KAPAK DOSYASI / Akıl’ın Tanımı ve Mahiyeti

KAPAK DOSYASI / Akıl’ın Tanımı ve Mahiyeti

‘Akl’ sözlükte, mastar olarak; engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamlara gelmektedir. ‘Akl’ isim olarak; akıl, idrak, diyet, muhakeme yeteneği, kavrayış, zekâ demektir. Akıl; bilgi edinmeye yarayan güç, bu güç ile elde edilen bilgidir. Bu bir anlamda düşünme, kavrama, anlama ve bilgiye ulaşma yeteneğidir. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, helali haramdan, sevabı günahtan, faydalıyı zararlıdan ayırt etme melekesidir.

İslâm’da Aklın Önemi ve Değeri

Bütün İslâm âlimleri aklı, insanın dinin emir ve yasaklarıyla sorumlu tutulmasının temel şartı olarak söylemişler, akıldan yoksun olanlara hiçbir sorumluluğun yüklenemeyeceği görüşünde birleşmişlerdir. Mesela; namaz, oruç, zekât, hacc gibi ibadetleri yerine getirebilmenin ilk şartı âkil-bâliğ olmak, yani deli olmamak ve ergen olmaktır. Ayrıca zamanının en akıllısı olmayı (fetânet) peygamberlerin temel vasıflarından kabul etmişlerdir. İslâm âlimleri, imandan sonra en büyük nimet olarak gördükleri akla, dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmaya vesile olması dolayısıyla büyük değer vermişlerdir.

Akıl Bir Emanettir

İnsanı diğer varlıklardan ayırt eden en önemli faktör düşünebilme, ders çıkarabilme ve ibret alma yeteneği olan akla sahip olmasıdır. “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 72)

Emanet, ilk bakışta insandan daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Bu ağırlık ve önemdeki emaneti insan yüklenmiştir. İnsan şuursuz ve cahil olmamalı, kimliğinin, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin farkında olmalıdır; bu konulardaki bilgisizlik büyük bir cehalettir. Taşıdığı emanetin hakkını yerine getirmeye de gayret etmelidir, onun hakkını yerine getirmemek büyük bir zulümdür.

Aklın görevi; araştırma, düşünme ve gerçeği bulmadır. Araştırmayan, düşünmeyen akıl, görevini yerine getirmemiş akıldır ki, sahibini hayvandan daha aşağı duruma sürükler. Akıl çalışmayınca görevini yerine getiremez ve sahibini taklit bataklığına düşürür. Taklit ise, araştırma ve düşünmenin baş düşmanıdır. Allah, kitabında taklidi, donukluğu kınarken; araştırıcı aklı övmektedir. İslam taklitçiliğe karşı çıkmıştır. Çünkü taklitçilik, Allah’ın insana en büyük nimetlerinden olan aklı kullanmamak, başkalarına körü körüne uymaktır.

İslâm akla bu kadar önem verirken, onu hiç bir zaman son karar yeri, bilginin, fayda ve zararın son hakemi yapmamıştır. İslâmi hükümlerin hikmetini ve faydalarını akıl anlar ama onların sebebini, niçin emredildiklerini tam bilemez. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna akıl bir noktaya kadar cevap verebilir. Mutlak doğruyu, mutlak faydayı ve eşyadaki nihai amacı akıl bilemez. Yani akıl her konuda son hakem değildir. Yukarıda geçtiği gibi, insana doğru yolu gösterecek akıl en büyük kazançtır. Ancak sahibini şirkten ve inkârdan; ölümden sonra da ateşten kurtaramayan akıl, iyi çalışan bir akıl değildir.

İyi ve kötünün tanımında Ehli Sünnet ile Mutezile (aklı üstün tutanlar) arasında görüş ayrılığı vardır. Ehli Sünnet; “vahyin iyi gördüğü şeyler iyi, kötü gördüğü şeyler ise kötüdür.” derken Mutezileye göre ise; “aklın iyi gördüğü şeyler iyi, kötü gördüğü şeyler kötüdür” diyerek aklı vahyin önüne geçirir.

Akla nakil, yani Kur’an ve vahyin açıklaması olan Sünnet yön verirse isabetli karar alır. İslâm, aklı son hakem sayan bütün pozitivist düşünceleri ve felsefeleri reddeder. Hevânın (aşırı isteklerin) güdümündeki akıllar doğru hükme, hikmete ve hidayete ulaşamazlar. Ancak vahyin çizdiği çerçeve içerisinde kalarak ulaşılabilir. Hz. Ali der ki; “İslam akılcı bir din olsaydı meshin ayağın üstüne değil altına yapılmasını daha akıllıca bulurdum” der.

Kur’an-ı Kerim’e Göre Akılın Önemi

Kur’an-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü davranışlarına anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında sorumluluk altına girmesini sağlayan şey aklıdır. Din, akıllılara gönderilmiştir. Kur’an’da akıl kelimesi kırk dokuz yerde ve hep fiil şeklinde geçmektedir. Bu ayetlerde genellikle akletmenin, yani aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmaktadır. Kur’an’a göre akıl “bilgi edinmeye yarayan bir güç” ve “bu güç ile elde edilen bilgi” şeklinde tarif edilmiştir. Dinin sorumluluk yüklediği akıl, birinci anlamdaki akıldır.

Kur’an; Aklını kullanmayanları Müslüman kabul etmediği gibi insan olarak bile görmez. Bazıları, bu akıl gücünü ve yeteneğini kullanmazlar. Özellikle, evrendeki yaratıklara bakıp, Yaratıcıyı idrâk etmezler. Ya da O’nun huzurundaki konumlarını, insan olarak durumlarını düşünmezler, akıllarını kullanıp kendilerine faydalı olacak ve onları kurtaracak işleri yapmazlar. Kur’an bu tipleri şu örnekle anlatıyor: “(Hidâyet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar, sağırdır, dilsizdir, kördür; bundan dolayı akıl erdirmezler, düşünmezler.” (Bakara: 2/171)

“Gerçek şu ki, Allah katında, yerde hareket edenlerin en şerlisi (kötüsü) akıl erdirmez sağırlar ve dilsizler (düşünmeyen, hakkı duyup söylemeyenler)dir.” (Enfâl, 8/22)

Akıl, eşyadaki düzeni anlama gücüne sahip olduğu gibi, ilâhî gerçekleri de anlama, sezme, onların üzerinde düşünüp yorum yapma, onların hikmetini idrâk etme gücüne de sahiptir. Zaten aklın birinci görevi de budur.

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü gemilerin denizde yüzmesinde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde, aklını kullanan bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok ayet/delil vardır.” (Bakara, 2/164)

“… İlimde ileri gidenler; biz ona inandık, hepsi de Rabbimizin katındandır derler. Bunu ise ancak aklını isabetle kullanabilenler akıl edip düşünebilir.” (Âl-i İmran, 3/7)

“Akıllı kimse, nefsini kontrol altına alıp ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan, âciz insan da nefsinin hevâsına (istek ve tutkularına) uyup da Allah’tan (olmayacak şeyleri) temenni eden kimsedir.” (İbn Mâce, Zühd 31, Hadis no: 4260, 2/1423; Tirmizî, Kıyâmet 25)

Kur’an-ı Kerim’e Göre Aklın Hataları

Akıl yürütmenin, düşüncelerin insanı yanılttığı da olur. Bu herkes için geçerlidir. İnsanın his ve duyu organları da hata yapabilir. Meselâ, fenle, psikoloji ile ilgili eserlerde görme duyusu için bir sürü hata sayılır. Akla gelince, çoğu zaman insan, deliller getirerek bir sonuca vardığı halde, bir anda delillerin tamamen yanlış olduğunu görür. Bu gerçeğe rağmen, safsatacıların dışında hiçbir düşünür, hiçbir akıllı, yanılma payından dolayı aklı terk etmeyi tavsiye etmeye kalkmamıştır. Ama hataların neyle ve nasıl düzeltileceği konusunda da ittifak edemediklerini görmekteyiz.

1- Kur’an-ı Kerim, aklın hataları için birçok kaynak zikretmiştir. Bunlardan birisi, insanın, yakîn yerine zanna itibar etmesidir. Yakîn; şüpheden kurtulmuş, doğru, sağlam ve kesin bilgi, doğru ve kuvvetle bilme demektir. Zan ise, sanma, tahmin etme, ihtimale göre hükmetme, şüphe ve tereddüt demektir. Yani, doğruluğu kesin olarak bilinmeyen bir şeyi doğru saymak, acele ve peşin yargılara saplanmak, kalabalıklara ve geleneklere/ataların yoluna körü körüne uymak aklı saptıran zan yollarıdır.

“Onların (müşriklerin) çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz.” (Yûnus: 10/36)

“Eğer yeryüzünde bulunan insanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz ve ancak yalan konuşurlar.” (En’am, 6/116)

Ve şöyle emredilir: “Hakkında bilgi sahibi olmadığın (hakikatine varamadığın) şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ, 17/36)

2- Aklı ve düşünceyi çeldirip fikirde hataya sebep olan ikinci mesele taklittir. Bu, özellikle toplumsal meselelerde söz konusu olan bir şeydir. Çoğu insan, kalabalıklara uyar ve toplumun inandığı şeye inanır, birlikte yaşadığı kimseler veya geçmiş nesiller neyi kabullenmişse, onlar da aynısına hiçbir delil ve mantık aramadan uyarlar. Kur’an, geçmişlere (soya, atalara) tâbi olmayı akla ters düşen bir husus olarak zikreder: “Onlara (müşriklere): ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği zaman onlar ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış (şuursuz), doğruyu da bulamamış idiyseler? (Onların şuursuzluğunu devam mı ettireceksiniz?)” (Bakara, 2/170)

3- İnsanın aklını çelip hataya sürükleyen önemli sebeplerden biri de Kur’an’a göre hevâ hevese ve nefsânî isteklere uyup garaz üzerinden meselelere bakmaktır. “Hevesler geldi mi, gönül kararır; perdeler çekilip gözler kapanır.” İnsan, hevâ ve heveslerinden arınmadığı müddetçe doğru düşünemez. “Bu putlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” (Necm, 53/23)

4- Akıl gayba ait meselelerde mutlak gerçeğe ulaşamaz. Zaten Allah Teâlâ insana böyle bir görev ve sorumluluk da yüklememiştir. İnsan meraklı bir varlık olduğu için ölüm ve ötesi ile ilgili de yorum yapar. İster ölüm ve ötesi ile ilgili, isterse gaybla ilgili gereken tüm bilgiler vahiyle bildirilir; akla düşen şey ise vahyi tasdik edip imanın kalpte kökleşmesine katkıda bulunmaktır. Gayb ile ilgili meselelerde yapılan akıl yürütmelerin hiçbiri kesin doğrudur denemez.

Akıl iki şekilde kullanılabilir. Bu kullanımlardan biri insanı dünya ve âhiret saadetine götürürken; diğeri hüsranda bırakır. Eğer insan aklını her şeyden üstün görür, tek ölçü ve tek hâkim kabul ederse, bu düşünce onu küfre, dalâlete ve sapıklığa götürür. Aklın bu tür kullanımı, Kur’an’a göre aklı kullanmamaktır, akılsızlıktır. Fakat aklını usulüne göre ve Kur’an’ın ruhuna uygun bir şekilde kullanır ve bu nimetin farkına varırsa, o zaman akıl, sahibini hakikati keşfetmeye, dünya ve âhiret saadetine iletir.

Hulasa;

Akıl çok büyük bir nimettir; kullanılırsa.

Akıl çok büyük bir felakettir; kullanılmazsa.

Akılsız varlıkların hiçbirisinin, hayvanların, hatta domuzun bile cehennem riski yokken aklı olup da onu kullanmayan insanlar kendisini cehennemden kurtaramayacaklardır. Kıyamet günü toprak olan hayvanlara imrenip “Keşke bende toprak olanlardan olsaydım” diyecektir. Mülk suresi 10. ayette Rabbimiz “Ve ‘Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık’ diye ilâve ederler.” buyurarak bu hakikate dikkat çeker.

AĞAÇ                      İSLAM

GÖVDE                    İMAN

DALLAR                   İBADETLER

MEYVE                     GÜZEL AHLAK

KÖK                          AKIL

TOPRAK                   VAHİY

Bu tablo aslında çok şey anlatıyor bizlere. Bir ağaç için kök ne anlam ifade ediyorsa İslam’da da akıl o mesabededir. Aynı şekilde bir ağaç için toprak ne anlam ifade ediyorsa; vahiy de o anlama gelmektedir. Kök topraktan beslenmezse ağaç ne hale gelir ise; akılda vahiyden beslenmezse o hale gelir. Akıl daima vahiyden beslenerek eğitilmelidir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.