İTİKAF VE SABIR

İTİKAF VE SABIR

Fıkhi terim olarak itikâf, muayyen bir yerde, ibadet niyetiyle belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmektir.

Müslümanın ibadet hayatını tanzim eden ilk kaynak Kur’an ve Sünnet’tir. Biz itikâfı ilk olarak Medine döneminde Ramazan aylarının son on gününde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayatında görüyoruz.

Hz.Aişe radıyallahu anha validemiz buyururlar ki; “Ramazanın yirmisi geldiğinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yatağını dürer, izarını bağlar, (daha fazla) ibadete hazırlanır ve ehli beytini de ibadete hazırlardı.” (Buhari ve Müslim)

Rasul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Ramazanın son on gününde yaptığı bu ibadete hanımları da iştirak eder, Efendimiz Mescidi Nebevi’de, Ümmül-mü’minin olan hanımları da kendi hücrelerinde itikâfa çekilirlerdi.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin âdeti seniyyelerinden olan itikâf Hanefilere göre sünneti-kifaye olarak kabul edilmiştir. Çoğu âlimlerce de müstehap bir ibadettir. Efendimiz, “İtikâfa giren kişi, günahları hapsedip, sevapların tümünü elde eden kişi gibi kendisine sevapları kazandıran kişidir.” buyurur.

Bir mü’minin başladığı ibadeti özürsüz olarak bozması, niyetiyle birlikte Allah’a verdiği sözden dönmesi anlamını taşır.

Mü’min, Allah’ın rızasını talep ederek ve umarak, dünya nimetlerinin pek çoğuna veda edip nefsi terbiye etmek ve şeytanın üzerinde hâkimiyet kurma niyetlerine de set çekme kararlığıyla başladığı ibadetinde sadece Allah-ü Teâlâ’dan yardım ve sabır diler. Vaktini Kur’an tilaveti, namaz, zikir, dua, istiğfar, dinen bilgilendirecek kitaplar ve sohbetlerle geçirir. Zaruri ihtiyacı dışında dışarı çıkmaz. Bulunduğu yerde yer, içer, uyur.

İtikafta aranan rızayı ilahi olup, başlı başına bir sabır ibadeti olan oruçla bütünleşmesi de ehemmiyetini daha da artırmaktadır.

Âlimleri, amilleri, abidleri helaktan kurtaran niyetlerindeki ihlâsları ve ihlâsları üzerinde sabitkadem durmalarıdır. Niyetlerini sabırsızlıkla bozanların amelleri ancak yüzlerine çarpılma aracı olur.

İnsan “elest” bezminde verdiği “bela” sözüne uygun kıvamda, fıtrat üzere dünyaya getirilir. Bu fıtratı imanla perçinleyen mü’min, “La ilahe illallah” kabulüyle inancını gölgeleyecek her türlü düşünce ve ef’alden sabırla kaçınmak zorundadır. Bunun için de önce İlahının taabbüd isteklerini sabır ve sebatla yerine getirecek, cihat, namaz, oruç, zekat…. gibi ibadetlerin yerine getirilmesinde tahammül gösterecektir.

İkinci olarak, ferdi, ailevi ve içtimai hayatında İslam’a uymada Allah’a verdiği sözü hiç unutmayacak, sabırla sözü üzerinde durarak Allah’a teslim olacak. Dünyevi arzularla rızık ve gelecek endişesiyle kendisini ve aile efradını cehennem odunu olmaya hazırlamayacak. Hak olandan ayrılmadan, tavizsiz bir hayatla, rızkın da sadece Allah’tan olduğu imanıyla yaşayacak. Nehiylerden mutlak sakınacak. “Cennet nefsin hoşlanmadığı zahmetlerle elde edilir, Cehennemse nefsanî lezzetlerle hak edilir.” (Müslim)

Üçüncü olarak, zaman zaman ferdi veya içtimai bela ve musibetlere duçar olabiliriz. Dünya bir imtihan sahnesidir. İmtihan gereği kaldıramayacağımızı zannettiğimiz pek çetin sorunlarla karşılaşabiliriz. Ama şuna imanımız tam olmalı ki; “Allah hiç kimseye kaldıramayacağı yük yüklemez.”

Öyleyse, sabırla imtihanımızı kazanma cehd ve gayretinde olacağız.

Günümüzde hayatın üzerimize ağır yükler yüklediği ve bu yükü aile boyu koşturarak kaldırmamız gereği hep vurgulanır. Evet, aile boyu koşturalım, ama nefislerimizi ve ailemizi Cehennem ateşinden korumak birinci vazifemiz olsun.

Bugün yuvasına yılan saldıran bir serçe kuşunun dişisi ve erkeğiyle birlikte çırpınışı ve onlara yardıma koşan onlarca serçenin bağırışları gibi evladımızı ve ailemizi (yuvamızı) nefsimizle birlikte koruma ve kollama mecburiyetindeyiz. Bu uğurda serçeler gibi durmadan çırpınmalıyız.

Ailenin düzenli devamı ise; İman, ibadet ve ahlak ölçülerimizi çocuklarımıza nakletmekle mümkündür.

Sınırlı dünyanın dar kalıbı içinde rahat yaşayabilme sevdası nice kulların Rabbine verdiği sözde sabır ve sebat etmesine engel olmakta, kendisine inşa ettiğini kabul ettiği İslam binasından nice tavizlerle boyalar, cilalar, hatta tuğlalar, direkler alıp götürmektedir. Bünyedeki boya ve cilaları teferruat kabilinden görme hafifliği ardından binanın sarsıntıya uğramasına, yıkılmasına sebep olmaktadır.

Sabır; nefsimizin ve şeytanın dünyanın geçici zevk ve sefasına meylettirme çabalarına karşı sırat-ı müstakim üzerinde sabit kadem durabilme direnci olup, koruyucu kalkanımız, en önemli kalbi amellerimizdendir.

“İlla Allah” inancımıza sabırla sadık kalacak, Allah ve Rasul sallallahu aleyhi ve sellemin emir ve direktiflerinden asla ayrılmadan, tavizsizce hayatımızı idame ettirmeye çaba göstereceğiz.

Bizim için aslolan ahiret hayatı olup, nefsimizi ve neslimizi ahiret için hazırlayacağız. Biliyor ve iman ediyoruz ki; Allah-u Teâlâ Rasulüne sallallahu aleyhi ve sellem ve O’nun şahsında bizlere “Muhakkak senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.” buyurmaktadır.  

Geçici dünya hayatının aldatıcı ve yakıcı heveslerine kapılmadan kendimizi ahirete hazırlayalım. Elbette dünya nimetlerinden de faydalanalım, ama meşru olarak. Gayrı meşru heva ve heveslere sabır ve sebatla karşı koymasını da bilmemiz lazım.

Kim ebedi hayatta tuturağı insan olan Cehennem yerine sayısız nimetlerle dolu Cennette yaşamak istemez ki!

Öyleyse şu ilahi buyruğa kulak vererek dünya hayatımızın rotasını buna göre belirleyelim:

Asra yemin olsun ki insanlık hüsrandadır. Bundan ancak salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” 

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.