DÜNYA BEDEL ÖDEYENLERİNDİR

DÜNYA BEDEL ÖDEYENLERİNDİR

Beş bin kişiydiler, beş bin süvari. Birkaç yıldır, ülkelerinden binlerce kilometre uzakta aralıksız savaşıyorlardı. En yakın arkadaşları, yoldaşları gözlerinin önünde ölmüştü.

Maddî ve manevî olarak yorulmuş ve tükenmişlerdi. Geri dönmek için yola çıktılar; ancak bir süre sonra atları öldü, yürümeye başladılar. Açtılar; ancak iki günde bir

yemek yiyebiliyorlardı; az ve kuru yiyecek. Süvari olduklarından, yürümeye hiç alışkın değillerdi; hele bu şartlarda. Tam iki ay yürüdüler, iki ay; yani altmış gün. Açtılar,

uykusuzdular, yorgundular, bitkindiler. Dışarıdan bakınca; tükenmiş, son güçlerini

kullanan, yürüyen ölüler gibi görünüyorlardı. Ülkelerine girdiler. Geldiklerini ve kötü durumlarını haber alan yetkili kişi, onları birlikleriyle karşıladı. Gerçekten  düştü-

düşecek bir görüntüleri vardı. Dağınık bir şekilde, yetkili kişinin önünde hareketsiz

duruyorlardı; çıt yoktu. Başlarındaki komutan, yetkili kişiye tekmil verdi. Yetkili kişi, ciddiyetini bozmadan, sesini hem gürleştirerek, hem de bir acıma hissi vererek şöyle dedi:

 

 ‘Askerler, sizden önce bir emir geldi; derhal geri dönmenizi ve tekrar savaşa katılmanızı istiyorlar. Üç gününüz var. Tüm ihtiyaçlarınızı gidermek, gerekli atları almak ve silah kuşanmak için.’ *

Kim bunlar? Sahnedeki hiç kimse Müslüman değil. Ashab’dan. bir alıntı yapsam, anlaşılır bir şey, değil mi? İnanan insanlar, Hz. Peygamberin terbiyesinden geçmiş insanlar. Cennet ümitleri var. Bunlar bir Moğol Birliği. Cengiz Han’ın komutasında savaşan bir Moğol birliği…

Bu metin üzerine çok düşündüm. İnsanın, inancının bedelini ödemesi ne demektir?  Nasıl bir inanç ki, nasıl bir iman ki; bu bedeli, bu inancın bedelini bu kadar rahat ve gönüllü ödeyebiliyor insanlar. Bugünkü günlük kullanımla, ne türlü bir ‘motivasyon’ var bu davranışın arkasında? Benim kişisel kanaatim şu: Dünya, Amentüsünün bedelini ödeyen insanlara verilir. Öyle bir iman ki bu Moğollarınki, mevcut dünyanın yüzde 22’sini ele geçirip, 30 milyon kilometre kare kesintisiz –arada boşluk olmayan- bir kara imparatorluğu kurdular; 30 yılda…

Dünyanın o dönemde yüzde 22’sini ele geçirdiler… çağdaş Müslümanların en önemli sorunu –tabi bunun gerekçeleri var- Amentülerinin bedelini ödemeye hazır olmamalarıdır. Bunun için, yükün altına girmekten kaçınmalarıdır. Hâlbuki Amentü basit bir hadise değil.!

 Bizim hayat görüşümüzün ilkelerini veren, yaşamamıza anlam katan ilkeleri inşa eden bir yapıdır. Bu o zaman bize şunu gösteriyor: Çağdaş Müslümanlar olarak, bizim bir hayat görüşümüz yok. Bu hayat görüşü/Amentü o kadar önemli ki, İslam öncesi cahiliye toplumunda okuma-yazma bilen; bilebildiğimiz kadarıyla Kureyş’de on kadar adam var. Biri de –çok ilginçtir- Ebû Cehil’dir. Ebû Cehil diyoruz; ama adamın İslam öncesi künyesi Ebû’l-Hikme

Hikmetin babası, nasıl cehaletin babasına dönüşüyor? Şimdi bu adam, Kelime-i Tevhîd ya da Şehadet getirerek siyâsî, toplumsal ve iktisâdî statüsünü devam ettirebilirdi. Hatta İslam toplumunda, Hz. Peygamberin yanında çok önemli bir konum kazanabilir ve dahası Hz. Peygamberden sonra İslam “devletinin ”yönetimini de üstlenebilirdi. Buna hem asaleten, hem zekâ açısından, hem birikim açısından müsaitti. Ama Ebû Cehil Kelime-i Şehâdet getirdiğinde, Amentü dediğinde ne türlü bir yükü yüklenmesi gerektiğini, ne tür şeylerden vazgeçmesi gerektiğini bildiği için dürüstçe davrandı; çok dürüst bir insandı. Onun bedelini ödedi; kendi Amentüsünün bedelini ödedi. Tasavvufta, Şeytan kemal mertebesinde görülür; niye? Çünkü Şeytan işini kemâl mertebesinde yapar; en iyi şekilde yapar. Şeytan da kendi Amentüsünün bedelini öder.

 

Eğer bedel ödememişsek, o imkânı mümküne dönüştüremeyiz; hiçbir şey gerçekleştiremeyiz. Onun için bu dünya  Amentülerinin bedellerini ödeyenlerindir; bu, ister Moğol olsun, isten Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun, fark etmez.

 

Tarihe baktığımız zaman bunu görürüz. Büyük İskender’e bakınız; etrafında 40-60 bin arasındaki Makedon’la koca bir dünyayı fethediyorlar. Uzağa gitmeyelim; Aliya İzzetbegoviç’in etrafındaki insanlara bakıyoruz ki, çok az bir grup ve büyük imkânsızlıklar içinde, sadece Amentülerinin bedelini ödedikleri için büyük iş başarıyorlar. Tarihin derinliklerine indiğiniz zaman, tarihteki tüm başarıların arkasında insanların inandıklarının gereklerini yerine getirme, bedellerini ödeme içinde olduklarını görürsünüz. Amentünün hakkını vermemiş adamın, kadının, kişinin ‘bi-‘den sonra ne koyduğu çok önemli değildir; hepsi lâfzîdir çünkü.

Gazâlî’nin ifadesiyle, “ancak ahmaklar lafızlarla düşünürler.” Lâfzî olarak ha Allah dediniz, ha şeytan dediniz; hiç fark etmez. Çünkü biz, Allah’ı da şeytana dönüştürmesini becerecek yapıda donatılmışız. Lâfzen “Allah” diyebiliriz; ama mefhum açısından şeytan olabilir o…; ‘bi ‘den sonra “para” da koyabilirsiniz; kısaca ‘bi-‘ değil, Amentü’dür çok önemli olan. idrak seviyesi; neyi üstleneceğini, neyi sahipleneceğini, neden vazgeçeceğini idrak etme, ondan sonrakileri kabul etmeyi son derece kolaylaştırır. Bunun üzerine düşünmek, ciddi bir biçimde düşünmek gerekiyor.  

* Bu yazı, Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu hocamızın ÂMENTU’NÜN BEDELİNİ ÖDEMEK: -Ne Yapmalı? Bedel, Bakış ve Süreklilik” başlıklı İLEM (İlmî Etüdler Derneği) Yaz Okulu Açılış Dersi’nden alıntı yapılarak derlenmiştir.

http://fazlioglu.blogspot.com/2018/05/ihsan-fazlioglu-amentunun-bedelini-odemek-ne-yapmali-bedel-bakis-ve-sureklilik-ilem-temmuz-acilis-dersi.html?m=1#more

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.