Şükürde Sebat

“Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi esir alıp götürmesinden korktuğunuz zamanları hatırlayın. Allah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş, temiz şeylerle rızıklandırmıştır.” (Enfal, 26)
Enfal suresinin 24. ayeti olan “Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah’a ve Resul’e icabet edin.” ayeti ve devamı olan ayetlerin bizleri nelere davet ettiğini ve nelerden de sakınmamız gerektiğini tespit etmeye gayret ediyoruz. Bu yazımızın konusunu teşkil eden 26. ayet özet olarak; şu an ki durumu daha iyi tahlil edebilmeniz için geçmişten hisseler çıkarmamız gerektiğini vurguluyor.
Elmalılı merhum, “Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayıf sayıldığınız için insanların sizi esir alıp götürmesinden korktuğunuz zamanları hatırlayın. Allah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş, temiz şeylerle rızıklandırmıştır.” ayetinin nüzul zamanında yaşayanlara neleri ifade etmesi gerektiğini özetler. Sahabe-i kiramın bu davete icabetteki gayretlerini, samimiyetlerini, başlarına gelen musibetlerdeki sabır ve sebatlarının tespitini ve tarihte kazandıkları şan ve şereflerinin takdirini bize bırakır.
“Ve işin önemini daha iyi anlamak için o vakitleri hatırlayınız ki, hani siz gayet azınlık idiniz, yerde ezilmek isteniyordunuz. Mekke’de iken Kureyş’in elinde hemen ezilebilecek zayıf bir azınlık idiniz. Veya daha önce Farslar ve Bizanslılar açısından önemsiz görülen, küçümsenen ve onların idareleri altında ezilen bir topluluk idiniz. İnsanların sizi ezip geçivermesinden korkuyordunuz. Çevredeki insanlar size böylesine bir kin ve öfkeyle bakıyorlardı ve siz onlardan kendinizi koruyacak durumda da değildiniz, sizin için güvenli bir yer de yoktu. Daha sonra Allah sizi yerleştirdi, yuva sahibi yaptı. Medine’ye göç ettirip, iskân eyledi, emniyet ve asayiş verdi ve sizi yardımıyla güçlendirdi. Ensar’ı size yardımcı yaptı, melekler ile imdat eyledi ve Bedir’de zafer ihsan edip güçlendirdi ve o kâfirlere karşı sizi destekledi, helâl ve güzel nimetlerden size rızıklar ihsan etti, ganimetler nasip eyledi. Hâsılı o ezilmişlikten, o aşağılanmışlıktan kurtarıp, böyle şanlı ve şerefli bir hayata geçirdi ki, şükredesiniz. Bu nimetleri hatırlayıp şükrünü eda edesiniz.” der.
Rabbimiz mü’minlerin önlerini ve yollarını daima açık etmiştir. Gönderdiği yüce kitaplar ve peygamberlerle doğru yolun rehberlerini hiç eksik etmemiştir. Biz Âdem peygamberden Efendimize kadar bir tek ümmetiz ve Cenab-ı Rabbül Âlemi’nin rızasına giden yolda aynı yolun yolcularıyız. Kur’an, tarih kitabı değildir ancak peygamber kıssaları ile bize tarih özetleri verip hisseler çıkartmamızı, kendi çağımıza ve ihtiyaçlarımıza çözümler bulmamızı isteyen bir hidayet rehberi, bir yol gösterici ve sürekli davetçidir. Öyleyse bir muhasebe yapmalıyız;
Günümüze Gelmeden Neler Çekti Bu Millet, Bu Ümmet ve Şahsen Siz, Neler Çektiniz. Biz, Neler Çektik. Bizim Dışımızdaki İnsanlar Neler Çekiyorlar ve Niçin Çekiyorlar?
Unutmayalım ki her zor halimiz bizden daha zor durumda olan birilerinin ulaşmak için çalıştığı, çabaladığı belki sağlık ve çocuk için doktorlara, iş ve maddiyat için zenginlere yalvardığı bir durumdur. Rabbül âlemin bize ne nimet ihsan etmiş ise bizi o konuda hacet kapısı yapmıştır.
Daha kitabın ilk sayfasında Bakara Suresi ayet 3’te “… Onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” buyrulur.
Rızık, bilinen tarifi ile: İnsan ve diğer bütün canlıların sadece beslenip yaşamaları için yedikleri ve içtikleridir. Bununla birlikte bazı âlimlerin tarifi geniş tutup; Allah’ın canlıların faydalanmaları için lütfettiği her şeydir.” derler. Bu tarife göre rızkın içerisine, yiyecek, içecek ve insan hayatını sıcak ve soğuktan korumaya yarayan elbise ile mesken gibi şeyler de girer. Öyleyse Allah’ın üzerimizdeki bu büyük lütuflarını unutmayalım. Bunu sürekli gündemde tutarak Rabbimize şükredelim.
“Gerçekten insan üzerine zamandan öyle bir müddet geldi ki o zaman O, anılmaya değer bir şey değildi. Doğrusu biz insanı, imtihan etmek için karışık erkek ve kadın sularından yarattık da onu işiten ve gören yaptık. Kuşkusuz biz ona doğru yolu gösterdik; İSTER ŞÜKREDİCİ OLSUN, İSTER NANKÖR. Çünkü biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır. Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler.” (İnsan, 1-5)
Önderimiz olan Efendimiz ve kardeşleri olan Peygamberler hep şükreden kişilerdi. 950 yıl bıkmadan usanmadan her türlü eza ve cefaya katlanarak tebliğ vazifesini yerine getiren Nuh aleyhisselam, Rabbimiz Teâlâ’ya karşı şükredici idi. Asla nankör ve isyankâr olmadı.
“Ey Nuh’la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar! Doğrusu Nuh çok şükredici bir kuldu.” (İsra, 3)
Ateşlere atılmakla, hicretle, evladı ve hanımı ile imtihan olan İbrahim aleyhisselam şükredici bir önderdi.
“İbrahim, Allah’ın nimetlerine ŞÜKREDENDİ. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.” (Nahl, 121)
Rabbinizin verdiği nimetleri O’nun istediği yerde kullanmak bir şükürdür. O’nun verdiği hayatı, O’nun için yaşamak, O’nun istediği yolda yıpratmak ve O’nun istediği zamanda emanetini teslim etmeye çalışmak bir şükür halidir.
O’nun nimet ve ihsanlarını hafife almak, yok saymak, nimetten görmemek, gerekli saygı ve özeni göstermemek, nankörlüktür ve emanete ihanet halidir.
Nedir bu emanetler? Allah’ın tekliflerinin tamamı emanettir.
- Müslüman olduğumuz gün Rabbimize verdiğimiz söz bize emanettir.
- Din emanettir.
- Kur’an emanettir.
- Peygamber emanettir.
- Mal ve mülkümüz emanettir.
- Akıl emanettir.
- Bilgi emanettir.
- Canımız, bedenimiz emanettir.
- Çocuklarımız emanettir.
Emanetlere sahip çıkan eminlere mükâfat, hıyanet edenlere de dünya ve ahirette sıkıntı vardır.
“Ve hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Yüceliğim hakkı için şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7)