Değişim-Dönüşüm-Gelişim / Kalıcı ve Köklü Değişim

Değişim-Dönüşüm-Gelişim / Kalıcı ve Köklü Değişim

*Konya İl Müftüsü

 

İnsan değişen, değişebilen, değişme eyiliminde olan bir varlıktır. Bu özellik onun yaratılışında vardır.

“And olsun biz insanı pişmemiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan (hamein mesnûn) yarattık.”[1] Ayette geçen ‘Hame’ değişken demektir.[2] Bu ifade değişimin insanın özünde olduğunu gösterir ve insanın ruh ve bedenden müteşekkil olduğu düşünülürse değişim hem fizikî hem manevîdir.

Evet, insanın yaratılış aşamalarında bu değişim açıkça görülür. Ana rahmindeki aşamalar sürekli değişim ve gelişim halindedir. Bir damla su, kan, et parçası ve insan bedeni. Dünyaya gelen insanoğlu, bu fiziksel değişim ve gelişimini doğduktan sonra da sürdürür. Bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık. İnsanın manevî değişimi de olumlu ve olumsuz olarak devam eder durur. Eşref-i mahlûkât ile Esfel-i sâfilîn/zirve ile çukur arasında gidip gelen bir değişimdir bu. Dinin hedefi, insanın bu değişim ve gelişimini olumlu çizgide tutarak onu varlıkların en şerefli zirvesine taşımaktır.

Değişimi bireysel ve toplumsal değişim olarak da iki başlıkta inceleyebiliriz:

1. Bireysel Değişim

İnsan değişen bir varlık ki onu değiştirip geliştirmek için peygamberler gönderilmiş, kitaplar indirilmiş, kâinat ayetlerle donatılmıştır. Bunun için değişimi kabul etmek, değişime inanmak ve değişim için gerekenleri yapmak gerekir.

Değişime direnmek mümkün değildir. Direnme yerine, değişimi olumlu hale dönüştürmek gerekir.

Peygamberimiz, fıtrattan kopmuş, yabancılaşmış insanları yeniden ele almış, onları değiştirmiş ve geliştirmiştir. İslam öncesi ateş çukurunun kenarında, uçuruma yuvarlanmak üzere olan insanlar İslam’ın gelişi ile Saadet Çağının altın nesli olmuştur. “Birbirinize düşmanlardınız, Allah kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.”[3]

Şeytan insanı aslından koparıp fıtratına yabancılaşmasına yönelik bir değişim için çırpımaktadır: “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allâh’ın yaratışını değiştirecekler!”[4]

Ata düşmanımız şeytan, fıtrata ters bir değişim koşturmacası içerisinde çalışırken, insanın buna karşı direnmesi ve insanları fıtrat üzerinde tutup bu olumsuz değişimden koruması, değişenleri tekrar aslına döndürmesi gerekmez mi?

Rabbimiz buyuruyor: “Sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak dosdoğru dine çevir: Allah’ın yaratma yasasına (uygun olan dine dön) ki O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[5]

Bir kudsi hadiste şöyle buyurulmuştur: Doğrusu Ben, kullarımı hanif din üzere yarattım. Sonra şeytan gelip onları dinlerinden çevirmiş, Benim helal kıldığım şeyleri onlara haram kılmıştır.[6] Yine meşhur bir hadisimiz şöyledir: “Her doğan fıtrat üzere doğar, sonra onu anası-babası ya yahudi yapar ya hristiyan, ya ateşperest yapar ya da olduğu hal üzere kalır.”[7]

O halde özümüzde var olan hakka/hayra meyil ve yatkınlık ruhunu muhafaza etmek, onu geliştirmek ve o ruhun neşvü nema bulmasını sağlamak için çalışmalıyız. Bunun için Kur’ân-ı Kerîm ve Kâinat kitabından sayısız ayetlerle özümüzdeki bu ruhu uyandırmalı ve yaşatmalıyız. Ruhların gıdası vahiydir. Vahiyle beslenen ruhlar diri kalır, serpilir ve gelişir. Peygamberimize Kur’ân’ın yirmi üç senede peyderpey inmesi tesadüf değildir. İslam fıtratı üzere doğan çocuklarımızı bu fıtrat üzere tutmak ve bu çizgide gelişimlerini sağlamak için gayret etmeliyiz. İman üzere olanlar olarak da istikamet kalitemizi artırmak için çaba sarf etmeliyiz. Sahabenin hayatını anlatan kaynaklarımızda şu cümle dikkatimizi çeker: “Müslüman oldu ve müslümanlığını güzelleştirdi. (Esleme fe ahsene islâmehû)” Yani müslüman oldu, ama yerinde saymadı, müslümanlığını geliştirdi. İki günü müsavi olmadı, hep daha iyiye ve daha güzele doğru ilerledi.

Öte yandan şu veya bu sebeple fıtrattan kopmuş, fıtrata yabancılaşmış münafık ve münkirleri, yeniden asıllarıyla buluşturmak için çalışmalıyız. Onları gurbetten sılaya, firkatten vuslata çevirmek için uğraşmalıyız. Unutmayalım ki nifâk ve inkâr konusunda hangi aşamada olursa olsun, hayatta olduğu sürece her insan müslümanlığa adaydır. Nitekim Peygamberlerin tevhid mücadelesinde nice kartlaşmış insanların ahir ömürlerinde, nifak ve inkârın en ileri derekelerinde iken İslam ile müşerref olduğuna tanıklık etmekteyiz. Müslüman olanların daha iyi müslüman olmaları için gayret sarf ettiğimiz gibi, müslüman olmayanların da müslüman olması için koşturmalıyız. Zira eni gökler ve yer kadar geniş olan cennette herkese yer vardır.

Asıl ve öncelikli olan içten dışa doğru değişimdir. Kalbin, beynin, söylem ve eylemin değişimi. Bunlar birbirini destekler, tamamlar. Değişimde tedricilik yöntemi esastır.

Kalplerin tevhidi olmadan, bedenlerin tevhidi olmaz. Kalplerin tevhidi gerçekleşmeden, düşünce dünyasında tevhid olmaz, ikisi olmadan amellerin tevhidi gerçekleşmez. Tevhid-i kulûb olmadan tevhid-i ekvâl ve tevhid-i efâl olmaz. İslam bilinçli müslüman ister. “Artık helak olan, apaçık belge üzere helak olsun, yaşayan da apaçık belge üzere yaşasın!”[8] İnsanın söylem dünyası, iç dünyanın aynasıdır. Eylemler ise için dışa yansımasıdır. İnandığını söylediği halde, kendilerinden İslam dışı söylem ve eylemler sadır olan kişilerde sağlam bir imanî alt yapı yok demektir. Onlar ya bütünüyle iman zafiyeti içerisindedirler, ya bilgi eksikliği içerisindedirler, ya da yanlış yaptıkları konularda zaaf yaşamaktadırlar. “Allah kötülüğü cehaletle/bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır.”[9]

2. Toplumsal Değişim

Bireylerin değişimi gerçekleştikten sonra toplumsal değişim gerçekleşecektir. Zira bireyler toplumları oluşturan temellerdir. Toplumsal değişim ile ilgili ilahî yasa ayetlerde şöyle açıklanır: “Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez. Allah işitendir, bilendir.”[10] Şair bu ilahî gerçeği şöyle terennüm eder: “Bilmez misin ki, katî düsturdr bu Hak’ca / Bir kavmi bozmaz Allah, onlar bozulmayınca.”[11]

“O insanın önünden ve arkasından izleyen melekler vardır, onu Allah'ın emrinden korurlar. Bir milet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allâh onların durumlarını değiştirmez. Allah da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O’ndan başka koruyucuları da yoktur.”[12]

“Bu, Allah’ın ötedenberi süregelen yasasadır: Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın.”[13]

“Benim huzûrumda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”[14]

Allah’ın yasası değişmeyeceğine göre fert ve toplum olarak biz değişmeli ve değiştirmeliyiz. Toplumun bu değişimi tabandan tavana doğru bir değişim mi olacak yoksa tavandan tabana mı olacaktır? Yani önce toplumu oluşturan alt seviyedeki insanlar değişecek, sonra üst seviyede olan yöneticiler mi değişecek; yoksa yöneticiler tabanda olanları mı değiştirecektir? Peygamberlerin tevhid mücadelesine baktığımızda genel olarak bunun tabandan tavana yönelik bir değişim olduğunu görürüz. Hepsine selam olsun, peygamberler, bireyi değiştirmekle işe başlamışlardır. Onun için onlara, ilk iman edenler toplumun nezdinde küçük görülen fakir, genç, makam mevkisi olmayan kimseler olmuştur. Elbette bunun istisnaları da vardır.

Öte yandan Kur’ân, Hz. Süleyman, Hz.Davûd, Hz. Zülkarneyn gibi sultan davetçileri de anlatır. Peygamberimizin Medine döneminde, dünyanın dört bir yanında bulunan devlet başkanlarına davet mektupları göndermesi de dikkat çekicidir. Zira yöneticinin müslüman olması, tebasının da müslüman olmasını sağlayacaktır. Elbette yöneticilerin toplumun değişmesinde önemli etki ve katkıları vardır. “İnsanlar yöneticilerin dini/yolu üzeredirler.” Ancak tepeden inme değişimlerin toplumda kalıcı ve uzun süreli olmadığı da bir vakıadır. Elbette inançlı ve adaletli makam mansıp sahipleri, sahip oldukları maddî ve manevî imkanları insanların ıslahı için kullanmalıdırlar. Ancak asıl olan davetçilerin, insanların ıslahı için koşturmalarıdır. Toplumu bir üçgene/piramite benzetirsek, üçgenin tabanı üzerinde durması daha kolay ve daha kalıcıdır. Üçgenin tepesi üzere uzun süre durması mümkün değildir.

Değişim sürecince toplumun rolünü çok iyi kavramış olan Hz. Musa, kendisi Tûr dağında iken putçu Sâmiri’nin peşine düşerek putçuluğa dönen kavminin bu sapıklığını görünce, kızgın bir biçimde şu sözleriyle önce kavmine çıkışmıştır: “… Ey Kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Üzerinize çok zaman mı geçti? Yoksa üstünüze Rabbimizden gazap mı inmesini istediniz de bana olan vadinizden döndünüz?”[15]

Hz. Musa’nın bu sert çıkışı üzerine kavmi  savunmaya geçerek suçu Sâmirî’nin üzerine atıverdiler.[16] Daha sonra Hz. Musa kavminin başına lider bırakıp gittiği Hz. Harun’a çıkıştı ve O’nu sorguladı.[17] Son olarak ise kavmini saptıran Sâmirî’ye yönelerek onu sorguladı ve onu Allah’ın azabıyla tehdit etti.[18]

Bu Kur’an’î anlatımdan hareket eden müfessirler, sapan bir toplumdan ilk sorumlunun toplumun kendisi, daha sonra sapıklığa engel olmayan lider, sonra da o toplumu sapıtan kimse veya grup olduğunu söylemişlerdir.[19] Bu sorumluluk sıralaması sadece olumsuz değişimlerde değil, olumlu değişimlerde de söz konusudur. Bir toplumun sapmasında olduğu gibi salâhında / düzelmesinde de ilk sorumluluk toplumun kendisindedir. Daha sonra toplumun öne çıkaracağı liderler ve onlara akıl veren fikir babaları sırasıyla sorumluluğu üstlenirler.

Islah etmek için önce muslih olmak gerekir. Onun için “Muslih ol ki ıslah edesin, mürşid ol ki irşad edesin, münevver ol ki aydınlatasın” denilmiştir. Kendini kurtaramayan, başkalarını kurtaramaz.

Özetle söylemek gerekirse toplumsal değişim için bireylerin değişimi şarttır. Bireyin değişimi ise kalp eğitimi ile gönüllerin değişimi, beyinlerin eğitimi ile düşünce dünyasının değişimi, bu ikisi ile birlikte de söylem ve eylem dünyasının değişimi ile  gerçekleşecektir.

 


[1] Hicr 26, 28, 33.

[2] Zemahşerî, Keşşâf, s, 560.

[3] Âl-i İmran, 103.

[4] Nisa, 119.

[5] Rûm, 30.

[6] İbn Kesir, Tefsîr, I, 556.

[7] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 182; İbn Kesir, Tefsîr, II, 261, 440; IV, 432.

[8] Enfâl, 42.

[9] Nisâ, 17.

[10] Enfal, 53.

[11] Mahir İz, Yılların İzi, s, 258. (Tahir Olgun)

[12] Ra’d, 11.

[13] İsra, 77; Ahzab, 62; Fatır, 43; Fetih, 23.

[14] Kaf, 29.

[15] Tâhâ, 87

[16] Tâhâ, 87

[17] Bkz. Tâhâ, 92-93

[18] Bkz. Tâhâ, 95-97

[19] Bkz. Kutub Seyyid, Fîzilâl, 10, 69

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.