KAPAK-Hamzanâme ve Selahaddin’in Siyasi Gücü

Müselmanların Siyaseten Güçlü Olması
İki ordu karşılıklı durmakta, her seferinde ortaya yeni bir asker çıkarak karşıdan gelenle vuruşmaktadır. Mecûsîlerin güçlü askeri Cengâve-i Gavri, önüne gelen her yiğidi yere sermekte, avcundaki serçe gibi kolayca canlarını alıvermektedir. Bir yandan da İslâm ordusunun moralini bozmayı ihmal etmez: “Aranızda bileğimi yere getirecek bir tek adamınız bile yok! Tek tek tüm ordunuzu bitireceğim!” Bu sözlerle asıl istediği kişiyi ortaya getirmek ve kendi gücünü ispatlamak arzusundadır. En sonunda bir fili bile tek başına kaldıran Hamzazâde Rüstem dayanamayıp Sahipkıran babasından müsaade ister meydana çıkmak için. Fakat Sahipkıran Efendi isteksiz davranır. Vezir, efendisine bu isteksizliğinin sebebini sorduğunda ise ona şu inanılmaz cevabı verir:
“Evlâdım Rüstem pek kuvvetlidir. İmdi meydana çıktığında Cengave-i Gavri’nin canını almadan gelmez, bilirim… Lâkin böyle yiğitler İslâm’a yakışır. Ben onun canını değil Müslüman olmasını isterim…”
Güç, gücün büyüsü, güç sarhoşluğu, sözün gücü, güçlünün sözü, yumuşak güç… her biri de farklı anlamlar içermektedir. Ancak en bildiğimiz anlamlardan birisi olan bilek gücü manasındaki güç her zaman doğru yol olmayabilir. Bu sebeple Müslümanların siyaset bilmesi oldukça mühimdir. İşte yukarıda Hamzanâme adlı eserden anlattığım kısım tam olarak savaş siyaseti ile alakalıdır.
Bir Müslüman komutanın asıl gayesi düşmana diz çöktürmek değil insanlar ile İslam arasındaki perdeyi kaldırmaktır. Sahipkıran Hamza da işte tam bu sebeple pek kuvvetli bir düşmanının İslam olmasını temenni etmektedir. Peygamber efendimiz de Mekkeli müşriklerin helâkını pek âlâ isteyebilirdi ancak O, İslam’la şereflenmelerini bekledi. İstedi ki İslâm onların güçlüleri ile Mekke’de güç bulsun. Bu sebeple dua etmişti iki Ömer’den biri Müslüman olsun diye.
İyi siyaset yürütmek pek çok zaman başarı ile neticelenmiştir. Yunus’un dediği gibi bazen bir kelime bir zehri bal edebilir. Yahut bir hareket savaşmadan bile savaşı kazandırabilir. Misalen galat-ı meşhur bir hikâye olarak Selahaddin Eyyubî ile haçlı komutanı arasındaki görüşme anlatılır. Komutan der ki, haydi karşılaştıralım hangimizin kılıcı daha kuvvetlidir. Komutan kendisine özel bir kılıç yaptırmış ve onun kuvvetine güvenmektedir. Peki, der Kudüs Fatihi Selahaddin, önce sen başla.
Bunun üzerine haçlı komutanı elindeki kılıç ile önündeki kayaya vurarak onu ortadan ikiye ayırıverir. Sonra da kasılarak güler, Selahaddin’in hayret etmesini bekleyerek. Zira bir kılıçla daha ne yapılabilir ki? Fakat siyasî bir lider olan Selahaddin ona unutulmaz bir ders verecektir. Hemen başındaki yemenisini çıkararak havaya atar ve hiç hareket ettirmeksizin kılıcını altına tutar. Bir tüy gibi süzülen yemeni kılıcın üzerine geldiğinde öylece ortadan ikiye bölünerek yere düşmüştür. Ve aslında savaş başlamadan bitmiştir. Zira gücün pozitivist anlamda kuvvet olmadığı ayan beyan ortadadır ve Selahaddin’in bu siyasi gücüne karşı gelmek beyhude olacaktır.
Ve fakat devletlerin zihni tekâmülü hiç de kolay elde edilememektedir. Zihin ürünlerini toplamak öyle üç beş yıllık sürede olmaz. Tarihimizde Osmanlı’da neticelerini ve tekâmülünü gördüğümüz siyasi devlet yapımız bir iki padişah dönemiyle açıklanabilemez. Bu siyasi tekâmülün bir gelişimi ve sembol bazı eserleri vardır. Bunların başında Kutadgu Bilig gelir. Sözlü geleneğe bağlı bir halktan böylesi bir eser çıkması kolay değildir, dikkatinizi çekerim!
Bir diğeri Nizamülmülk’ün Siyasetnamesi’dir. Bu eser de hiç şüphe yok ki siyasetnameler arasında mihenk taşıdır. Gel gelelim bu eserlerle yöneticilere nasihat niteliğinde başlayan arayış tâ beş asır sonra kendini bir sistem önerisi haline getirebilmiştir. Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk-ı Alâ’î adlı eseriyle ancak münasip olduğunu düşündüğü bir devlet sistemi öngörebilmiştir. Bu eserde yer alan “ADALET ÇEMBERİ” nâmındaki sistemi özetleyecek olursak adaletli bir yönetim ancak birbirine bağlı bir takım güç odakları ile sağlanabilir. Eserde şöyle özetlenmektedir:
- Adldir mucib-i salâh-ı cihan (Dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve saadetini sağlayan adâlettir.)
- Cihan bir bağdır dîvarı devlet (Dünya bir bahçedir, duvarı ise devlet)
- Devletin nâzımı şeriattır (Devletin nizamını kuran Allah kanunudur yani hukuk)
- Şeriate olamaz hiç hâris illa mülk (Allah kanunu ancak saltanat ile korunur yani siyasi kurum)
- Mülk zabt eylemez illa leşker (Otorite, Kudret, ancak ordu ile zapt edilir)
- Leşkeri cem edemez illa mal (Ordu, ancak mal ile ayakta kalır yani iktisat)
- Malı cem eyleyen raiyettir (Malı toplayan halktır)
- Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl (Halkı idare altına ancak Cihan Padişah’ının adâleti alır)
İşte Müslümanlar da siyaseten güçlü olmak durumundadırlar. Şu hâlde güç yalnızca topla, tüfekle, hava savunma sistemiyle vs. olmaz, olamaz! Bizim tertemiz sivri ve selim zekâlara ihtiyacımız var. Evini yönetebilecek, işini, devleti yönetebilecek, akıllı ve selim Müslümanlar olmak zorundayız. Günlerden bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh yanındaki dostlarına “Allah’ın kabul edeceği tek bir dileğiniz olsa, ne isterdiniz?” diye bir soru sormuştu. Oradakiler bu oda dolusu altın, gümüşümüz olsun da Allah yolunda kullanalım dediler. Sonra da sordular: “Ey Ömer, peki sen ne isterdin?”
Hz. Ömer radıyallahu anh: “Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrah, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetü’l-Yemânî gibi bir oda dolusu adam isterim ki, onları, Allah yolunda görevlendireyim.” diyerek herkesi duygulandıran arzusunu ifade etmişti. Büyük siyasi hareketlerden birisi de bana hep öyle gelmiştir ki kendisi çok zeki olmasa da zeki olan başkalarından faydalanmayı bilen adamlardır. Zira en büyük güç yetişmiş adam olduğu gibi en büyük zayıflık da kaht-ı ricâl denen yetişmiş adam azlığıdır. Bu sebeple elimizdeki insan gücünü kullanmak son derece önemlidir.
Müslüman yeri geldiğinde ihramını pazularının altından geçirecektir ki düşmana korku salsın. Ancak Müslümanlar pazularını ne zaman gösterecektir? Tanklar Kâbe’ye dayandığında mı? Yoksa okey taşları ve keyif verici şeyler bize kim olduğumuzu unutturduğunda mı? Yoksa birbirimizin ülkesinde bekâ mücadelesi verirken mi? Eğer cevabı bu şıklar arasında arıyorsak tası tarağı toplayıp gidelim buralardan… Biz zaten başkasına esir olmuşuzdur bile.
Fakat Müslümanın yalnızca pazusu değil zihni de güçlü olmalıdır. Feraseti ışıkları delip geçmelidir. Beş senelik, on senelik değil binlerce senelik ürünler koymalıdır ortaya ki tanklar kapımızı çalmasın.