeşimiz Zeki SOYAK Hocamız gerçekten bu konuda çok gayret etmiş, eserler yazmış ve talebe yetiştirmiştir. Kendisi İslam’ın doğru olarak bildirdiği hususları bizatihi yaşamış ve öğrencilerine bunu öğretmiş, eserlerinde bunu beyan buyurmuş.
Hakikaten zamanımızda pek çok âlim geçinen müfsitler var bozguncular var. Bu bozguncuların yazdıkları ve yaptıkları daima insanları aldatmak ve yanıltmak içindir. Bunlar için Zeki Hocamızdan aynen şunu duymuştum, buyurdular ki; “Onlar hem sapık, hem saptırıcı. Böylelerinden hazer etmek, uzak durmak gerekir.”
Doğruyu bulabilmek için evvela yaşantıya bakmak lazım. O yaşantı eğer gerçekten İslam’a uygun ise, onu söyleyen kişi eğer İslam’ı güzel yaşıyor ise onun söyledikleri kendisine yaramış fayda vermiş demektir. Ama kendisi başka türlü söyler, başka türlü yaşarsa Cenab-ı Hak Celle celalehu Hazretleri buyuruyor ki; “Ben kulumun kalbiyle ameli arasındayım ve devamlı kulumu gözetim altında bulunduruyorum.” İşte Zeki Hocamız gerçekten doğruları kitaplarında beyan buyurduğu gibi öğrencilerine de talim etmiştir.
Buyruluyor ki; “Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir.” Çünkü O, bir topluluğu temsil etmekte, o topluluğa önderlik yapmaktadır. Onun vefatı o topluluğun bu önderlikten, bu güzel irşad vazifesini yapan zatın eğitim ve öğretiminden uzak kalmasına sebebiyet verir. Böylece o insanlar doğru olan yolu takip etmekte güçlük çekerler. Fakat elhamdülillah Zeki Hocamız, hem kendisi dosdoğru olan yolu tespit etmiş, yaşamış hem de öyle talebe yetiştirmiş. Yetiştirdiği talebelerin her birisi de birer müstesna hoca olmuş, onlar da bu talebeleri yetiştirmişler ve halen bu devam etmektedir.
Zeki Hocamın yazdığı eserleri mesela İslam Ahkâmını incelerseniz hakikaten bugün müslümanın yapması gereken, incelikler, güzellikler tespit edilmiş. Müslüman bu eseri okuduğu zaman doğruyu öğrenmiş ve doğruyu yaşama imkânına sahip olmuş oluyor. Fakat maalesef birçok eserler vardır ki bu doğruluktan tamamen inhiraf etmiş, ayrılmıştır. İslam’ı doğru olarak anlatan, doğru olarak yaşayan insanların sayısı çok çok azaldığı için boşluklardan istifade eden kişiler, bu boşlukları doldururken sadece nefsanî ve duygusal hareket etmektedirler. Dünyevî menfaatleri esas alırlar, ticaret gayesi güderler, yazdıkları eserlerde doğrudan inhiraf ederler, sırf dünyevî menfaatleri gözetirler. Ama Zeki Hocamızda asla dünyevi menfaat söz konusu değildir. O hak rızası için yazdığı bütün eserlerde talebelere hakkı öğretmek, hakkı tanıtmak, hakkı yaşatmak için hem örneklik yapardı hem eserleriyle talim terbiyesiyle önderlik yapardı. Bütün eserlerini inceleyecek olursak bu temayı görmek mümkündür.
Müslümanın evvela hayırlı kimselerle beraber olması, bilhassa hocalarının, önderlerinin hayırlı olması ve onları bu yaşantılarından dolayı örnek edinmesi gerekir. Örneklik çok önemlidir. Efendimiz aleyhisselatü vesselamın ashab-ı kiram üzerindeki müessiriyetinin, tesirinin çok fazla olmasının sebebi söylediklerini bizatihi yaşamasıdır. O, hakikaten ashab-ı kirama cihadı emrettiği zaman en önde cihadı kendisi yapmış, asla perva etmemiştir. Hatta ashabın korktukları, kaçtıkları zamanda Efendimiz aleyhisselatü vesselam asla bir adım geriye atmamış düşmana karşı en güçlü direnciyle karşı çıkmıştır. Yine Efendimiz aleyhisselatü vesselam cömertliği tavsiye buyurduğu zaman en ziyade cömertliği ve yardımı bizatihi kendisi yapmış örnek, yani nümuney-i imtisal olmuştur.
Aile reisi olarak Efendimiz aleyhisselatü vesselam “aranızda en hayırlılarınız ehline hayırlı olandır.” Yani aile efradına hayırlı olandır buyuruyor ve sonra devam buyuruyor “ve ben aile efradıma sizin aranızda en hayırlısıyım”.
Efendimiz aleyhisselatü vesselam Allah korkusunu tavsiye buyurduğunda buyuruyor ki; “Sizin aranızda en ziyade Allah’tan korkan benim.” Allah sevgisinden bahsettiğinde de; “En ziyade Allah’ı seven benim” bu sebeple ittika bakımından sizin beni örnek edinmeniz gerekir buyuruyor.
Bunu Cenab-ı Hak da Kur’an-ı Kerim’de Ahzab suresinde beyan buyuruyor; “Sizin aranızda örnek edinmeniz gereken Allah’ın habibi vardır. O’nu siz örnek edindiğiniz zaman asla yolunuzdan sapmazsınız.”
Efendimiz son zamanında iki şeyi tavsiye etmiş, “Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve benim sünnetlerim buyurmuş, eğer onlara bağlı kalırsanız yolunuzu şaşırmazsınız.”
İşte Zeki Soyak Hocamız da sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin bu yolunu bu metodunu en güzel şekilde öğrenen ve öğreten ve bizatihi yaşayan bir zat’tı. İnsanlarla diyalogu gayet iyiydi. İnsanları asla kırmaz, incitmez İslam’ı anlatırken aynen Nebevî metodu kullanırdı. Efendimiz aleyhisselatü vesselam da insanlara karşı daima merhametli davranmış ve onların hatalarını kusurlarını bağışlamıştır. Cenab-ı Allah Habib-i edibini Âl-i İmran suresinde böylece övüyor, buyuruyor ki:
“Eğer sen sert, kaba incitici, dışlayıcı, hor görücü olsaydın etrafından dağılır giderlerdi ama sen öyle değilsin. Sen Allah tarafından onlar için bir rahmet olarak gönderildin öyleyse onları bağışla, onlar için istiğfar et ve onlara istişare buyur.”
İLKADIM: Bu, kendilerine zulmedildiği halde Mekke halkından veya o çevredeki insanlardan çok zulüm gördüğü halde kaba davranmayış örneği bugünkü âlimlerin ve tebliğcilerin de üzerinde bulundurması gereken bir özellik.
MEHMET TEMİZ: Evet çok önemli bir özelliktir. İşte Zeki Hocamızda bu özellik de var. Hocamız gerçekten insanlara daima mülâyemetle, yumuşaklıkla yaklaşmış, insanların hatalarını kusurlarını, görmezlikten gelmiş, bağışlamış ve onları bu hak yola davet ederken de daima onlara dua etmiş.
Zeki Hocamızla biz beraber bulunduk, gerçekten bu üstün vasıfları gördük. Hakikaten bütün işlerinde mülâyemetle rıfkla muamele ediyor ki; Efendimiz aleyhisselatü vesselam, “Allah bir kulu sevdiği zaman, onu yumuşak yapar, bağışlayıcı yapar.” buyuruyor.
Âlimlerde bu vasıf belirgin olmalıdır, bu Efendimiz aleyhisselatü vesselamın çok bariz bir vasfıdır. Çok yumuşak davranır, asla insanları kırmaz, incitmez muhatabına anlayacağı ölçüde hitap ederdi.
Efendimiz aleyhisselatü vesselam buyuruyor ki; “İnsanlara anlayışları ölçüsünde hitap ediniz.” Zeki Hocam da bu da var, çocuklarla çocuk gibi konuşur, büyüklerle büyük gibi konuşur, İslam’ı bilmeyenlere de âlimlere de onların anlayacağı lisan ile hitap eder. Pek çok âlimin yazısını okuduk, birçok eserde mesela Vakit’de çıktı, Yeni Şafak’da çıktı Hasan Aksay’ın, Abdullah Büyük’ün, Hüseyin Üzmez’in yazılarını okuduk. Zeki Hocamızı müstesna bir lider, müstesna bir öğretici muallim, aynı zamanda gönül ehli olarak vasıflandırıyorlar.
Gerçekten bu hususların tamamını üç sene gibi bir zamanda Zeki Hocamda gördük. Zeki Hocamızı daha önceden de tanıyorduk, fakat yakından tanıdık. Onun bütün arzusu, gayesi, çalışması Hak rızası içindi. İnsanlara hizmet etme, insanları Hak yola davet etme, insanları kötü tuzaklardan koruma, insanlara Allah ve Rasulünün sevgisini gönüllerine yerleştirme gayreti içerisindeydi. Niyet bu, gayret bu, niyet hayr, akıbet hayr oldu. Zeki Hocamızın akıbeti de çok hayr oldu, Elhamdülillah.
Cenab-ı Hak sevdiği kuluna büyük belalar veriyor, nitekim hadisi şerifte buyruluyor ki;
“Bir kulunu sevdiği zaman onun üzerine belaları döker de döker.”
Hakikaten evvela gözünden rahatsız oldu. Eserini yazarken doktora gitti, hastalığı belli oldu ameliyat oldu, o ameliyat esnasında bile o güzel eserini tamamlama gayreti içindeydi ve elhamdülillah bu güzel eserini tamamladı. Kıssalar Hisseler eserini tamamladı. Ondan önce Ölçüler ve Dengeler eseri vardı ondan önce İslam Ahkâmı vardı ondan önce de kısa risaleleri vardı. Ummandan Katreler diye hadis eseri vardı bütün bu eserlerin tamamı insanları İslam’a yöneltmek ve İslam’ı doğru öğrenmelerini, doğru yaşamalarını sağlamak içindi. “Âlimler peygamberlerin varisleridir.” Peygamberin mirası nedir? Peygamberin mirası ilim, irfan, iman ve İslam yoludur. İşte bu mirasa en ziyade sahip olanlar da ilmiyle amil ve kâmil olan takva sahibi âlimlerdir. Yani Allah dostları velilerdir. İşte bunun en güzel örneği de Zeki Hocamız’dır.
Gerçekten hem gönül ehliydi hem bu yolda çok gayretli, çok ihlâslı idi. Bütün talebelerini, yakınlarını, bu yola teşvik ediyor ve buyuruyor ki; “Bir âlimin Allah katında makbul olması için, gönül ehli olması lazım.” Çünkü eğer gönül Allah ve Rasulünün sevgisiyle feyz ve bereket ile dopdolu olmazsa o ilim kendisine de fayda vermez başkasına da fayda vermez.
Bir rivayete göre Mevlana hazretlerine o zamanın âlimlerinden birisi bir eserini veriyor “efendim lütfen tetkik buyurunuz” diyor, Mevlana hazretleri eseri tetkik ediyor ve diyor ki; “Sizin bu eseriniz tuzsuzdur.” diyor, tabi o kişi anlayamıyor. “Efendim ne demek, eserde tuz olur mu? Diyor. “Evladım diyor, yemeğe lezzet veren nedir? Tuzdur”. “Bu esere de lezzet veren Allah ve Rasulünün sevgisinin temasıdır, işlenmesidir” diyor. Ha bu sevginin de olabilmesi için gönlün mamur olması lazım. Öyleyse gönül ehillerinden senin müstefit olman lazım.
Yine rivayete göre Hacı Bayram-ı Veli hazretleri Fatih Sultan Mehmet Hanın babası olan 2. Murat’ı ziyarete gittiğinde padişah orada ikamet etmesini ısrar ile istemiş. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri demiş ki; “Efendim, bizim Allah tarafından verilen manevî görevimiz var, onu burada ifa etmemiz mümkün değildir öyleyse bizim muhtelif yerlere gitmemiz sonra da Allah’ın takdir buyurduğu yerde ikamet etmemiz gerekiyor.” diyor ve oradan Çanakkale’ye gidiyor. İki kardeş var, Ahmet ve Muhammed Bican hazretleri. Onlara soruyor; “Evladım ne yapıyorsunuz?” diyorlar ki; “Efendim eser yazıyoruz” Ahmet Bican Hazretleri Muhammediye eserlerini yazıyorlar. İnceliyor eserleri “Aferin evladım eserleriniz güzel” diyor, bir de “Sizin gönül ehli olmanız lazım, gönüllere de hitap etmeniz, gönlün imarında görevli olmanız, gönlün imarında katkı sahibiniz olmanız gerekir.” diyor. Diyorlar ki; “Efendim bu konuda bizim bilgimiz yok.” O da diyor ki; “Bu iş yaşanmayla olur, yaşarsanız Allah size bu bilgiyi verir” ve Bakara suresinde o uzun ayet-i kerimenin sonundaki kısmı okuyor. “Siz takva sahibi olunuz, Allah size öğretir.” buyuruyor.
İşte Zeki Hocamız da bu üstünlük de vardı. Onda gerçekten zahiri ilim çok üstün seviyedeydi, zirvedeydi. Aynı zamanda batınî ilme de vakıftı. Çünkü o gönlünü mamur etmişti. O nefsini terbiye etmiş, nefsin bütün mezmum sıfatlarından arınmış, memduh sıfatlarla donanmıştı sonra o şeytanı aleyhilanenin vesveselerine de, nerede, nasıl vesvese vereceğine de vâkıfdı. O sebeple Cenab-ı Hak celle celaluha hazretlerinin Nahl suresinde övdüğü o müstesna kullardan bir zattı.
Cenab-ı Hak şeytan aleyhilanenin insanları aldattığını, insanlara vesvese verdiğini beyan buyurduktan sonra Nahl suresinde buyuruyor ki: “Benim has kullarıma senin gücün yetmez.” Yani, “şeytanı aleyhillanenin hakkıyla iman etmiş, hakkıyla Allah’a güvenen ve dayanan ihlâs sahibi olan kullarına, âlim olan kullarına asla gücü yetmez.”
Allah Teala hazretlerine hakkıyla kul olamıyor ise kulluk vazifelerini yapamıyor ise onun taptığı ya şeytandır yahut nefsidir veyahut da kula kul olmuştur. Şunu da belirteyim şimdi şu anda dinler arası diyalog diye bir şey uydurmuşlar. Güya Âl-i İmran suresindeki şu ayet-i kerimeyi esas alıyorlar; buyruluyor ki:
“Ey habibim de ki; ey ehli kitap, aramızda müşterek bir söze geliniz, bu sözde birlikte olalım.
Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na ortak koşmayalım. Ve birbirimizi Rab edinmeyelim.”
Biri diğerini, bir insan diğer bir insanı Tanrı edinmesin Rab edinmesin. Rab terbiyeci, yetiştirici manasındadır, aynı zamanda da tapılan ilah manasındadır. Öyleyse nerede birleşecek, kelime-i tevhid’de. La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah. Şimdi onlar diyorlar ki; “Amentü birliği sağlandı”. Amentü birliği sağlanabilir mi?
Cenab-ı Hak yahudiler için buyuruyor ki:
“Uzeyr Allah’ın oğludur diyorlar, hıristiyanlar da Mesih Allah’ın oğludur diyorlar. Bu onların lisanlarıyla uydurdukları yalanlardır. Kâfirlerin sözlerini söylerler. Allah onları kahretsin.”
İşte bu ayetlerden anlaşılıyor ki Amentü birliği mümkün değildir, çünkü onların Amentüsü şirk, İslam’ın amentüsü tevhiddir. Bunların bir arada olması birlik, beraberlik içinde olması ayniyet teşkil etmesi mümkün değildir. Neye benzer, kara ile beyazın bir olması demektir. Küfürle imanın bir olması demektir ki, bu da mantık kaidesi gereğince iki zıt bir olması gibi imkansız bir durumdur.. Birisi hak birisi batıl, hak ile batıl nasıl beraber olabilir, nasıl bir olabilir? Bu tamamen aldatmacadır, tamamen tuzaktır, misyoner faaliyetlerinin artması içindir, misyonerlere imkânlar sağlanması içindir.
İşte Zeki Hocamız bütün bunlara dikkati çekiyor ve müslümanın hassas olması, tevhide dört elle sarılması ve bu konuda yetişmesini istiyor, yetiştiriyor, pek çok talebeyi bu hususta yetiştirdi ve birer hoca oldular. Zeki Hocamın çok üstün vasıflarından bir tanesi de bu hassasiyet üzerinde dikkatle durması ve bunu gerek çocuklarına, gerek yakınlarına, talebelerine kazandırması, gerekse çevresine de bunu kazandırabilmesi. Eserleriyle, bizatihi örnek halleriyle ve çalışmalarıyla, gayretleriyle.
İlk buraya geldiğimizde ilk bize kucağını açan Zeki Hocamız oldu. Gerçekten çok büyük bir sevgiyle çok büyük bir muhabbetle karşıladı. Bu kadar büyük âlim ve kâmil bir insan olduğu halde hep bizi öne sürdü, öncelik tanıdı ve bütün talebelerine tavsiyede bulundu, öğretmenlerine tavsiyede bulundu. Hacı ağabeyimizle beraber olunuz, ondan ayrılmayınız diye tavsiyede bulundu ve hepsinden çok çok sıcaklık gördük, samimiyet gördük, muhabbet gördük. Bütün bunların hepsinin de müsebbibi Zeki Hocamızdı. Onun teşvikidir, onun telkinidir, onun iyi niyetle olan samimiyetle olan o davranışlarıdır, onun güzel ahlakıdır. Biz gerçekten gönülden o kadar severdik ki tarifi mümkün değil, sevgimizin sınırı yok. Allah Teala hazretleri bu sevgimizi ahirette de devam ettirmeyi bizlere nasip etsin. Ve Cenab-ı Hak O’nun şefaatine nail etsin. Çünkü o yakınlarına şefaat etme hakkını da kazanmıştır.
İLKADIM: Âlim olmasından dolayı mı?
MEHMET TEMİZ: Bir, âlim olmasından, iki ilmiyle amil olmasından, üç gönül ehli olmasından, dört ölünceye kadar bu gayretin içinde olmasından, nitekim hadisi şerifte buyruluyor ki; “İlim yolunda vefat edenler şehittir.”
Diğer bir hadisi şerifte de buyruluyor ki:
“Bir kimse o zamanda iyileşmeyen hastalıkla vefat ederse şehittir.”
Bir diğer hadisi şerifte buyuruyor ki:
“Bir kimse müminleri, İslam’ı sevdiği ölçüde Allaha yakındır. Allah da onu sever.” yine buyruluyor ki:
“Siz birbirinizi sevmedikçe kâmil iman sahibi olamazsınız.”
O’nda İslam’a ve müslümana karşı çok güçlü bir sevgi vardı. Bunun açık tezahürü, Üstazımızın ona gösterdiği o büyük sevgidir. Çünkü sevgiler karşılıklıdır. Eğer O, bu sevgiye mazhar olmasaydı, layık olmasaydı, o büyük Allah dostu o kadar sevgiyle bağlanmazdı bu sevgiyi açıklamazdı.
İLKADIM: Efendim size yönelteceğim bir soru olarak da bu vardı. Tasavvufi anlamda baktığımız zaman Zeki Soyak Hocaefendi nasıldı?
MEHMET TEMİZ: Gönül ehliydi. Çok bağlıydı. Bizim ziyaretçiler gelmişlerdi Karabük’ten, Zonguldak’tan, muhtelif yerlerden. Allah razı olsun Hocamız “bugün iftarı beraber yaparız” buyurdular. Hay hay dedik Hocamıza söz verdik ve gittik. Enderun Vakfında iftarı beraber yaptık, namazı, teravih namazını da beraber kıldık, sohbeti beraber yaptık. Sonra misafirlerimizden Lütfü beyden duydum: Zeki Hocamız buyurdu ki; “Elhamdülillah işte bu birliği, bu beraberliği, bu sevgiyi arzu ediyorduk Cenab-ı Hak bunu nasip etti ne kadar şükretsek azdır.” Müslümanların birlik, beraberlik içinde olmasını isterdi hiçbir ayrım yapmazdı. İşte bu mezheptendir, şu şu yola bağlıdır gibi bir ayırım asla Zeki Hocamda yoktu. Büyük Üstadımızda da yok.
İLKADIM: Hocamız meslek, meşreb, mezhep, taassubunun da yapılmasına da engel olurdu, yapanlara da telkinatda bulunurdu.
MEHMET TEMİZ: Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de Hucurat suresinde buyuruyor ki; “Muhakkak ki müminler ancak kardeştirler.”
İLKADIM: Maneviyatta ayrılığımız vardır diyenlerin söyledikleri bilinçli söylenen, doğru bir söz değil, herhalde?
MEHMET TEMİZ: Değil, yanlış bir sözdür. Zeki Hocamıza öyle bir sözü izafe etmek, öyle bir şeyi layık görmek yanlıştır. Çünkü ben defalarca gördüm. Tam tersine birlik ve beraberliği her zaman ifade buyurmuşlardır.
Şimdi bazı meşrep ayrılıkları, farklılıkları olabilir ama bu tefrika değildir, bu iş bölümüdür. Şuna benzetirim, mesela bir üniversite rektörlüğünde muhtelif branşlar vardır. Fen fakültesi, edebiyat fakültesi, eğitim fakültesi, şu fakülte bu fakülte. Bu fakültelerin tamamı rektörlüğün kapsamı içindedir. İşte muhtelif meşreplerde, muhtelif yollarda çalışan kimselerin hali de böyledir. İslam azizdir. İslam büyüktür davası büyüktür, İslam’a bir yoldan bir meşrepten hizmet etmek kâfi değildir. Öyleyse her yönden İslam’a hizmet etmek gerekir. İnsanların da yapılarında, yaradılışlarında farklılıklar vardır. Kimi zahiri çalışmayı sever, talebe yetiştirir, kimisi yurtlarda çalışır, kimisi özel okullarda çalışır, kimisi dua etmeyi sever, kimisi Allah’ı gönülden zikreder ve gönülden İslam’a ve müslümana sevgi gösterir ve hizmet eder.
İLKADIM: Kimse kimseyi kınayamaz sen neden böyle yapıyorsun diye?
MEHMET TEMİZ: Hepsi İslam’ın gereğidir, hepsi İslam’da makbul olan şeylerdir. Sen niye bu yoldasın bizim yolda değilsin demek, çok yanlıştır bunu söyleyen insan da noksandır.
İLKADIM: Bilinçsizlikten kaynaklanan bir durumdur.
MEHMET TEMİZ: Evet, kâmil olan bir müslüman asla böyle düşünemez ve böyle bir şeyi söyleyemez. Kamil olan müslüman bütün müslümanları sever, onları kardeş bilir ve onlara dua eder. Elinden gelirse de onlara yardım eder. Zeki Hocamızda böyle bir meşrep ayrılığı olmadığı gibi tam tersine müslümanların tamamına karşı, bütün meşreplere karşı çok ilgili idi, sevgi ve saygısı vardı, dua ediyordu. Ve hatta şu ayet-i kerimeyi de okumuştu. Bu, tefrikayı, aşırılıkları önlemesi gereken bir ayet-i kerimedir:
“Ey Rabbimiz, bizim aşırılıklarımızı da bağışla ve bizim günahlarımızı da bağışla yani bu konuda eğer bir aşırılığımız varsa bir yanlışımız varsa tefrika düşüncemiz var ise onu da bağışla ve müslüman olarak kâfirlere karşı direncimizi, gücümüzü, kuvvetimizi arttır. Kademlerimizi sabit kıl.”
Burada söylenmek istenen şey şudur; müslümanların tamamı birlik ve beraberlik içindedir, müslümanların yegâne düşmanları şeytan, nefis ve şeytanın yolundan gidenlerin amelleridir. Müslümanlar, hiçbir insana düşman değildir, onların o yanlış itikatlarına, o yanlış görüşlerine ve yanlış amellerine biz asla tasvipkar bir gözle bakamayız. Onların bu yanlışlıklarının düzeltilmesi için dua ederiz, gayret ederiz ki Zeki Hocamızın da yolu buydu. O daima hak olan, doğru olan yolu görür ve gösterir ve insanları bu yanlışlıklardan korumaya çalışırdı.
Çünkü hakikaten zamanımızda her tarafta ateş yanıyor. Bir âlimin dediği gibi, “Her tarafta bir ateş var ama bu ateşte yanmayanlar var” buyuruyor. Peki, bunlar kimlerdir, işte Zeki Hocamız gibi kıymetli, ehlisünnet vel cemaat itikadında ve amelinde olan hocaların yetiştirdiği talebelerdir. Onların her tarafında alevli ateşler yanmaktayken, mesela küfür ateşi var, nifak ateşi var, iffetsizlik ateşi var, ahlâksızlık ateşi var, misyonerlerin püskürttükleri ateşler var ama bu ateşten de elhamdülillah korunanlar var. Etkilenmeyenler var, bu ateşte yanmayanlar var, nasıl yanmıyor peki, işte böyle kıymetli hocalarımızın o mübarek ellerinde yetiştikleri için, o güzel bilgilere sahip oldukları için, Allah Teala hazretleri onları vikaye ediyor, onları ateşte yanmaktan koruyor. Nitekim A’raf suresinde bunların halleri şöyle bildiriliyor:
“O takva ehilleri olan o Allah’ın has kulları, şeytanlar onları aldatmak istediğinde, onlara vesvese vermek istediklerinde hemen Hakkı, doğruyu, Allah’ı hatırlarlar ve o zaman bu doğru görüşe sahip olurlar ve kendilerini vikaye ederler.”
İşte bunlar Zeki hocamız gibi müstesna hocaların yetiştirdiği talebelerdir. Bunlar hakkı biliyor, doğruyu biliyor, batılı da biliyor, batıldan ictinab edince Cenab-ı Hak celle celaluhu hazretleri o küfür ateşinde onları yakmıyor. Ve onlar maalesef azınlıktadır. Çoğunluk bu ateşin içerisinde, bu alevli ateşte yanmaktadır. Bu dünya ateşidir, dünya ateşinden kendisini vikaye etmeyen ahiretin azabından korunamaz. Öyleyse bu gibi muhterem hocaların yakınında olunursa onların o güzel bilgilerinden istifade edilirse Allah’ın izniyle hem dünyada korunurlar hem ahirette korunurlar.
Zeki Hocamız aynı zamanda ailelerin ve çocukların üzerinde durulması, onların eğitilmeleri, onların İslam terbiyesiyle yetiştirmeleri gerektiğini devamlı dile getirirdi ve bunun üzerinde dururdu. Nitekim aileler bilhassa babalar, bir çoban gibidir. Çoban nasıl sürüsünden sorumluysa baba ve anne de evlatlarından, yakınlarından, aile evratlarından böyle sorumludurlar. Nitekim “Her biriniz bir çoban gibisiniz ve sürünüzden mesulsünüz” buyruluyor. Bu konuda da Zeki Hocamızın, müstesna bir gayreti, çalışması ve yol göstermesi vardır.
Cenab-ı Hak celle celalüh hazretleri bir kulunu sevdiği zaman bu yolda hizmet ettirir. Hizmet eden, himmet görür buyruluyor. Ömrü hizmetle geçti Zeki Hocamızın.
İLKADIM: Bu rahatsızlığı zamanında bir ziyaretimizde, çok acı çekiyordu ve acısını dindirmek için elini bu şekilde hareket ettiriyor ve bir taraftan da silsile-yi şerifeyi okuyorlardı. O haliyle, çok acı çekmesine, kalkıp gezememesine rağmen sürekli olarak silsile-yi şerifeyi okuyor diğer ayet-i kerimeleri okuyordu.
MEHMET TEMİZ: Üç sene beraber kaldık Zeki Hocamla, bir defa onun herhangi bir kimseyi gıybet ettiğini duymadım. Bir kimsenin aleyhinde konuştuğunu duymadım. Umumi olarak konuştuğunda, bu insanları yanıltan, aldatan, saptıran kimselerin gerçekten çok zararlı olduğunu bunlardan kaçınılması gerektiğini dile getirir ama asla herhangi bir kimsenin ne ismini söyler ne de gıybetini yapardı.
Efendimiz aleyhisselatü vesselamın metodudur zaten. O, hitap buyurduğu zaman umumi konuşur hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmaz hatta kendisine izafe ederdi, hata yapan kimse için derdi ki; “Bana ne oluyor ki size doğruyu öğretemedim, söyletemedim, yaptıramadım” diye kendisine izafe ederdi. Onun metodu dosdoğru olan İslam metodudur. Elhamdülillah.
Zeki Hocamızda çok bariz bir vasıf da şudur; insanlarla daima güzel geçinmeyi tavsiye ederdi. Uyumlu olmak çok önemlidir. Faydalı olabilmek için mutlaka uyumlu olmak gerekir. Uyumsuz olan bir kimsenin kendisine de faydası yok çevresine de faydası yok. O, bilhassa müslümanlarla uyum içinde olurdu. Hiç kimseyle bir uyumsuzluğu görünmezdi. Hatta kendi aleyhinde konuşanlara dahi hiçbir zaman kötü nazarla bakmaz, yüzünü çevirmez, selamını esirgemez, hele hele onların aleyhinde hiç konuşmazdı. Defalarca O’nun aleyhinde konuşanları duydum, onlara ben yanlış düşündüklerini söyledim. Siz O’nu bilmiyorsunuz, tanımıyorsunuz dedim. Biz beraberiz hem gönüllerimiz de beraberdir O’nun böyle halleri, sizin düşündüğünüz gibi söylediğiniz gibi böyle kötü halleri kesinlikle yoktur.
İLKADIM: Efendim Hocamın yetiştirmiş olduğu gençlere ve ümmete bir vasiyeti var. Bu vasiyetin ikinci sırasında şöyle diyor; “Dünyanın geçici basit menfaatleri için ahiretinizi harap etmeyin.” Milletvekili olması için büyük şehirlerden teklifler aldı. Kazanabileceği yerler teklif edildi ama basit dünya menfaatleri için ahiretini hiçbir zaman terk etmedi. Hocamızın bir karakteri vardı, herkesle diyalog içerisinde olmak. Herkese eşit mesafede davranmak. Siyasetçilere de aynısını yapıyordu ve belki bu davranış şeklinden dolayı Hoca Efendi şu siyasetin, ekolün içerisindedir diye de düşünülmüş olabilir. Ama bu zandan öteye gitmez çünkü Hocamın 30 yıldır çok yakınında bulunan kişilerden olan ben biliyorum ki Hocamızın söylemiş olduğu şey: “Bir tek öğrenci kazansanız o sizin için milletvekilliğinden, bakanlıktan, başbakanlıktan çok daha önemlidir. Yeter ki bir tek insanın iman ve ihlâslı bir şekilde çalışmasına vesile olun.”
MEHMET TEMİZ: Çok doğru. O sebeple Zeki Hocam hakkındaki bu yanılgıları bu yanlış görüş ve düşünceleri düzeltmeleri için devamlı suretle telkinde bulundum. Elhamdülillah birazcık yol alabildik, birazcık muvaffak olduk. Gönüller az da olsa tahfif edildi. Ona karşı çıkanları kastediyorum. Zaten O’nun talebeleri Zeki hocamıza karşı çok aşırı bir sevgi ve saygıyla bağlıydılar ve kendisi de bu saygı ve sevgiye fazlasıyla layıktı.
İLKADIM: İşte pek çok kişi bu yönünü bilmiyorlar Hocamızın. Bu da muhterem Hocamızın kendi tavrından oluyor, hiçbir zaman tevazuu elden bırakmamıştır.
MEHMET TEMİZ: Büyük bir tevazuu vardı. Çocukla beraber çocuklaşıyordu. İnsanlara tatlı dille, güler yüzle muamele ediyordu, hitap ediyordu. O tevazuundan dolayı hakkıyla kendisini bilemediler, tanıyamadılar. Öyle deniyor zaten, âlimler ancak gittikten sonra kıymetlenebilir.
İLKADIM: Vasiyetinin üçüncü sırasında da şöyle bir şey var: “Şahsınızla ilgili hususlarda her zaman hoşgörülü, affedici olun.”
MEHMET TEMİZ: Nebevi metot bu. Efendimiz aleyhisselatü vesselamın metodu. Kendi şahsına yapılan tüm sıkıntılara, incitmelere, hakaretlere hiçbir zaman karşılık vermemiş.
İLKADIM: Devamında, “Dininizin herhangi bir hükmü mevzu bahis olduğu zaman yapılması gereken ne ise mutlaka onu yapın ve bu hususta asla hoş görülü davranmayın. Çünkü size böyle bir ruhsat verilmemiştir. Din Allah’ındır, şahsınız size ait bir şeydir, affederseniz kazanan siz olursunuz” diyor. İnşallah kazanan da o olacak. Hakkında yanlış düşünen kardeşleri biraz da normal karşılamak lazım çünkü tanımıyorlar. İnsan tanımadığı şeyin düşmanı olur.
MEHMET TEMİZ: Evet çok doğru. İslam’ın dışında kalanlar eğer İslam’ı bilebilse, Allah ve Rasulünü algılayabilse, izan edebilse Allah ve Rasulüne hakkıyla tâbi olurlar. Allah’a kul, rasulüne ümmet olurlar, İslam’a sarılırlar. İslam’ı yaşamayan, İslam’a gönül vermeyen İslam’dan uzak duran hatta İslam’a düşman olanların hemen hemen tamamı İslam’ı bilmeyenlerdir. Cenab-ı Hak onları gafil olarak niteliyor. “Onlar gafildirler” Yani İslam’dan haberdar değiller, kendilerine verilecek mükâfattan haberleri yok, kendilerine uygulanacak azaptan haberleri yok. Bu sebeple gafildirler buyuruyor. A’raf suresinde “Onlar gafildirler. Onların beyinleri var idrakten mahrum, gözleri var görmekten mahrum, kulakları var duymaktan mahrum.” buyruluyor.
Göz dışarıyı görüyor maddeyi görüyor Hakk’ı göremiyor. Kulak duyuyor ama Hak’tan gelen sesi duyamıyor. Beyin gayet keskin zekâya sahip, dışarıyla ilgili dünyayla ilgili, menfaatiyle ilgili meselelerde gayet iyi çalışıyor ama Hakk’a dair İslam’a dair, imana dair, ahirete dair olan konularda dumura uğramış, idrakten mahrum. İşte onlar da İslam’ı bilmedikleri için İslam’a düşman olurlar. İslam’dan gafil olduklarından dolayı uzak dururlar. Zeki Hocayı da iyi bilemedikleri için bu şekilde bir takım yanlış görüşlere, yanlış inanışlara, yanlış söylemlere kapılmışlardır. Bu yanlışlıklarını zamanla düzeltmeye çalıştılar. Fakat tam olarak da düzeltemediler ama şimdi gördüler. Basında, yayında çıkan yazıları gördüler, cenaze merasimindeki o güzellikleri, o kalabalığı gördüler insanların teveccühünü gördüler o zaman yanlışlıklarını yavaş yavaş anlamaya başladılar. Allah Teâlâ Hazretleri, hak olarak, dosdoğru olarak İslam’a bağlı olmayı, Hakk’ı Hak bilip Hakk’a tâbi olmayı, batılı batıl bilip batıldan içtinap etmeyi bizlere nasip eylesin.
İLKADIM: Bu ümitsizliğe sebep olacak bazı sebeplerden de bahsetmiş. Diyor ki “hizmet ehli kişiler hiç beklemedikleri kimselerden hatta en yakınlarından bile birçok olumsuz davranışlarla karşılaşabilirler. Böyle durumlarda bile hizmet heyecanı kaybedilmemelidir. Heyecanınızı muhafaza edin. Her müslüman, hele hele her hizmet eri sevdalı olacak, sancılı olacak ve heyecanlı olacak. Eğer sevdanızı yitirirseniz, sancınızı yitirirseniz, heyecanınızı yitirirseniz bir kenarda oturmak zorunda kalırsınız.”
MEHMET TEMİZ: Hizmetten uzak kalırsınız. Çok doğru. Musa efendimiz buyurdu ki:
“Allah Teâlâ hazretleri bir kuluna hizmet kapısını açmışsa ona mutlaka rahmet kapısını açmıştır.” Bu çok önemli, bir kuluna Allah hizmet kapısını açmışsa ona muhakkak rahmet kapısını açar. O hizmet ettikçe o rahmet kapısına yaklaşır nihayet o rahmet kapısından girer ilahi rahmete nail olur. Bunu Hocamızda en bariz şekliyle gördük. Hem kendisi hizmet etti, hem örneklik yaptı, hizmet ettirdi hem de önderliğiyle doğru olan hizmetleri yaptı ve yaptırdı.
Bir de şu söyleniyor. Bir kimsenin değerini Allah katındaki kıymetini öğrenmek istiyorsanız yaptığı işlere bakın. Eğer yaptığı işler Hak rızasına muvafıksa Allah o kuldan razıdır. Eğer yaptığı işler Allah ve Rasulünün istemediği işlerse, batıl işler, İslam’a uymayan işler ise O Allah’tan ve Rasulünden uzaktır. O rahmetten mahrum olur. İşte Zeki Hocamızı böyle ölçelim, yaptığı işlere ve eserlerine bakalım bıraktığı o kıymetli eserlerin yanında Enderun gibi çok kıymetli bir hizmet vakfını bırakmış ve burada hizmetlerin en güzel şekilde yapılması için vasiyette bulunmuş. Bu vasiyet çok kıymetli her bir söz bir inci değerindedir daha kıymetlidir. Diğer yapılan hizmetler, bu ART FM hizmetleri de çok kıymetlidir. İlkadım dergisini çıkarıyor çok kıymetli, çok güzel, faydalı yazıları var, insanların bu zamanda muhtaç oldukları bilgiler en güzel şekilde dergide neşrediliyor, insanlar bundan istifade ediyor.
İLKADIM: Bizlere en çok tavsiye ettiği şeylerden biri de Hocam: “herhangi bir şehre gittiğinde bir beldeye gittiğinizde, orada âlim varsa, arif varsa, zahid bir insan varsa mutlaka ziyaret edin duasını alın”. Ve kendisi de bunu uygularlardı. Hem daha önce yaşamış vefat etmiş, ariflerin, âlimlerin, mürşitlerin ziyaretine giderdi, hem de hâlâ yaşayanların.
MEHMET TEMİZ: Nitekim bu büyük bir sünnettir. Âlimlerin sünnetidir. Âlimler bir yere gittikleri zaman, mutlaka âlimleri ziyaret ederler gönül ehillerini ziyaret ederler ve onların tavsiyelerini alırlar, buna azami derecede riayet etmeye çalışırlar. Musa Efendimizin anlattığı bir vakayı burada nakledeyim:
Bir âlim varmış o âlim de gezmeyi severmiş. Her gittiği yerde âlim olanları, gönül ehillerini ziyaret edermiş. Bir gün bir beldeye varıyor ve soruyor “burada hal ehli, gönül ehli kimse var mı?” “Evet, vardır, Âlim, fazıl, kâmil bir velidir” diyorlar. “Kimdir?” “Pir-i Dar isminde bir zat.” O zatın yanına gidiyor, Pir-i Dar adındaki o zat da sükût etmeyi severmiş. Pek konuşmazmış, o âlim zat demiş ki “efendim lütfen nasihatte bulununuz, istifade edelim”. Pir-i Dar ismindeki zat diyor ki; “Evladım nasihat ancak Allah ve Rasulünün emirlerini hakkıyla tebliğ etmekle olur, Allah ve Rasulünün emir ve yasaklarını tebliğ eden zatın bunları yaşaması gerekir. Eğer siz bunları hakkıyla yaşamıyorsanız sizin söylediğiniz sözler tesir etmez. Tesirli olabilmesi için söylediklerinizi bizatihi yaşamanız lazım.” O ziyarete giden âlim olan zat, diyor ki; “Efendim ben çok geziyorum, ziyareti seviyorum fakat her gittiğim yerde insanları huzursuz görüyorum, kendimde bir türlü huzur bulamıyorum”. Pir-i Dar Hazretleri ismindeki zat şunu söylüyor; “Evlat diyor, nefsini aradan çekersen huzur bulursun, insanları da huzurlu görürsün. Çünkü huzursuzluğu veren nefistir. Nefis, kul ile Rabbi arasında bir perdedir. O perdeyi sen aradan çekmedikten sonra senin huzur bulman mümkün değil, insanları da huzurlu görmen mümkün değildir. Nefsin tatlı şeyler ister senden, zengin olmayı ister, şöhretli olmayı ister, şunu ister bunu ister ama Rabbin senden kulluk ister. Sen, nefsini aradan çek, Rabbinin emrine uy kulluk yap o zaman huzur bulursun. Seni huzursuz eden nefsindir” diyor.
Gerçekten öyledir. Nitekim Beyazıd-ı Bistami hazretleri diyor ki; “Yarabbi, sana ulaştıracak yolu bana bildir.” Cenab-ı Allah buyuruyor ki; “Ya Beyazıd, benim dergâhımda sayısız ibadetler vardır, sayısız kullarımın ibadetleri vardır, bana ulaştıracak bana kavuşturacak yol ise nefsin aradan çekilerek gelinen yoldur. Nefsini aradan çek bana kavuşursun”. Demek ki insanları gerçekten Allah’tan uzaklaştıran veyahut da Allah’a ulaştırmayan, ulaştırmayı engelleyen en büyük engel nefistir. Şeytan aleyhillane yataklık yapar, ikisi birleşirler dünyayı güzel gösterirler. İşte Zeki Hocamızda dünya sevgisi yoktu. O’nun bütün halinden giyiminden, yaşantısından bunu görmek mümkündü.
İLKADIM: Efendim Allah razı olsun. Çok memnun olduk, Hocamızı sizin güzel feminizden duymak, dinlemek çok hoş bir şeydi.
MEHMET TEMİZ: Eğer gönlümüze sorsanız, gönlümüzde çok daha büyük çok daha güzel, çok daha üstün bir yeri vardır. Bunu her zaman söylerdim. “Hocam, gönlümüzde ayrı bir yeriniz vardır. Gerçekten sizi gönülden Allah için çok seviyoruz.” O’ndan da bu sevgiyi görüyorduk.
İLKADIM: Allah razı olsun. Büyüklerimize karşı sevgisi çok büyüktü. Bizlere de hep tavsiye ederdi. “Büyüklerimize hürmet etmekten sakın ha sakın geri kalmayın onlara hizmet edin, dualarını alın” diye. Efendim biz dualarınızı bekliyoruz inşallah.
MEHMET TEMİZ: Allah sizlerden razı olsun. Allah sizleri iki cihanda aziz eylesin. Sizden de aynı şekilde ve bütün kardeşlerimizden hakikaten bu sevgiyi görüyoruz ve biz size ve bütün kardeşlerimize gönülden çok büyük sevgiyle doluyuz. Bunun da müsebbiplerinden birisi Zeki Hocamdır. Sizi tanımamız, sizinle böyle hem dem olmamız, ülfet içinde gönüllerimizin sevgiyle birleşmesi hep onun vesilesiyledir. Allah sizlerden ve onlardan ve bütün kardeşlerden razı olsun, hizmetlerinizi daim eylesin. Bütün hizmetlerinizi Hakkın rızasına muvafık kılsın ve bu hizmetlerinizin bereketli, semereli olmasını ihsan eylesin.