KAPAK-Bela ve Musibet de Kazandırabilir

Ağlayarak geliriz dünyaya ve gelişimize çok sevinen eş-dost ve akrabamız olmuştur. Hayatımızın tamamı baz alındığında ise ağlamaktan çok güldüğümüz ortaya çıkmaktadır. Hatta yaşamımızda öyle anlar vardır ki ağlanacak halimize dahi güleriz. Zaman zaman başımıza gelen musibetler de olur.
“Musibetlere karşı tavrımız nasıl? Nasıl olmalı?” sorularına yanıt ararken ilk önce musibetin ne olduğunu ve musibetin bize geliş sebeplerini öğrenmemiz gerekir.
İnsanı ya yetiştirip Allah’a layıkıyla kulluğa götüren ya da isyan merdivenlerinden aşağı yuvarlanarak bizi kullukta düşüren olaylardır musibetler. Tarih sahnesine geniş bir açıdan baktığımızda, bizden önce yaşayanların başına neler geldi diye biraz tefekkür ettiğimizde kendimize büyük bir iyilik yapmış oluruz. Hayat kitabımız ve en güzel örnek efendimiz de bize her alanda olduğu gibi bu alanda da rehberlik yapacaktır. Bu musibetler genel olarak Kur’an da şu başlıklar altında ele alınır.
1. İnsanın kendi eylemlerinin karşılığı olan musibetler. (Şura, 30) Tarih sahnesine baktığımızda Uhud savaşında verilen kayıplar hemen akla geliverir. Kendi elimizle yaptıklarımızın telafisi tevbedir ve sıkça başvurmak gerekir.
2. Canlardan, ürünlerden ve mallardan eksiltme ile imtihandır musibetler. (Bakara, 155) Burada bu musibetlere karşı imani bir duruşa yani şuura ihtiyaç vardır.
3. İnkârdan imana geçme sebebi olarak. Kur’an inkâra karşılık asıl büyük azabın ahirette olduğunu, ama “yakın azap” olarak nitelediği dünya azabının da “belki inkârdan vazgeçerler” ümidiyle insanlara verildiğini belirtir. (Secde, 21.) Asrı saadette örneği o kadar çoktur ki, kimini inkârdan imana taşıdı o musibetler, Habbab b. Eret, Bilali Habeşi ve Zeyd b. Harise gibi. Bazılarının da inkârını artırdı, Umeyye b. Halef ve Ebu Cehil gibi.
4. Allah’ın nimetlerinden/emirlerinden yüz çevirmeye karşılık olarak da musibetler gelir. (Maide, 49) Allah’ın emrine uymamak ya da yasaklarından sakınmamak başlı başına birer musibettir. Dünyada gelebileceklerin fevkinde olan bu konu üzerinde derin tefekkürler ve güzel bir duruş gereklidir. Emir ve yasaklara karşı kalben ve bedenen amenna ve saddakna demek gerekir.
5. Haksızlık/zulüm edenlere bu davranışlarının karşılığı olarak da musibetler gelir. (Araf, 162) Zulmü adet haline getirenlerin karşısında, Allah ile arasında dua kabul perdesi olmayan mazlumlar vardır. Cehalet asrına rahmet okutacak zalimlerin türediği dünyamızda mazlumluğun farkına varacak ve Rabbine dönecek şuurlu mazlumlar az da olsa var. Zalimlerin feci bir şekilde can vermeleri belki de onlar için bu dünyadaki iyi zamanlarıdır. Ahirette elim bir azap beklemektedir zalimleri.
Musibetlere Karşı Tavrımız Nasıl?
Sabırsızız
İsteklerimizin yerine getirilmesinde ve bunu ilettiğimiz taleplerimizde sabırsızız. Yola çıkmada ve yolculukta menzile varmakta sabırsızız. Karar almada ve şartların oluşmasında sabırsızız. Saydığımız ve sayamadığımız benzer maddeler bizi bireysel, ailevi ve toplumsal olarak yaşanan olaylarda/bela ve musibetlerde de sabırsız hale getiriyor.
Aslında musibetlere karşı ilk tavrımız bizim sabrı anlayıp anlamadığımızı net bir şekilde ortaya koyar. Bildiklerimizin ve öğrendiklerimizin amele dönüşme zamanında, bir büyük imtihanı da sabrımızla yaşarız. Herkesin birbirine sürekli sabrı anlattığı yerde, kendimize sabrı maalesef anlatmak istemiyoruz. Başarmamız gereken kendimize sabrı öğretmek olmalıdır. Sabır, ilk anda verdiğimiz tepkidir. Bu hayatı anlamlı kılan unsurlardan bir tanesi de imtihandır ve imtihanı geçebilme de en önemli rol sabırlı olmaktan geçer.
Sabır, musibetlere karşı tahammül ve başarı için azimle yürümektir. Zalimin karşısında ise dimdik durmaktır sabır. Sabır ilmin ve irfanın anahtarı, cennet yolunun yürüyen merdivenidir. Sabrı ortadan kaldıran aceleciliktir. Aceleyi terbiye edecek de yine teenni ve sabırdır.
Abartıyoruz
Toplum olarak sadece bela ve musibetlere karşı değil, yaşadığımız gündelik üzüntü ve sevinçlerde dahi, olması gerekenden daha büyük tepkiler göstererek abartıyı ilke edinir olduk. Mutlulukların paylaşılınca çoğaldığı, hüzünlerin paylaşılınca azaldığı teorisini yanlış okumaya başladık.
Kendi ayağımıza batan diken, bir kente düşen bombadan daha büyük gündem oluşturur oldu bize. Ağzımızdaki biberin acısı, yetimlerin ya da çocuksuz kalan ailelerin acısından daha önemli olmaya başladı.
Abartıyoruz… Abartıyoruz. İmtihan sahasında başımıza gelenleri de verdiğimiz tepkileri de abartıyoruz. Televizyon ve sosyal medya bu alanda da bize maalesef kötülük yapıyor. Tabii bizim istememizle oluyor olanlar. Bu hastalıktan kurtuluş reçetesinde diğergam olmak ve kul olduğumuzun farkına varmak ilk sıralarda yer alıyor.
Ne Yapmalıyız? Nasıl Yapmalıyız?
Bilmeliyiz
Bizi ilgilendirmeyen o kadar çok şey biliyoruz ki, bilmemiz gerekenlere ne zaman ne de fırsat kalıyor. Bela ve musibetlerle ilgili önce ne yapmalı sorusunun cevabı, bilmeli ve idrak etmeliyiz olacaktır. Yukarıda yazmaya gayret ettiğimiz bela ve musibetler neden gelir konusunu tafsilatlı bir şekilde bilmemiz gerekir. Bilelim ki durmamız gereken yerde duralım. Haddi aşmaktan sakınalım.
Kara Geçmeliyiz
Başımıza gelen bela ve musibetleri (kendi elimizle yaptıklarımız dışında) lehimize çevirerek çok büyük kazançlar elde edebiliriz. Özellikle hastalıkları kullanabiliriz. Peygamber efendimiz aleyhisselam hastalıklarla ilgili şöyle buyurdular: “Meyveleri olgunlaşmış bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyorsa; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.” (Buharî, Merdâ: 3, 13, 16; Müslim, Birr: 45) “Ateşin; altın ve gümüşün paslarını giderdiği gibi, bir Müslümanın hastalığı da onun günahlarını giderir.” (İbn Mace, Tıb 18)
Başka bir hadiste ise Allah’ın en çok sevdiği kullarına, en ağır ve şiddetli musibetleri verdiği bildirilmektedir:
“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, I/172, 174)
“Bir kul kendisi için (cennette) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine, malına veya çoluk çocuğuna bir bela verir de bu belaya sabrı sebebiyle o makama eriştirilir.” (Ahmed b. Hanbel, V/272) Sıkıntılara isyan etmeyelim ve dikkat edelim. “Mü’mine gelen her sıkıntı, günahlarına kefaret olur.” (Buhari) “Mü’minin günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir.” (Hakim)
Yükselebiliriz
Bela ve musibetler sadece günahlara kefaret değil bazen de manevi kanat olabilir bizlere. Cennette yüksek derecelere kavuşması için mü’mine musibet gelir. Bunun için peygamberlere çok bela ve musibetler gelmiştir. “En şiddetli bela, peygamberlere, velilere ve benzerlerine gelir.” (Tirmizi)
Allah Teâlâ’nın hayrını murad ettiği kul, belaya maruz kalır.” (Taberani) “Kişi, hep sıhhat ve selamette olsa idi, bu ikisi onun helaki için kâfi gelirdi.” (İbn Asakir) “Dünya, (cennetteki nimetlerin yanında) mü’mine zindandır.” (Müslim)
“Allah’ı ve Resulünü seven, belaya (hazırlıklı olsun) zırh giysin!” (Beyhaki) Demek ki belanın en şiddetlisi, Allah Teâlâ’nın çok sevdiği kimselere geliyor. Belalara sabır, sıddıkların derecesidir. Peygamber Efendimiz aleyhisselam kendisine gelecek musibetlere karşı dayanma gücü vermesi için Allah Teâlâ’ya dua ederdi.
Belki de bize gelen musibetler içerisinde en tehlikelisi ahireti unutacak kadar dünyaya bağlanmaktır. “Dünyada rahat yoktur” şeklindeki nebevi öğretiyi hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Hele büyük aile olarak inandığımız Ümmet-i Muhammed’in dünyanın dört bir yanında inim inim inlediği dönemde şahsi rahatı aramak gafletten başka bir şey değildir. Elbette bir gün huzur bulacağız. Ümmet huzur bulacak, dünyada ya da gerçek huzur diyarında.
Selam ve dua ile…