Tükendi Nakdi Ömrüm Dilimde Bir Ah Kaldı

Tırnaklarına acı oje sürülmüş bir çocuk kötü tattan korktuğu için tırnaklarını yememeye çalışıyor, aile seviniyor, akrabalara müjde veriliyor: “Çocuğumuz tırnak yeme davranışını bıraktı.” Ama içerde bir yerlerde o çocuğa o tırnakları yedirten enerji/sorun olduğu yerde duruyor, kendini gösterecek başka bir yol düşünüyor ve sonunda bir karar veriyor; obezite, saç yolma, sinir krizleri gibi, çünkü asıl sebebe kimse acı oje süremiyor.
Ölesiye sıkılan, acıya tahammülü olmayan, sabredemeyen, iç âlem ile temas etmeyi istemeyen bir medeniyetin çocukları; zamanın hızlandığı hatta uçup gittiği, yerine kısıtlanmamışlık duygusunun geldiği, hakikatten kopup dayanılmaz bir yapay cazibe altında kaldığı sanal âlemi seviyor. Yalnız kalmamak için, kendinden ve düşüncelerinden kaçmak için, rahat/pasif ama aynı zamanda mutlu olmak için, emek vermeden sevmek ve sevilmek için, başkalarının hayallerini/hayatlarını yaşamak için, gerçek hayatta tepki çekeceğinden dolayı ortaya koyamadığı kötü çocuk tarafına müşteri bulmak için, ailesinden ve toplumdan göremediği sahiplenilme/onaylanma duygusunu bulmak için… ya da bunlardan çok başka sebepler için sanal dünya adlı uyuşturucunun dozajını her geçen arttırıyor.
1950’lerde iki psikolog deney farelerinin beynine bir elektrot yerleştirir ve hayvana bir manivela vasıtasıyla belirli bir süre bu bölgeyi uyarma ve dolayısıyla zevk, haz alma imkânı tanınır. Bu sürenin sonunda bazı fareler kendi kendini uyarmakla o kadar meşguldür ki, yemeyi içmeyi unutur ve açlıktan ölür. Erkek fare, dişi fareyi görmezden gelir, dişi fareler emzirdikleri yeni doğmuş fareleri kola basmak için terk eder. Bazı farelerin de 1 gün boyunca diğer her türlü aktiviteyi bırakarak saatte 2000 defadan fazla manivelaya bastıkları olur. Öyle ki açlıktan ölmemeleri için sımsıkı asıldıkları uyarıcı aparattan sökülüp alınmaları gerekir.
Yine guguk kuşları üzerine yapılan bir deneyde, araştırmacılar, kuşların yuvadaki bazı yumurtalarını kaldırıp yerine daha büyük daha parlak yumurtalar koyarlar ve şaşırtıcı bir şekilde kuşlar kendi yumurtalarını bırakıp bu yapay olanlar üzerine kuluçkaya yatarlar.
Neyse ki biz guguk kuşu ya da fare değiliz, yaşatılmak istendiğimiz baloncuğu kendi irademizle patlatıp gerçek dünyaya adım atabiliriz. Kimsenin ağzımıza acı biber, tırnağımıza acı oje sürmesini beklemeden bizi bir şeylere bağımlı yapan sorunumuzla yüzleşip yetişkin gibi davranmaya başlayabiliriz. Yoksa tükenir nakdi ömür, manivelamız her neyse o eskir ve dilimizde de bir ah kalır.
“Kötü ve çirkin olan şeylerle iyi ve güzel olan şeyler mukayese edilemez, kötü şeylerin çoğu hoşuna gitse bile. O halde siz ey selim akıl sahipleri, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki kurtuluşa erişebilesiniz.” (Maide: 100)