LA HAVLE – Fakirlik (Yoksulluk)

Hak âşıklarından biri olan ve çok yoksul bir hayat yaşayan Minhacî, içinde derin mânâlar taşıyan bir şiirinde, gönül diliyle Mevlâ’ya şükür duygularını şöyle dile getirir:
“Hak ve hakikate âgah olan Hak
Nice şâd olacak nimetlerin var.
Kaygısız zengine hüsrân verirsin
Yoksula sabırdan nimetlerin var.”
Diyor ki Âşık Minhacî; Ey Rabbim, her şeyi bilen Sen’sin, gören Sen’sin. Kullarını sevindiren, neşelendiren, bahtiyar eden nice nimetlerin var. Şükürsüz, fikirsiz, saygısız ve kaygısız zengini hüsrana uğratırken, fakire-yoksula da “sabır” gibi büyük bir nimet veriyorsun…
Evet, Rahman ve Rahim olan Rabbimizin verdiği nimetleri saymaktan ve onun şükrünü eda etmekten âciz birer kuluz hepimiz. Şüphesiz ki; verdiği nimetlerin en büyüğü de İslâm nimetidir, iman nimetidir, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber aleyhisselam Efendimize ümmet olma nimetidir, elhamdülillah.
Rabbimiz buyuruyor ki:
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Allah ise ganî (zengin, ihtiyacı olmayan) ve hamd edilmeye lâyıktır.” (Fâtır, 15)
Gâni olan O. Fakir ve muhtaç olan bizleriz! Hamd edilmeye lâyık olan O, şanına lâyık olacak şekilde hamd etmekten, şükretmekten âciz olan da bizleriz.
Şu imtihan dünyasında gıpta edilecek en büyük zenginlik; güzel bir ahlâk ile iman zenginliğidir.
En kötü fakirlik de, iman fakirliğidir, edep ve ahlâk yoksulluğudur.
Allah’ın Resûl’ü aleyhisselam buyuruyor ki:
– “Fakirler cennete zenginlerden daha önce gireceklerdir. Ey Aişe, fakirleri sev, onlara yakınlık göster ki, (bu sebeple) Allah sana kıyamet gününde yakınlık gösterir.” (Tâc: 5/314)
– “Fukarayı arayın, görüp gözetin. Siz ancak fakirlerinizi memnun etmek, onları sevindirmek sâyesinde düşmanlarınıza karşı yardım görür, rızıklanırsınız.” (Ebû Dâvud; Riyâzüssâlihîn)
Peki, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bu teşvik, müjde, tavsiye ve uyarılarına karşı bizi böylesine duyarsız kılan nedir?
Hani, “Komşusu aç iken kendisi tok yatan” kimlerden oluyordu?
Dün, “Zenginin olunca hayırlı olsun, fakirin olunca nerden aldın?” diye soruyorlardı.
Bugün, “Fakirin baş ucunda durana kadar, zenginin ayak ucunda dururum” diyorlar.
Sa’di der ki;
– “Dostları zindanda bulunan, gülistanda nasıl eğlenir? Hastanın yanında oturan, sıhhatte de olsa neşeli olabilir mi?
Zavallı bir fakirin bir şey bulup yiyemediğini düşününce, yediğim her lokma zehir-zıkkım oluyor, boğazıma duruyor.
İnsanların açlıktan karınlarına taş bağladıklarını bilen, eğer taş yürekli değilse, midesini nasıl doldurabilir?”
“Bir memleket zenginse yoksulu hicâb eder,
Değilse yoksulundan utanmak icâb eder.”
Utanmayı unutmuş taş yürekli zavallılar, Konfüçyüs “Bu sözleri kime söylüyor diye?” merak eder mi acabâ?
Lokman Hekim:
– “Oğlum, yoksulluktan korun. Yoksul düşen kimse şu üç musibetle karşılaşır:
* Din zayıflığı; çünkü fakirlik insanı kötülüğe sürükler.
* Akıl zayıflığı; çünkü ihtiyaç düşüncesi insanı şaşırtır.
* Mürüvvet ve insanlığı kaybolur; bundan daha kötüsü de insanların maskarası olur.”
Atâullah İskenderî:
– “Mahrûmiyet, senin anlayış kapılarını açıyorsa; bu mahrûmiyet, senin için mükâfâtın ta kendisidir.” diye bizleri tefekküre dâvet ediyor.
Yani diyor ki; Ey insan! Bir sahip olduklarına bak, bir de mahrum olduklarına. İkisini bir mukayese et. Bir nefis muhasebesi yap. Sahip olduklarının gereği gibi şükrünü yapabiliyor musun ki; mahrum olduğun şeylerden şikâyet ediyorsun?
Sahip olduğun şeyler kapatmış senin şükür, sabır, tevekkül, idrâk ve infak kapılarını. Mahrûmiyetini mahremiyetin olarak gör. Gör ki; anlayış kapıların ardına kadar açılsın da, anla mahrûmiyet dediğin şeyin sana verilmiş bir mükâfât olduğunu.