LA HAVLE-Zihinlerin İşgali

Son nefesini verene kadar, irfan ve kültür kalemizdeki nöbet yerini terk etmeyen merhum Cemil Meriç; “Bir Facianın Hikayesi” adlı eserinde, bugün insanın veya insanlığın yaşadığı facianın dehşetini kelimelerle resmeden fotoğraflar koyuyor önümüze.
Her fotoğraf karesinde, yıpranan, dökülen, yırtılan, dikiş tutmaz bir yanımızı görüyoruz. Her parçamız ayrı bir yerde. Diyor ki Cemil Meriç:
-“Bir emirler ve yasaklar ağı ile kuşatılmış; bir sistemin parçalarıyız. Ferde kılavuzluk eden gönül değil, kendi dışında bir kafa. Bir işletmeye giren herkes rûhunu vestiyere bırakıyor.
Baba ocağından kovuldu insanlar. Ya sokağa döküldüler, ya gecekondulara sığınmak zorunda kaldılar.
Aile topluluğu çöktü, ev diye bir şey kalmadı. Feminizm, eskiden hayatını evinde kazanan kadınlara pazarlarda iş bulma davasıdır.”
Kendisini tanımaktan memnun olduğum, çok okuyan ve okuduklarını da çok güzel ifade eden Kayseri Müftülüğü’nde görevli Kadir Tektaş kardeşime bu vesileyle teşekkür ediyorum. Göndermiş olduğu yazıyı, dünden bugüne yaşadığımız facianın boyutlarını net olarak göstermesi bakımından bir ibret tablosu olarak istifadenize sunmayı gerekli gördüm.
İnşaallah okur, tefekkür eder, dersler çıkarır, neler kaybettiğimizin farkına varır da, yeniden yitiğimizi aramanın derdine düşeriz. Derdimiz bu olmalı bizim… Önce zihinlerin işgal edildiğini unutmayalım. Ülkelerin işgali, zihinlerin işgalinden sonra başlıyor.
Bizim inancımızda zorbalık, sömürü, işgal yoktur. Hakk’ı ve hakikati tebliğ vardır. Hakk’a dâvet vardır. Yardım elimizi uzatmak vardır. Düşenin elinden tutup kaldırmak vardır. Gönüllerin fethi vardır.
Haçlı ve Siyonist zihniyetin dünyasında ise; hak-hukuk, merhamet yoktur. Kan vardır, gözyaşı vardır, zulüm vardır, işgal vardır.
Ehl-i küfür tarafından zihni işgal edilen ülkelerin insanı, bilerek veya bilmeyerek ülkelerinin de işgal edilmesine zemin hazırlar. Birazcık ibret gözüyle bakan, bir parça tarih şuuruna sahip her insan günümüz dünyasında bu tabloyu çok net olarak görecektir.
Evet, işte zihin işgalinin bir insanı nerelere savurduğunu gösteren sayısız ibret tablolarından bir tanesi.
Bi 50 LİRANIZ VAR MI ACABA?
“Varsa lütfen çıkarıp arka yüzüne bakar mısınız? Orada bir hanımefendinin fotoğrafını göreceksiniz. Para üzerine fotoğrafı basılan ilk Türk kadını. Kendisi ilklere pek yabancı değil aslında.
İlk Türk kadın roman yazarı, ilk Türk kadın çevirmen, ilk “muhafazakâr” feminist. Eserleri batı dillerine ve Arapçaya çevrilen ilk Türk kadın yazar ve düşünür…
Evet, Ahmet Cevdet Paşa’nın muhtereme kerimesi Fatma Aliye Hanımdan bahsediyoruz.
Ne kadar parlak bir kariyer ve ışıltılı bir hayat değil mi?
Değil maalesef… Çünkü madalyonun bir de öbür yüzü var.
Döneminin hemen hemen bütün İslamcıları gibi, “Batı’nın iyi yönlerini almak lazım” diyen Fatma Aliye Hanım dört kızından ikisini, Nimet ve İsmet’i o dönemde yeni açılan Fransız okulu “Dame de Sion’a” kaydettirir.
Nimet, okuldaki hocaların ‘Hıristiyanlık’ telkinlerinden rahatsız olur ve okuldan ayrılır. Fakat İsmet durumdan pek şikâyetçi değildir ve okulda kalmakta ısrar eder. İki kız kardeş daha sonra yüksek tahsil için Fransa’ya giderler.
Nimet tahsilini tamamlayıp döner fakat İsmet geri dönmeyeceğini annesine bir mektupla bildirir. Uzun bir süre iletişimleri kopar. Ve nihayet yıllar sonra sevgili kızından bir haber alır Fatma Aliye Hanım.
İsmet bir “Katolik rahibesi” olmuştur!..
Plevne kahramanı Gâzi Osman Paşa’nın yeğeni Faik Bey’den olma, Mecelle’nin müellifi anlı şanlı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım’dan doğma İsmet hanım rahibe olmuştur.
“Ölmeden önce ölmek bu olsa gerek” der Fatma Aliye Hanım. Bütün yazı hayatına son verir ve ömrünün bundan sonraki kısmını kızını aramakla geçirir. Yıllarca ne kendisi kızından bir haber alabilir, ne de kimse kendisinden bir haber alabilir. Hatta gazetelerde hakkında çıkan ölüm ilanını düzelttirmek isteyen yakınlarına engel olur, “Bırakın öldü bilsinler” der.
Babasından kalan serveti kızını bulmak için harcar, fakat nafile…
Nihayet muzdarip ruhu, yorgun ve küskün bedenini terk eder ve kızını bulamadan bu dünyadan göçüp gider…
50 lira hâlâ elinizde mi?
Onunla -varsa- kızınız veya oğlunuza bir hediye alın. Çikolata filan da olabilir tabi, ama başka şeyler de olabilir. Bir Elifbâ, Namaz Hocası veya bir ilmihâl kitabı meselâ.
Yavrunuzu kimselerin eline bırakmayın ve O’nu iyi bir Müslüman olarak yetiştirmenin bir yolunu bulun.
Hayatta daha önemli ne işiniz var ki?”
Yavrularımızı Müslüman olarak yetiştirmekten daha önemli olarak gördüğümüz işlerimiz zihinlerimizi işgal etti de harimi ismetlerimizi kaybettik. İnanç coğrafyalarımızı kaybettik. Tarihimizi kaybettik. Kendimizi kaybettik…