Kodokushi ve Hikikomori

Kodokushi ve Hikikomori

Türk-Japon ilişkileri takriben 19. yy’a dayanıyor diyebiliriz. Japonları ve Japonya’yı Abdurreşid İbrahim Efendi, Ertuğrul Fırkateyni ve Akif’in sözleri ile tanıdık diyebiliriz. Çekik gözlü, minyon yapılı, zayıfça olan bu insanlara karşı ülke olarak gayet sevecen bir tutumumuz vardır diye görüyorum. Coğrafya olarak birbirimize uzaklığımız sebebiyle olsa gerek ki ciddi bir erk mücadelesine girmediğimiz için birbirimize karşı da öyle hasmâne bir yaklaşımımız olduğunu bugüne kadar şahsen görmedim.

Gelgelelim gayet sevecen ve mutlu gözüken bu ufak ada ülkesinin başı şu aralar bazı sosyolojik buhranlarla dertte. Bu sorunların özünde ise “YALNIZLIK” var diyebiliriz. Japon Türk modernleşme tarihinin başlangıcı birbirine sık sık benzetilir. Aslında modernleşmeyi bir süreç ile ifade etmemiz gerekse de malumunuz olduğu üzere 1856 Tanzimat Fermanı ile Osmanlı-Türk modernleşmesi resmi hüviyete kavuştu. Aynı dönemde 1868 Japon Meiji Restorasyonu ile Japon devlet modernleşmesi de sert bir şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Aslında tedbirlerin sert yapısına bakılırsa bizde Cumhuriyet ilanı sonrası modernleşme ve batılılaşma adına alınan tedbirler ve yaptırımlar Japonlarda Meiji Restorasyonu sırasında görülüyor. Bunun içinde “Son Samuray” filminde de çok dramatik biçimde gösterildiği üzere Samuraylığın (Ağalık-şövalyelik benzeri kendi geleneklerine has saygın bir yapının) kaldırılması da vardır, batılı ülkelere limanlarda verilen kapitülasyonalar da…

Bu ve buna benzer sert değişimler halkın sinesinden ortaya çıkan şeyler olmadığı için hemen görülmese de ileride muhakkak yan etkileri ile o milleti zor duruma düşürüyor. Gelgelelim Meiji Restorasyonu ile sanayileşmeye başlayan Japonlar’da da meyvesini ileriki tarihlerde vermiş ve Japon devleti yayılmacı ve emperyal bir vaziyet almaya başlamıştır. Bu sebeple etrafındaki ülkelere ham madde sağlamak adına çok zor zamanlar yaşatmış, sömürge politikası güderek Çin, Endonezya, Kore, Tayland, Tayvan, Filipinler gibi ülkeleri sömürgeleştirip kendilerine bir sömürge imparatorluğu kurarak bu ülkeleri açlık ve sefalete sürüklemiştir. Bu yönüyle Japonlar uzak doğu asya ülkeleri tarafından “Doğu’nun Batı’sı” olarak anılmaktan kendisini kurtaramamıştır. Zaten hâlâ gerek Kore ile gerekse Çin ile husumetleri giderilebilmiş değildir.

Benzeri başka bir sorun ise yazımızın başında belirttiğimiz üzere yalnızlık konusunda çekiliyor. İkinci dünya savaşı esnasında büyük bir yıkıma uğrayan Japonya 1960 lı yıllarda ekonomik darboğazdan kendine has ekonomik bir yöntemle çıkmayı başardı. Fakat bu dönemde işsiz kalan insanlar bulundukları şehirleri terk ederek uzak şehirlerde iş bulmaya, okullarda öğrenim gören öğrenciler birbiri ile müthiş bir başarı yarışına girmeye başladılar. Bu gidişleri sonrası eski dostları ve aileleri ile ilişkilerinin zayıflaması hatta kopması, başarılı öğrencilerin arasında başarısız kalıp aşağılık kompleksine giren öğrencilerin içine kapanması bu yıllarda sonuçlarını en acı biçimde göstermeye başladı.

Netice itibari ile bu sorunlar Japonca’da Kodokushi (yalnız ölüm) ve Hikikomori (elini ayağını çekmek) olarak kavramlaşacak kadar somut bir hal aldı. Ailesinden kopup gittiği yerlerde de aşırı çalışmaktan sosyalleşemeyen bu insanlar öylesine yalnız kalıyorlar ki yalnız başlarına öldüklerinde yıllarca onları arayıp soran bile olmuyor. Sırf bu sebeple yalnız ölenlerin cesetlerinin çürümüş izlerini temizleyen ekipler mevcut. Yahut öğrenciliklerinde çok çalışan akranları arasında geride kalıp kimseyle görüşmek istemeyen, sokağa çıkmayan ya da tanıdığı kimseyle karşılaşmayacağı anlarda dışarı çıkma eğiliminde olan, kendilerini gerçeklikten kopuk sanal dünyaya kapatan ve bazılarının on yıl boyunca dışarı adım bile atmadığı yalnızlıklara sürükleniyorlar. Hem gençlerde hem yaşlılarda son derece somut kişisel sorunlara yol açan bu durumlar artık toplumsal ve sosyolojik bir sorun olmaktan kendini kurtaramıyor.

Akif’in “İşleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi” diye belirttiği satırları belki yeniden gözden geçirmeli ve “güzel örneği”, dünya hayatı için geleneklerinden ilkelerine, ilişkilerinden ailelerine kadar her şeylerini terk eden Japonlarda değil bizim için üsye-i hasene yani en güzel örnek olan Hz. Peygamber Efendimiz aleyhisselamın sünnetinde aramalıyız. Her an ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışarak denge dini İslam’ı hayatımızın her safhasında ve sahasında hâkim kılmalıyız.

Kibirlenerek Allah’ı terk eden batıyı yahut Rabb ile irtibata zaman bulamayacak kadar çok çok çalışan Japonları örnek alarak onların geldiği noktadan başka nereye varabiliriz ki! Okullarda verilen eğitimi öğrencilerimizi birbiri ile yarıştırmak temelinden kurtararak hakkı hakikati öğreten, insanların tahsillerini geçim için değil ilim için yapacağı bir temele sokmalıyız. İşte o zaman ilim için Çin’e de seyahat etsek yine de dengeyi kaybetmeyeceğizdir. Zira ilim müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alması gerekir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.