Mükemmel Ana Okulu Gösterileri Veliler/ Eğiticiler İçin Yapılmış Bir Sergi midir?

Eğitim sonuç değil süreç işiyken bu süreçte ebeveyn veya eğitici kişi çocuğu boş bir kap gibi görüp her şeyi verebilirim yaklaşım tarzı ile değil; çocuğa olumlu duygu, anı kazandırarak sürecin devamını nasıl sağlarım? Olumsuz duygu, anı vermeden süreci nasıl bitirmeliyim? olmalıdır.
Yılsonu gösterileri de bu eğitim sürecinin önemli bir kısmını kapsıyor. Lakin genellikle; drama, müzik, jimnastik, dans, folklor vb. gibi farklı dalların bir yıl boyunca yaptıkları çalışmaların sunulduğu etkinliklerin “gösteri” den öte “gösteriş” e ve “rekabete” dönüşmesi göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Tabi ki bir de çocuklarda gelişim evrelerinin 0-7 yaş aralığı eğitim sürecinde en hassas dönemleri olduğunu düşününce daha dikkatli olmayı gerektiriyor.
Bu nedenle “Erken çocukluk eğitiminde gösteri yapılmalı mı?” sorusu çok hassas bir o kadar da önemli bir soruyu teşkil ediyor.
Çocuğu merkeze almadan öğretmenlerin ya da okullar arasındaki gösteriş ve rekabet amacına yönelik isteklerimiz ve yahut çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarına göre değil bilinçaltımızdan gelen çözümlenmemiş duygusal yüklerimize yönelik isteklerimiz doğrultusunda bir yılsonu gösterisi gözümüzde canlandıralım? Yani örneğin çocukluk döneminde sevgi anlayışı daha çok korku üzerine olan bir eğitici çocuklara da kendi anlayışına göre sevgi ihtiyacını karşılar. Bu sevgi anlayışı da eğitim sürecinin büyük bir bölümünü kapsayan defalarca süren yıl sonu gösterisinde çocuğun bilinçaltına niteliksiz bir sevgi anlayışı olarak yerleşir. Çocuk artık sevginin korku ile birlikte geldiğini öğrenir.
Öyle ki gelişim özelliklerinin neler olduğunu tam olarak bilmeyen çocuğun sadece fiziksel ihtiyaçlarının giderilip duygu değer yargıları ile çokta uğraşmayan hatta bu yargıları konfor sayan aileler, ellerinde kameralarla, fotoğraf makineleriyle, coşkuyla ve gururla, çocuklarının performansını izlemeye giderler. Çok sevdiğini ve önem verdiğini hissettirmek için sahneye en yakın koltukta oturmak için ve en iyi kareleri çekebilmek için her türlü mücadele verirler. Öyle ki bu küçücük zamanda çocuklardan çocukça değil, kendilerince iyi bir performans beklerler. Aynı zamanda çocuğa çok önemli bir zamanda olduğu izlenimini de verirler… Burada veli/eğitici açısından düşünürsek birkaç saatlik en ön koltukta kameraya almak mı konfordur ? Yoksa kendine özgü gelişim özellikleri doğrultusunda süreç içinde karşılanmamış duygularına kucak açmak mı konfordur? Çocuklar açısından da kendileri olmadığı bir kalıpta, biricikliğine has çocukça beklentilerin olmadığı bir şekilde yapabileceklerinin en iyisini yapmak isteyeceklerdir. Ama çocuklar bu istekleri hangi duygularda, hangi anılar ile yapmak isteyecekler? Sevgiyi , korkuyu, heyecanı, hüznü vb. duygu kavramlarını nasıl kodlayacaklardır? Bu istekler için hangi değer kaybı olan renklere bürüneceklerdir? Kim bilir… Burada Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir ,İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin ,Ya nice okumaktır” kıtaları aklıma geliyor. Şöyle düşünmeden edemiyorum, duygularını bile kavrayamayan insan hangi eğitim sürecinden bahsedebilir?
Peki yine gösteriş ve rekabet halinde bir öğretmeni düşünelim . O gün, okul yönetimi ve öğretmenler için en stresli günlerden biridir. ‘Her şey yolunda gidecek mi?’, ‘Çocuklar rollerini unutmasalar iyi olur.’, ‘Bir sorun çıkmadan bugünü atlatsak.’ gibi düşünceler zihinlerden geçer. Öğretmenler, bir senedir verdikleri emeğin sonuçlarını göstermek ve kendilerini ispat etmek zorunda hissederler. Sanki
kendileri bir yarışmada yarışıyor gibidirler. Rekabet adeta kızgın kum gibidir. Leylekler sınıfı kıpırdamadan şarkı söyleyebilirken, kaplumbağalar sınıfı henüz bunu yapamamaktadır.
Peki ya çocuklar? Onlar en az 3- 4 aydır bu bir saatlik gösteri için hazırlanmaktadır. Defalarca ‘Yapma, kıpırdama, biraz bağır!’ komutlarını almışlar, performanslarına ve davranışlarına göre pek çok kez gösterideki yerleri ve rolleri de değişmiştir. Tabi ki tüm bunlar ile berber kendileri olma dışında her moda girmeyi öğrenmeye başlamış olurlar. Ya da niteliksiz kalıplaşmaya doğru yuvarlanmada ilk adımları da olabilir. Biraz daha yaşanmış örnekler ile de ilerleyebiliriz ..
Eğitmek amacıyla değil de şov amacıyla yapılan programlardan bir örnek ile başlayabiliriz. Sahnede üç dakika boyunca sema gösterisi yapan çocuğa bu gösteri ne katmaktadır? Çocuk neden dönmektedir? Bu dönmenin ona katkısı nedir? Mevleviliği dönmeye indirgemek, zaten şikayetçi olduğumuz bir konu değil midir? Veliyi memnun eden bu gösteri acaba çocuğu hangi alan da eğitmektedir. Bu gösteriyi yapan çocuk, hangi beceriyi davranışı kazanmaktadır? Ya da bu becerisi olmayan, gelişimi hazır olmayan çocuk için diğer arkadaşlarına yetişememekten doğan ezilmişlik, bıkkınlık, kaygı hali yaşamasıyla, birde bu gösterilerin 3-4 ay sürmesi bu olumsuz duygu hallerinde ritüellik kazanmasına yol açmaz mı? İleriki hayatında uzun sürecek ya da belki de hiç atlatamayacağı olumsuz duygulara yol açmaz mı? Eğitimde amaç olumlu bir duygu , anı bırakılması iken daha okul çağına bile başlamadan çocukların bunalımlı bir hal alması olumsuz duygular, anılar biriktirerek değer kaybı yaşamaları büyük bir sorun değil mi?
Ya da gelin-damat rollerini oynayan çocuklar bu rolden neler kazanmaktadır? Bu rolün onlara faydası var mı? Onların sergiledikleri bu oyun, hangi gelişim alanını destekliyor? Zaten diziler ve yazılı medya çocuğu erken olgunlaştırmaya çalışıyorken bir de bizim çocuklara gelin-damat rolü verip onları evlendirmemiz ne kadar doğru?
Yine bir çocuk rolü gereği gösteride ölen bir kişiyi canlandırıyordu. Kişiliği gereği rol dahi olsa hassas bir çocuk için pedagojik olarak bu rol uygun değildi. Bu gösteride oynamayı kendisi de istemiyordu. Öğretmeninin, ebeveynin derdi ise; “Benim öğrencim, benim evlâdımsa yapardı Çocuk kim bilir onları mutlu etmek için ne kadar iç çatışma yaşadığı bir durumda kalmıştı. Ve hazırlıklar sonucunda çalışma gerçekleşmişti çocuk ölümden ciddi bir şekilde korkar hale gelmişti. Gösteri çalışmaları sırasında yüzlerce defa ölen bu çocuğa verilen rol yanlış değil miydi? Bu süreçte yaşadığı çatışma uzun vadede hatta belki de atlatamayacağı bir durum olabilirdi..
İlkokulda rol aldığım bir gösteriyi hala hatırlıyorum. Step gösterisinin lideri konumundaydım. Çok heyecanlıydım.
Gösteriyi düzenleyen beden eğitimi öğretmenimi de ayrıca çok seviyordum. Çalışmaların sonlarına doğru yaklaştığımız sıralarda büyük bir çaba gösterdiğimi düşündüğüm halde bir kaç defa step hareketlerini yanlış yapmıştım. Öğretmenim bunu fark ettiğinde liderlikten en arkalarda bir yerlere aktarmıştı. Step artık benim için eğlenceli olmaktan çıkmıştı. Arkadaşlarımın arasında yetersizlik içinde kaygılanmanın nasıl bir duygu olduğunu öğretmişti ve becerilerimdeki öz güvenimim zayıflaması ile sonuçlanmıştı. Bu durumumu normale almam benim için uzun bir süreyi gerektirecekti. Şöyle düşünmüştüm ” Yeterli bir becerinin mükemmel olmadan olamayacağıydı. Hâlbuki mükemmellik çocuk için imkansız bir durum değil miydi? Ben bu kalıba girmek için nelerimi ne karşılığında feda edecektim? Ya da gitmemek için nasıl bir yol izleyecektim minik kalbim ile?…
Bir başka okul gösterisindeki bir çocuk tembel rolünü oynuyordu. Arkadaşları onunla ‘tembel, tembel’ diye dalga geçiyordu. Gösteri büyük beğeni almış ve alkışlanmıştı. Ancak ben o çocuk için üzüldüm. Neden mi? Gösteri çalışmaları sırasında bu çocuğa belki binlerce defa ‘tembel’ denildi. Bu
tembelliğin ne olduğunu bilmeyen çocuğun bilinçaltına tembellik tohumları ekildi. İleride bu çocuk tembel olacaksa anaokulu gösterisini planlayanların payı bunda büyük olacaktır.
Şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bir çocuğun anaokulunda geçirdiği bir yıldan aklında en fazla kalanı yılsonu gösterisidir. Çünkü bu gösterinin defalarca provası yapılmakta ve gösteri bilinçaltına kazınmaktadır. Anaokulu sorumluları kendilerine şu soruyu sormalıdır: Ben bu dönemde verdiğim eğitim faaliyetleri içinde bir dönemde çocuğun zihnine neyin kazınmasını istiyorum?
Anaokulu gösterilerindeki başka bir yanlış da müzik seçiminde yapılmaktadır. Olumsuz telkinler içeren müzikleri defalarca dinleyen çocukların bilinçaltına bu sözler kazınmaktadır. Müzik seçerken öncelikle sözlerin çocuk dünyasına uygun olup olmadığına da bakılmalıdır.
Sonuç olarak; araç olan yıl sonu gösterilerini amaç haline getirilmesi, çocukta büyük bir değer kaybı yaşatabilir. Yıl sonu gösterileri çocuklar için değil veliler için yapılmış yada mükemmel öğretmenin gösteriş yaptığı bir sergi olursa yada okullar arası bir gösteri sergisi olursa çocuğun ilgileri becerileri öncelikleri biricik kendilerine özgü fıtratları doğrultusunda seviyesine çıkılamaz ise ; çocukta ezilmişlik, yetişememek, kaygı , kıskançlık , bıkkınlık hatta manipülasyon ile iki yüzlülük vs. olumsuz duygular kazandırılıp süreç içinde değer kaybı ile sonuçlanabilir. Tabi ki her ebeveyn veya eğitici kişinin istediği şey çocukta bırakabildiği kadar olumlu duygular ,anılar, nitelikli değerler bırakabilmek olmalı ki çocukların duygu ve düşüncelerindeki nitelik ve nicelik dereceleri değer deryasında yüzebilsinler.
Çocuklar söylediklerimizi, yaptıklarımızı unutur ama neler hissettirdiğinizi asla unutmazlar .!!!