KAPAK / Müslüman Şahsiyetin Olmazsa Olmazı: Sorumluluk Duygusu

İnsan ile ilgili yapılan birçok tanım vardır. Bu tanımlar, insanı diğer canlı varlıklardan ve özellikle hayvanlardan ayıran özelliklere vurgu yapar. Düşünebilmek, hissedebilmek, merak etmek vb. özellikler insanın ayırıcı özellikleri olarak öne çıkar. Sorumluluk da insanı diğer tüm canlılardan ayıran bir özellik olarak kabul edilmektedir. Sorumluluk, tercihlerinden dolayı bir bedel ödemek anlamına gelmektedir. İmanın şartlarından olan ahirete imanın temelinde de sorumluluk duygusu yatmaktadır. Yaptıklarından dolayı hem bu dünyada hem de ahirette hesaba çekilecek olması insanoğlunu dizginlemektedir.
Yaptığı ve yapması gerekirken yapmadığı davranışlarından dolayı hesap vereceğini bilen insan, bu özelliği ile toplumsal hayatta yaşamaktadır. Bir vatandaş, bir eş, bir arkadaş, bir komşu, bir ebeveyn vb. olarak insan sahip olduğu sorumlulukları yerine getirdiği sürece sosyal gruplar içinde uyumlu bir şekilde yaşayabilmektedir. İslam dininin insandan beklediği de öncelikle bireysel sorumlulukları olmak üzere ailevi ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirerek yaşamasıdır. Bu sorumlulukların bir kısmı evrensel; bir kısmı kültürel; bir kısmı ise bireyseldir.
Kur’an insanın boş kaldığı anda başka bir işle uğraşmasını (İnşirah, 7) emrederek, sorumluluk alınmadan geçirilecek bir hayatın Müslüman şahsiyete yakışmayacağını vurgulamaktadır. Ancak günümüzde gençler başta olmak üzere Müslümanların çoğunun bu ilahi ilkeyle uyumlu bir şekilde yaşamadığı görülmektedir. Sosyal medya, televizyon, dizi ve filmler, oyunlar ve daha birçok malayani meşguliyet modern insanı esir almış durumdadır. Bu durum Müslümanın sorumluluklarını yerine getirmesine engel olmakta ve yeryüzünde adaletin değil zulmün hâkim olmasına katkıda bulunmaktadır. Bu noktada akla gelen soru ise Müslüman bireyin temel sorumluluklarının neler olduğudur.
Bireyin sahip olduğu sorumluluklar, toplum içinde sahip olduğu rollerle ilişkilidir. Her birey sahip olduğu rollerin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirdiğinde daha yaşanabilir ve adil bir toplumda yaşayabileceğiz. Selahaddin-i Eyyubi ve bir marangozla ilgili aktarılan şu kıssa bu durumu gayet iyi özetlemektedir: Selahaddin henüz genç yaşlarında iken bir marangoz çokça emek sarf ederek dillere destan bir minber yapar. Soranlara ise bu minberi Mescid-i Aksa için hazırladığını söyler. Ancak o yıllarda Mescid-i Aksa İslam yurdu değildir. Marangozun bu cevabı Selahaddin’in de kulağına gider.
Marangozu ziyaret eden Selahaddin, bu duruma şaşırarak minberi neden yaptığını sorar. Marangozun verdiği cevap manidardır ve sorumluluğun aslında nasıl olması gerektiğini bize öğretir. Şöyle cevap verir: ‘Ben bir marangozum. Bana Aksa için minber yapmak düşer. Sen ise bir asker ve komutansın. Sana da Kudüs’ü fethedip bu minberi Mescid-i Aksa’ya yerleştirmek düşer.’ İşte bu cevapla sarsılan Selahaddin, bunu bir vasiyet olarak algılar ve bu ruhla Kudüs’ü fethederek bu minberi Mescid-i Aksa’ya yerleştirir.
Marangoza minberi yaptıran ve Selahaddin’e Kudüs’ü fethettiren ruhun kaynağı onların sahip oldukları sorumluluk bilinciydi. Bugün Müslümanların en çok ihtiyaç duydukları şey böyle bir sorumluluk bilincidir. Bugün her bir Müslümanın bu bilinçle donanması gerekmektedir. Annelerin, babaların, çalışanların, yaşlıların, gençlerin, öğretmenlerin, öğrencilerin, fakirlerin, zenginlerin ve toplumun her kesiminden herkesin kendine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde İslam ümmeti ayağa kalkarak dünyadaki zulmün son bulmasını sağlayabilecektir.
Ancak; modern Batı paradigmasının dayattığı bireyselleşme, bunun önündeki en büyük engel olarak karşımızda durmaktadır. Herkes sanki sadece kendisinden ve ailesinden sorumluymuş gibi yaşayarak dünyanın geri kalanını görmezden gelmektedir. Bu hastalık sadece Batılılarda değil; İslam ümmetinde de sıkça görülmektedir.
Lüks ve rahat düşkünlüğü ve dünya sevgisi hayatlarımıza o kadar çok işlemiş ki en iyi ev eşyalarını, en iyi telefonları, en iyi giysileri kullanmadığımızda kendimizi kötü hissediyoruz; eğlencenin bir ihtiyaç olduğu yanılgısına o kadar çok inanmışız ki haftada bir eğlenmezsek bir eksiklik hissediyoruz. Kısacası bir Batılı gibi yaşamaya o kadar alışmışız ki farklı bir hayatta yaşayabileceğimize ihtimal bile vermiyoruz. Bu durumun sonucu olarak da sorumluluklarımızı unutmuşuz ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışıyoruz. Ancak yarın ölecekmişiz gibi ahiret için çalışmayı ihmal ediyoruz.
Müslüman Bireyin Sorumlulukları
Müslüman bireyin yerine getirmesi gereken sorumlulukların neler olduğu sıralanmak istenirse bu listenin oldukça uzun olacağı kesindir. Ancak bu sorumlulukları genel olarak dört başlık altında toplayabiliriz. Bunlar bireyin kendine karşı, diğer insanlara karşı, evrene karşı ve Allah’a karşı sorumluluklarıdır.
Bireyin kendine karşı sorumlulukları deyince ilk akla gelen vücudumuzun bize Allah’ın bir emaneti olduğu ve bu emanete özenle bakmamız gelmektedir. Helal ve sağlıklı beslenme, vücudu zinde tutma, hastalıklardan korunma vb. yollarla vücudumuzu korumamız gerekmektedir. Ancak; modern beslenme alışkanlıkları, ambalajlı gıdalar vb. ürünleri sıkça tükettiğimizi göz önünde bulundurduğumuzda bu emanete yeterince dikkatli bakmadığımız ortaya çıkmaktadır. Müslüman birey, vücuduna karşı sorumluluklarını bilmeli ve bunları yerine getirebilmek için elinden geleni yapmalıdır.
Bireyin kendine karşı olan bir diğer sorumluluğu ise ruh sağlığını korumaktır. Depresyonun 21. yüzyılın hastalığı olduğu dikkate alındığında ruhsal hastalıkların ne kadar yaygın olduğu ortaya çıkmaktadır. Müslüman, kişiliğini ve sosyal ilişki ağlarını güçlendirerek ruhsal hastalıklardan korunmalıdır.
İnsanın sosyal bir varlık olduğu gerçeği, onun diğer insanlara karşı sahip olduğu sorumlulukların oldukça fazla olduğuna işaret etmektedir. En yakın sosyal ağımız olan ailemiz başta olmak üzere tüm insanlığa karşı sorumluluklarımız olduğu bilincinde olmalıyız. Ailemize, mahalle-apartman sakinlerine, hemşerilerimize, yurttaşlarımıza, Ümmet’e ve insanlığa karşı sorumluluklarımız en dar daireden (aile) en genişe (insanlık) doğru bir seyir izlemektedir.
Aile içindeki sorumluluklarımızı ailedeki rolümüz belirlemektedir. Bir anne, bir baba veya bir çocuk olarak sahip olduğumuz sorumlulukları yerine getirmemiz, ailenin huzuru ve devamı için elzemdir. Yuvayı dişi kuşun inşa ettiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, annenin fonksiyonunun ve sorumluluklarını yerine getirmesinin ne kadar önemli olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Kadın hem bir anne hem de bir eş olarak ailede en çok sorumluluk alan kişidir.
Bireyin evrene ve doğaya karşı olan sorumluluklarına bakıldığında ise yaşadığı çevreyi doğal haliyle koruması ve temiz tutması ön plana çıkmaktadır. Yapılaşmanın oldukça yaygınlaştığı çağımızda Müslüman birey, bu durumun sakıncalarını yüksek sesle dile getirmelidir. Ona düşen bir diğer görev ise yakın çevresi başta olmak üzere tüm dünyanın temiz bir şekilde gelecek nesillere bırakılmasını sağlamaktır. Kur’an-ı Kerim’de sert bir şekilde azarlanan bir davranış olan israf da Müslümanın kaçınması gereken bir özelliktir.
Müslüman şahsiyetin bir diğer sorumluluk alanı ise kendisini yaratan Rabbine karşı sorumluluklarıdır. Aslında diğer üç başlık altında sıralanan sorumluluklar da Allah’ın emrettiği veya tavsiye ettiği konulardır. Ancak burada anacağımız sorumluluk alanları doğrudan Allah’a karşı olan durumları içermektedir. İnsanın, kendisini yaratan Allah’a karşı yerine getirmesi gereken ilk ve en önemli sorumluluğu O’na şirk koşmamasıdır. İnsanı ve kâinatı yaratanın Allah olduğu bilinci ile yaşamak ve hem dünyevi işlerde hem de ahiretle ilgili durumlarda tek karar verici olarak Allah’ı görmek insanoğlunun en önemli sorumluluğudur. Bu sorumluluğun bir yansıması olarak Allah’ın istediği şekilde bir hayat sürmek ve O’na ibadet etmek de Müslüman bireyin temel görevlerindendir.
Kur’an ve sünnet ile inşa olmuş bir hayat, sorumluluk bilinci ile yaşanan bir hayat ile mümkündür. Ancak bu şekilde dünyada adil bir düzen kurulabilir ve iki dünya saadeti elde edilebilir.