KİTABULLAH

KİTABULLAH

Müminlerin seçkin nitelikleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin getirdiği mesajın doğruluğunun pratikte görülen bir ispatı olarak sunulduğunu belirtmekte yarar vardır. O’nun örnek ahlakı ve yaşantısının hangi safhasına bakacak olursak kaliteli insanın vasıflarını görürüz. Hangi noktasından yürürsek yürüyelim, eşsiz rehberliğinde kurtuluşa açılan bir pencere görürüz. 

Diğer bir husus da Kur’an okumaktır. İçimize sindire sindire Kur’an okumak. Onu gereği gibi anlamak ve ders almaktır. Ayetlerin mana ve hikmetini tefekkür ederek okumak… Nitekim ayeti kerimede Rabbimiz bu hususu şöyle dile getiriyor:

“Biz bu Kuran’ı akılda kolay tutulur kıldık; öyleyse yok mudur ondan ders almak isteyen?” (Kamer -40)

Kur’an’ı okumaktan maksat; onu anlamak, anlamaktan maksat da onun ahkamı ile amel etmek ve gösterdiği yoldan yürümektir. Kur’an’ın ahkamıyla yaşayan mü’min zaten O’nun feyz ve bereketinin yansımalarını görecektir. İçinde bulunduğumuz asırdaki çürümüşlük, ahlaki çöküntüler ve kimliksiz, kişiliksiz bir neslin ortaya çıkışı hep Kur’an’dan uzaklaşmamızdan kaynaklanmaktadır. Milli şairimiz Mehmet Akif, bu konuyu dizelerinde şöyle dile getirmiştir:

Lafzı muhkem, yalnız anlaşılan, Kur’an’ın;

Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mânânın;

Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına;

Yâhut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin;

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!

Beşeriyetin zulmetten sürura ermesi için Allah Teâlâ tarafından vahyedilen bu yüce Kitap, raflarda tozlanmak için inmemiştir. Onun şulelerini gönlümüze aksettirip ahkamını yaşantımıza tatbik etmek zorundayız. Yoksa kuru kuruya kitabım Kur’an demekle bu iş olmaz. Bakıyoruz müslümanların ekseriyeti kitabını okumayı dahi bilmiyor. O zaman hükümlerini nasıl anlayıp, nasıl tatbik edecek? Müslüman Kur’an’ı bir sevda haline getirip yaşamadıkça ne kurtuluşa erebilir, ne de huzura kavuşur. Çünkü O, her derde deva olacak bir reçetedir. O, sanki bugün inmiş gibi canlı ve tazedir. Hükümlerini de dün nasıl yaşamışlarsa bugün de öyle yaşamalıyız. Çünkü dün Kur’an’a göre hayatlarını tanzim edenler pişmanlık duymamışlar, aksine mutlu ve bahtiyar olmuşlardır. Ashab-ı Kiramın Kur’an karşısındaki edebine bakmalıyız. Hz. Osman radıyallahu anhın Kur’an karşısındaki edebine bakmalıyız. Onlar bir sure indiği zaman on ayetini ezberler ve bu on ayetin hükümlerini hayata geçirmeden bir başka ayete geçmezlerdi… Osman Gazi Han’ın Kur’an karşısındaki edebine bakmalıyız. Şu hassas düşünceye bakalım ve kendimizi bir yoklayalım, biz Kur’an’a ne kadar  zaman ayırıyoruz ve yaşantımızda O’na ne kadar yer vermişiz?

Bitmez tükenmez bir ilim, hikmet ve saadet kaynağı olan Kur’an; nûru ile âlemleri aydınlatan, ruhlara şifa veren, insanların güçlü bir vicdana ve sağlam bir imana sahip olmasına vesile olan, akılları ve gönülleri aydınlatan yüce bir kitaptır.

Öyle ise, hayatın manasını anlamamız, iyi bir insan olmamız, değişen ve gelişen dünyanın ağır şartlarını göğüsleyebilmemiz için, Kur’an’a başvurmamız ve ondan öğütler almamız gerekir. Bütün benliğimizle o yüce Kitab’a yönelmeli, eşsiz güzelliklerini kavramalı ve ilkelerini hem kafamıza hem de gönlümüze nakşetmeliyiz. İnsanlık ne zaman Kur’an’a yönelmiş ve onu rehber edinmişse, en ileri medeniyete sahip olmuştur. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:

“Şüphesiz ki Allah, Kur’an’la amel edenleri yükseltir, ona uymayanları düşürür ve geri bırakır.” (Müslim, Müsafirîn, 269)

Bir başka hadisi şerifte güllerin Efendisi şöyle buyuruyor:

 “Kur’an’a sımsıkı sarılınız, onu önder ve rehber edininiz. Çünkü Kur’an, âlemlerin Rabbi Allah’ın mübarek bir kelâmıdır.”  (Fethu’l-Kebir, c.2, s.237.)

Bir adam Resûlullâh Efendimiz’e gelerek:

– Yâ Resûlallâh! Hangi amel daha sevimlidir? diye sordu. Habîb-i Ekrem:

“- Hâl ve mürtehil (in ameli) cevâbını verdi. Adam tekrar:

– Hâl ve mürtehil kimdir? diye sorunca Efendimiz:

“- Kur’ân’ı başından sonuna kadar okuyan ve her bitirdiğinde hemen başa dönüp yeniden başlayandır.” buyurdular. (Tirmizî, Kırâât,

İslam, Allah’a teslim olmanın adıdır. Ancak, Allah’a teslim olmak O’nun her zaman insandan ne istediğini iyi bilmeyi ve anlamayı gerektirir. İşte bu yüzden, daha vahyin inmeye başladığı andan itibaren hayatlarını Kuran’la şekillendirmek isteyen Müslümanlar, onu doğru anlamak ve uygulamak için çalışmışlardır.

Rasûlullâh Efendimiz’in Kur’ân ehline olan bu itibârı ölülere de şâmildi. Câbir -radıyallâhu anh-‘den rivâyet edildiğine göre, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Uhud Gazvesi’nde şehid düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde bir araya getirtmiş:

“- Bunların hangisi daha çok Kur’an bilirdi?” diye sormuş ve şehidlerden hangisi gösterilirse, önce onu kıble tarafına koymuştur. (Buhâri, Cenâiz, 73, 75)

Ashâb-ı kirâm Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘den on âyet öğrendiklerinde, bunlardaki ahkâmı iyice anlayıp tatbik etmeden diğer on âyete geçmezlerdi. İlmi ve ameli birlikte öğrendik, derlerdi. (İbn-i Hanbel, V, 410) Meselâ İmam Mâlik, Abdullâh bin Ömer’in Bakara sûresini öğrenmek için üzerinde sekiz sene çalıştığını rivâyet etmektedir. (Muvatta, Kur’ân, 11) Bu rivâyetle alâkalı olarak el-Bâcî şu îzâhı yapar; “Bu durum, onun hâfızasının yavaşlığı sebebiyle değildir. Bilakis o Kur’ân-ı Kerîm’in ferâizini, ahkâmını ve bunlara tealluk eden şeyleri öğrenmek ve tatbik etmek için bu kadar zaman ayırmıştı.” (Kettânî, et-Terâtip, II, 191) Fahr-i Kâinât Efendimiz’in nebevî terbiyesinde yetişen ashâb-ı kirâm da, Kur’ân-ı Kerim’e gereken ehemmiyeti vermişler, onunla duygulanmışlar ve onunla yaşamışlardır. Onlar Kur’ân’ı çokça okur; onu okumadıkları ve sayfalarına bakmadıkları bir günün geçmesini istemezlerdi. Günlerine Kur’ân’la başlarlar, göz rahatsızlığı olanlara da Mushaf-ı Şerîf’e bakmayı tavsiye ederlerdi. Hatta Hz. Osman, çok okuduğu için iki Mushaf eskitmişti.                

Mevlâna -kuddise sirruh- ne güzel söyler: “Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- zamânında sahâbeden her kim bir veya yarım sûre ezberlese, ezberinde bir sûre var diye insanlar ona ta’zîmde bulunurlar ve parmakla gösterirlerdi. Çünkü onlar, Kur’ân’ı en güzel şekilde anlayıp hazmederler, âdetâ yer gibi okurlardı. Bir kimsenin altı veya on iki batman 1 ekmek yemesi, elbette büyük bir iştir. Ancak ağzına alıp çiğnedikten sonra çıkarmak şartıyla bin merkeb yükü ekmek yemesi dahi mümkündür. « Nice Kur’ân tilâvet edenler vardır ki, Kur’ân onlara la’net eder.» îkâzı vârid olmuştur. İşte bu, Kur’ân’ın ma’nâsına vâkıf olmayan kimseler hakkındadır. ” ( Fîhi Mâ fîh, s. 78)

Şair şu mükemmel sözleriyle sözlerimize noktayı koyalım:

Gör ki, dünya sırtında nice insan taşıyor; 

Kimi yaşarken ölmüş, kimi ölmüş yaşıyor. 

Kimi Arş-ı Âlâ’ya, doludizgin koşuyor;

Diyor ki; işte cennet, gayret et ki giresin;

Ey! En şerefli varlık… DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.