KAPAK – Nefsi Tezkiye Mücadelesi

İnsan iki farklı özellikte yaratılmıştır. İnsan bir yönüyle davranışların iyi ve güzeline; diğer yönüyle de bunların kötü ve olumsuz olanına yönelmektedir. Dolayısıyla insanın, nefsin hem olumlu hem olumsuz etkisi altında kalması kaçınılmaz olmaktadır. Bu itibarla her türlü iyiliği ve güzelliği ön plana çıkarıp insanları doğruya ulaştırmaya çalışan takva iken, kötülüğü emreden ve insanın azgınlık derecesinde bütün heva ve arzularını karşılamaya çalışan da nefistir.
Nefis, insanın içindeki en bayağı tabakası, kütü huy ve arzuların merkezidir. İnsanın iç dünyasında bu sebeple bir hâkimiyet mücadelesi yaşanır. Nefis; çoğu kez kendi aleyhine de olsa daima kötülüğü isteyip duran, şehvetlerin, gazapların ateşiyle kavrulan bir ejderha sıfatındadır. Haliyle nefsi, İslâm’ın haram kıldığı, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden, temizleyerek onu hayra yöneltmek hem de tezkiye eğitimi ile terbiye edip arınmasını sağlamak mümkündür.
Sonuç itibariyle nefsin eğitilebilir bir olgu olduğu gerçeğinden hareketle onunla tezkiye mücadelesinin sürdürülmesi gerekmektedir. Bu da nefsin isteklerini minimize ederek onun beden üzerindeki etkisini kırmak ve ruhun etkin olmasını sağlamakla olur. Nefis tezkiyseni; “nefsani arzuların ilahi hudutlar ile meşru ölçüler çerçevesinde dizginlenip terbiye edilmesi yâda nefsi, kendine bulaşan kir ve pastan temizleyerek onu nefs-i emmare mertebesinden nefs-i mutmainne mertebesine çıkarmakla ruhu manevi kirlerden arındrmak” şeklinde ifade etmek de mümkündür.
Bu durum Kur’ân da: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini tezkiye eden (arındıran) kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.”(Şems:7-10) ayetiyle ifadesini bulmaktadır.
Başka bir deyişle nefsi tezkiye; nefsi şirk, inkâr ve isyan gibi manevi kirlerden temizleyerek bunun iman, tövbe ve takva ile gerçekleştirildiği, aynı zamanda bu mertebenin manevi bir temizlik olması bakımından bulunduğu seviyede de ilahi nur, rahmet ve manevi açıdan desteklenmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bu bakımdan nefsin bu arınma sürecinde alt ve üst sınırın mahiyetinin nasıl olduğunu Allah Resulü (sav; )’in “Allah’a ortak koşmadan ölen, Cennet’e girer; Allah’a şirk koşarak ölen de Cehenneme girer” ifadesinde net görebilmekteyiz. (Müslim, İman, 151).
Nefis ile günahlar arasına bir set çekilmelidir. Öyle bir set ki, ne nefis günahlara ulaşabilsin, ne de günahlar ona bir yol bulabilsin. Çünkü nefis, kötülüğe meyyaldir. Kötülük yapmaya çok arzuludur. Onu gemlemez, başıboş bırakırsak, yapmayacağı serkeşlik yoktur. O bir taraftan kötülük yaparken diğer taraftan da kötülüğü emreder. Yusuf (as): “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi. (Yusuf 53).
Kur’ân da: “Sana isabet eden, gelen iyilik, Allah’tandır. Kötülük ise nefsindendir. Biz seni insanlara elçi gönderdik. Şahit olarak da Allah yeter.” (Nisâ Sûresi / 79). İnsana gelen kötülükler nefsinin eseridir.
Nefsimizle, tüm kötülük ve günahlar arasına bir set çekmeliyiz. Ortaya öyle bir engel koyalım ki o engeli aşmaya cüret eden, yıkmaya yeltenen her kötülük, her kötü, her âsî, her günah ümidini kessin. Bu, önce yaranın mikrobunu temizleyip sonra merhem sürmek misali gibidir. Yani kötü ve zararlı şeyleri bertaraf ederek, güzel ve faydalı şeyleri elde etmekten daha öncelikli bir görevdir. Kelime-i tevhit de önce “lâ ilâhe” ile kulu Allah’tan uzaklaştıran her şeyi kalpten attıktan sonra temizlenen o zemine “illâllah” hakikatini yerleştirmek suretiyle tevhidi kalbe nakşetmek değil midir? Böylece iç âlemi menfiliklerden temizleyip nefsin kötülüklerinde koruduktan sonra, iman, irfan, ilim, hikmet, iyi duygular ve güzel hasletlerle süslemektir.
Kur’ân’da tezkiye süreciyle nefsin eğitilme sistemi dört boyutta ele alındığı görülmüştür. Bu dört boyuttan;
Birincisi, peygamberler vasıtasıyla kitap ve hikmetle tezkiye,
İkincisi, tüm yönleriyle birlikte ibadetlerle tezkiye,
Üçüncüsü infakla tezkiye ve
Sonuncusu dua yoluyla nefsin tezkiye mücadelesidir.
Kur’ân’da Peygamberlerin de insanların arınması ve temizlenmesi için Allah tarafından gönderildiği vurgulanmaktadır: “onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân:164). Allah, müminlere kendi içlerinden bir peygamber göndermekle onlara çok büyük bir lütufta bulunmuştur. Zira peygamber onlara Allah’ın ayetlerini tebliğ eder, onları yanlış inançlardan arındırır ve yine onlara Kur’ân’ın mana ve maksadını öğretir, hem de onun hayata nasıl taşınacağını güzel örnekle gösterir.
Nefsin arınması görevini yerine getirecek olan ibadetlerin temelde sahip olması gereken özellik‚ dini yalnız Allah’a has kılarak yapılıyor olmasıdır. Yüce Allah bu hususu şu âyette vurgular: “De ki: Kuşkusuz ben, kendisine içten bir inanç ve bağlılık göstererek Allah’a ibadet etmekle yükümlü kılındım.” ( Zümer : 11)
İbadetler, takvaya, ruh olgunluğuna ve ihlâsa ulaştırdığı müddetçe nefsi arındırıcı olmaktadırlar. Kur’ân’da: “Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi takvaya ulaşasınız diye sizin üzerinize de oruç yazıldı.” ( Bakara : 183). bununla birlikte haccın ve kurbanın Müslümanı Allah’a yaklaştırıp takvaya götürdüğü gibi namazın da huşu ile kılındığında fahşadan ve kötü davranışlardan alıkoyacaktır. Böylece ibadetler bir taraftan insanın davranışlarına etki ederek onu olgunlaştırırken diğer taraftan nefsi tezkiye ederek onu felaha çıkaracaktır. Ayet-i kerimede: “Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.” (Âlâ:14-15).
Nefsin tezkiyesi ile ilgili önemli esaslardan biri de zekât vermek ve infak etmektir. Kur’ân’da: “Onları arındırmak ve temize çıkarmak üzere mallarından sadaka al! Bir de onlar için dua et; çünkü senin duan onlara huzur verir. Allah her şeyi çok iyi işitmekte ve bilmektedir.” ( Tevbe : 103) buyurularak insanların hayır işlerinde öne çıkılmasını teşvik ederken Allah yolunda iyiliğin ve hayırseverliğin nefsin eğitilmesinde önemli kaynaklardan biri olduğu ifade edilmiştir.
Nefsi arındırmanın yöntemlerinden diğer de duadır. Hz. Adem ile Hz. Havva atamız dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” ( A’râf : 23).
Görülüyor ki, Allah Teâla’nın Hz. Âdem ve eşini bağışlamış olması onları nefis arınmasına götürmüştür. Kur’ân’da, insan nefsinin arzuları karşısında aciz bir durumda kaldığı takdirde kendisine bütün kapıların kapanmadığı böylece açıklanmaktadır. Çünkü insan Rabbine tövbe ve istiğfar ederek alçakgönüllülükle dua ettiği müddetçe nefsinin aşırı istekleri karşısında daha güçlü bir hale gelecek ve bu durumdan kendisini ilâhi yardım almak suretiyle kurtarabilecektir. Allah’ın rahmetine sığınmadıkça nefsin kötülüğünden kurtulmak mümkün değildir.
Bir Ömür Cihadı Ekber
Nefisle mücâdelede muvaffak olmak için de ibadet etmek, oruç tutmak, az yemek, zikre devam etmek ve teslîmiyet şarttır. Nefisle cihad en büyük cihaddır. Çünkü o bitip tükenmeyen ve ardı arkası kesilmeyen ve ölünceye kadar yapılan bir mücâdeledir. Her düşmanla mücâdelenin bir zamanı vardır, nefisle cihad her zaman olacaktır.
Bütün düşmanlara iyilik edince dostluklar gelişir düşmanlık biter, fakat nefis asla dost olmaz, ona ne kadar iyilik edersen et, o yine daha çok azarak azılı düşman olur, onunla cihad ve mücâdele de gittikçe zorlaşır. Bu sebeple nefisle cihad, en büyük harptir ve bu hepimize farzı ayındır. Peygamber Efendimizin beyânıyla nefis ile cihad, cihad-ı ekberdir. Safları bozan, dağıtan görünen aslanla savaşmak kolaydır. Asıl aslan, kendini tutan ve nefsini alt edendir. Kur’ân’da: “Ta ölüm gelinceye kadar Rabbine ibâdet edecek, (nefisle cihatta) bulunacaksın.” (Hicr Sûresi / 99).
Peygamber Efendimiz ve ashâbı, Tebük Gazvesi’nden dönüyorlardı. Çok sıcak bir mevsimde, çöllerde yaklaşık bin kilometrelik mesafeye gitmişlerdi. Yolculukta açlık, susuzluk gibi birçok çaresizlik ve kıtlık içinde yaşamışlardı. Saçlar, sakallar birbirine karışmış, deriler kemiklere yapışmıştı. Çok büyük fedakârlıklar göstermişlerdi. Mahsul zamanı tarlalarını bırakmış, devrin en güçlü devletlerinden biriyle harp etmeye gitmişlerdi. Allah için cihaddan dönüşün sevinci içindeydiler. Onlar bu hâlet-i rûhiye içerisindeyken Peygamber Efendimiz onları dehşete düşüren bir söz söyledi:
“–Şimdi küçük cihaddan, cihâd-ı ekbere yani en büyük cihâda dönüyoruz!”
Ashâb-ı kiram hayretler içinde;
“–Yâ Rasûlâllah! Hâlimiz meydanda! Bundan daha büyük cihad var mı?” dediklerinde Peygamber Efendimiz; “–Şimdi büyük cihâda (nefs cihâdına, nefsin hevâsı ile mücâhedeye) dönüyoruz!” buyurdular. (Süyûtî, II, 73; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, 141/2873; Ali el-Müttakî, IV, 430/11260)
Rasûlullah (sav) Efendimiz, nefisle mücadele konusunda başka hadîs-i şeriflerinde de şöyle buyurdu: “(Hakikatte) mücâhid, nefsine karşı cihâd eden kimsedir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621; Ahmed, VI, 20).
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olup onu hesaba çekerek ölüm ötesi için çalışan; ahmak da nefsini hevâsına tâbî kıldığı hâlde Allah’tan (hayır) umandır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459; İbn-i Mâce, Zühd, 31).
Nefisle cihâd etmek, kalbî eğitim ve mânevî terbiyedir ki ahlâkı yüceltmek ve insanı mânen olgunlaştırmaktır. Bunun yolu da, ilâhî hakikatlerle yoğrulmuş bir akıl, îman ve güzel ahlâk ile tezyîn edilmiş bir kalp, Kur’ân ve Sünnet ile taçlanmış hâl ve davranışlarla kemâle ermektir.
Zâhirî cihad müslümana farzdır. Fakat hariçteki düşmanı yenebilenler de ancak, iç dünyalarındaki iç savaştan galip çıkabilmiş, nefsini arındırabilmiş, kalbini tasfiye ederek selâmete kavuşabilmiş sâlim ruhlar olabilecektir. Nitekim dıştaki mânevî düşman olan şeytanla da, dıştaki zâhirî düşman olan küffar ile de mücadelede zafer, bu iç zafere muhtaçtır.
İnsan nefsini terbiye etmek yolunda onunla mücadele etmelidir. Hz. Ömer radıyallahu anh şöyle tavsiyede bulunur:
“Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz. Tartılmadan önce amellerinizi tartınız.” Nefis her ne kadar hesaba çekilmeyi ve sorgulanmayı sevmezse de onu buna alıştırmalı, o büyük hesap gününün dehşeti anlatılarak henüz imkân ve fırsat varken hesaba çekilerek dizginlemenin ve tövbe ederek arınmanın ebedî kurtuluşa vesile olabileceği idrak ettirilmelidir.
Yâ Rab! Bizlere nefislerimizle mücadelede yardım eyle… Bizleri dünyada ve ahirette kurtuluşa eren Salihler zümresine dâhil eyle…