Tohumluk Şahmanın Çavdarı Az Olmalıdır

Allah bilir ve görür ki; makalemi kaleme aldığım günlerde yüksek gerilim hattından 13 Anadolu kartalı Cennet-i Me’va’ya uçmuştur. Cennetü’l-Me’va, Allah yolunda şehit olan mü’min kulların barınağıdır. Cennet ve Cehennem el’an var olduğuna göre; bu Esedullah’ın şimdilerde Darü’l-Huld, Darü’s-Selam, Dârü’l-Mukame, El-Makamü’l-Emin’de Rablerine bakan gözleri yeşile doymuş ve kalpleri nur ile dolmuştur. Aziz ruhları; altlarından ırmaklar akan Adin, Firdevs, Naim cennetlerini dolaşıyordur. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan, O’na saygı gösterenler içindir. Ruhları şad olsun. Rabbim bizi şühedaya komşu eylesin.
Muttakîlere vaat olunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Vakıa suresinde beyan edildiğine göre; cennet Ehli, cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedir, karşılıklı olarak oturup yaslanırlar. Çevrelerinde, (hizmet için) ölümsüz gençler dolaşır; Maîn çeşmesinden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle. Bu şaraptan ne başları ağrıtılır ne de akılları giderilir. (Onlara) beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri, saklı inciler gibi iri gözlü huriler, yaptıklarına karşılık olarak (verilir). Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler. Söylenen, yalnızca ‘selâm, selâm’dır. Düzgün kiraz ağacı, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, uzamış gölgeler, çağlayarak akan sular, tükenmeyen ve yasaklanmayan, sayısız meyveler içindedirler. Ve kabartılmış döşekler üstündedirler.
Yeşil ve tonlarını görmeyen göz, görme zevkinden mahrumdur. Aklıma hep görme engelli kardeşlerim gelir. Meğer ne büyük bir nimet üzerindeyiz elhamdülillah. Yeşilin resmi adresi olan cennet; bağ, bahçe, bostan, gül, gülşen, gülistan ve varlığı gizem dolu bir hayattır. Cennet, dini inanışlara göre mü’minlerin, dünyada iyi işler yapmış kimselerin öldükten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacakları yerdir. Cennetin nimetleri genelde huri ve meleği, köşkü ve mekânı, bağı ve bahçesi, kevseri ve şarabı, gülü ve gülistanı, havası ve suyu, yeşili ve ağacı, meyve ve yiyeceği, ğılmanı ve vildanı, kuşu ve balığı olarak bilinir. Ancak; özelde cennet nimetlerinin en büyüğü, Cemalullah’tır. Yani; mü’minlerin cennette Allah’ın yüzünü bizatihi müşahede etmesidir. Aşık Yunus, Rabbine beslediği ilahi aşkı hasbi olarak şöyle terennüm etmiştir: “Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver sen onu, bana seni gerek seni.”
Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy da vatan sevgisini: “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?” sorusuyla kaçınılmaz bir duygu olarak ifade etmiştir. “Allah cennet mekân eylesin, maşallah yüzünü gören cennetlik, delilsiz cennete bile gidilmez” ifadeleri günlük yaşantımızda sıkça kullanılan deyimlerdir. Müslümanlar kız çocuklarına güzelliklerini ifade etmek için Cennet, erkek çocuklarına da sevinç ve neşe dolu olduklarını beyan için Behcet isimlerini vermiştir. Ne yazık ki; bir zamanlar Behice, Boran olup esmiş ve kendinden geçmiş, Behcet de Nacak olup parçalayıp geçmiştir. Hafazanallah!..
Tilkinin üzümü koruktur.
Cennet-i Firdevs’in bir özelliği çekirdekli ve çekirdeksiz üzüm bağları ile meşhur olmasıdır. Derviş Yunus’un diliyle: “Salınır Tuba dalları / Kur’an okur hem dilleri / Cennet bağının gülleri / Kokar Allah deyu deyu.” Bağda izi olmayanın üzüm yemede yüzü olmaz. Ne dağda bağım var, ne çakaldan davam, üzümünü ye bağını sorma diyemezsiniz. Bağ budanmadan, filizi alınıp çapalamadan bozulmaz. Üzüm kütükte, kalemde ve filizde değil toprağın derinliklerinde gizlenen Kudret-i İlahi’dedir. Bu sırra kadem basamayan bir kişi bağ budayamaz, filiz alamaz, pekmez yiyemez. Kişiye bağ babasından, zeytinlik dedesinden kalır.
İyi de malı çoban alıp bağa, kurt alıp dağa giderse hırsıza bağ bekletilir mi? Dağdan gelip bağdakini kovmak reva mıdır? Tilkinin ulaşamadığı üzüme koruk demesi doğru mudur? Destursuz bağa giren canavara burnundan gelinceye kadar üzümü ve akabinde bir ton sopa yemeyi tilki öğretmiştir.
Her neyse bağdan bahçeye uzanalım. Meyve bahçesi Hadika ve gönül bahçesi Hadice’den Netice’ye varalım. Osmaniye’nin Bahçe’sine giden pişmaniyeyi neylesin. Asma, bağ ile bahçe yan yanadır zaten. Farsça bir kelime olan Bağçe içinde sebze, meyve, çiçek ve ağaç yetiştirilen yerdir. Bahçe küçük ise seki veya çevliktir. İçinde kavun, karpuz yetişen sebze bahçesine bostan denir. Akdeniz bölgesi halkı salatalığa, İç Anadolu insanı karpuza bostan der. Portakal, limon, elma, kiraz, vişne ağaçlarından oluşan bahçeler meyve bahçeleridir. Çiçek ve gül bahçelerinin öteki adı botanik bahçesidir. Aile, çocuk, çay ve hayvanat bahçeleri vardır. Nedim’in diline doladığı: “Ömür bahçesinin gülü solmadan / Uyan gel gözlerim gafletten uyan” mısralarındaki bahçe daha başkadır.
O halde bahçe katından çıkalım. Hıtta!.. Domates, biber, patlıcan diyelim. Acur, nohut, fasulye, maydanoz, bakla yiyelim. Soğan, sarımsak ezelim. Yatıya kalanlara kavun karpuz keselim. Torun oğlumuzdan gelmiş ise oğul balı diye, kızımızdan gelmiş ise bahçe gülü diye, arka bahçenin kaktüslerini de, on karış bostan yan gel oğlum Osman diyerek sevelim. “Okunur dilde destanın, açılır bağı bostanın / Sen baktığın gülistanın gülleri solmaz Allah’ım” diyerek ilahiler söyleyelim. Bahçede gezinti yaparken Somuncu Baba’nın ekmeği arasına sardığımız yeşillikleri götürürken: “Bizim gülşendeki güller, dururlar taze solmazlar / Hazan olup dökülmezler, bize zemistan-ü bahar olmaz.” diyerek Allah’a hamd-ü senalar edelim.
Rahmetli dedelerimizin sık sık tekrar ettikleri: “Hani Ali hani Osman? Onlar oldu hepsi yeksan / Çorak yere ekme bostan / Elin boşa çıkar bir gün.” sözlerini hatırlayalım. Bahçe makası ile biçtiğimiz kekik ve naneyi koklayalım.
Bostan’ı Gülistan’da yemek asıldır.
Bostan gök iken pazarlık yapılmayacağını, bostana dadanan eşeğin kuyruğunun uzamayacağını ve kulağının olmayacağını, dünyada tasasız başın bostan korkuluğunda olsa da bostan korkuluğunun bostan bekçisinin yerini tutmayacağını çocuklarımıza yaz kurslarında öğretelim. Izgarayı, tavayı, şişi bırakalım gençlere ara sıra bostan kebabı yedirelim. Dalalım Gül bahçesine. Okuyalım Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ını. Gönlümüz rahat olsun. Ömrümüz huzurla dolsun. Kalbimize sekinet versin. Zenginlik kapımıza gelsin.
Bir gün benim gibi lafazan bir dervişi: “Sultanım, bu gece Gülistan’da sabahladım, hazine buldum. Oradan birçok mücevher topladım. Her biriyle de ayrı ayrı güller derdim. Bunları dostlarla da paylaşacağım.” der. Şeyh Sadi Şirazi de ona “Söylemek için zamanı müsait görmedikçe söyleme; çünkü hem kadrin kıymetin zail olur hem de sözün güme gider. Eğer ahalinin bahçesinden padişah bir elma yerse, uşakları ağacı kökünden çıkarırlar. Birisinden yarım yumurta almak suretiyle padişah, zulmü reva görecek olursa padişahın askerleri bin tavuğu şişe geçirirler.” der.
En iyisi biz de özetleyelim. Millet; artık devlet erkânından, vekillerinden, bakanlarından, görenlerinden, özel ve tüzel kişilerden, cümle zevat-ı kiramdan söz değil eylem istiyor. Az yemek bedene, çok yemek gödene. Arpa ekmeğinin bahanesi çoktur lakin tohumluk şahmanın çavdarı az olmalıdır. Rençberler bilir.