Üniversite Öğrencilerine Nasihat

Eskiden üniversiteye yüksek tahsil, üniversite öğrencilerine de yüksek tahsil talebesi derlerdi. Yüksek tahsil talebeleri, kendilerinin ilkokul, ortaokul ve lise öğrencisi olmadıklarını; çocukluktan çıktıklarını, memleketi idare etmenin eşiğine geldiklerini anlar ve ona göre hareket ederlerdi. Kendilerini gelecek için hazırlar, derslerine çalışır ve kütüphânelerden çıkmazlardı.
Altmışlı ve yetmişli yıllarda değişik mihrakların oyuncağı olan yüksek tahsil talebeleri, sağcılar ve solcular gibi kamplara ayrılarak farkında olmadan birbirlerine düşürüldüler. Olaylar çıkardılar, üniversiteler işgal ettiler, kan döktüler ve sonunda kaybeden kendileri oldu. Millî Türk Talebe Birliği çatısı altında yetişen vatan evlatları, büyüklerinin sözünü dinledi ve bu oyunlara âlet olmadılar. Okudu, çalıştı ve kendilerini yetiştirdiler. Bugün ülkemizi işte onlar idâre ediyorlar.
Sağcılık ve solculuk oyunlarının bittiği iki binli yıllarda öğrenciler internetin ve cep telefonlarının kurbanı oldu ve kendilerine yazık ettiler; halen daha yazık etmeye devam ediyorlar. Ben bir ilahiyat fakültesi öğretim üyesi olarak bu konuda öğrencileri uyarıyor ve kendilerine nasihat ediyorum. Her sene üniversitelerin açıldığı haftanın ilk Cumasında ve devam eden Cumalarda Erzurum Üniversitesi câmiinde yaptığım vaaz ve sohbetleri bu konuya ayırıyor ve gençlere nasihat ediyorum. Bu sohbetlerimi siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Umulur ki, sizin de çevrenizde üniversite öğrencileri vardır ve siz bu yazıyı onlarla birlikte okursunuz.
Sevgili gençler!
Siz ülkemizdeki binlerce gencin arasından seçilip geldiniz. Bir hayli lise mezununun gelmek için can attığı ve gelemediği üniversite sıralarına geldiniz. Seçilmiş olduğunuzu unutmayın. Yani kendinizi unutmayın; sorumluluğunuzu unutmayın. İnsan neden sorumluluğunu unutur bilir misiniz? Büyüklerini unuttuğu ve onlarla irtibâtı kestiği için ve bir de nerede bulunduğunu yani kendi makamını unuttuğu için sorumluluğunu da unutur.
Sevgili gençler!
Gelin sizinle büyüklerimizi ve onlara karşı sorumluluklarımızı yeni baştan bir daha hatırlayalım. Büyüklerimizi yeniden bir kez daha gözden geçirelim. Bizi murâkabe edenlerin, gözetleyenlerin olduğunu ve bizim de başıboş olmadığımızı bir daha hatırlayalım. Büyüklerimizin en büyüğü yüce Allah’tır. Her zaman ‘Allâhu ekber’ demiyor muyuz? Ne demek ‘Allahu ekber’? Elbette ‘Allah en büyüktür’ demektir. Demek ki, bizim çeşitli büyüklerimiz vardır ve bunların en büyüğü Yüce Allah’tır. Üstelik Yüce Allah, günün her saatinde okunan ezan ve kılınan namazla kendisinin en büyük olduğunu bize defalarca hatırlatıyor.
Sevgili gençler!
Biz yüce Allah’ın kullarıyız. Bizi yoktan var eden, bize hayat veren, bizi besleyip büyüten elbette O’dur. Bizi bu dünyada yaşattığı gibi öbür dünyada da hesaba çekecek olan O’dur. İnsanları amellerine göre cennete ve cehenneme koyacak olan O’dur. Bu dünya da öbür dünya da O’nundur. Biz O’nun kullarıyız. O, bizim rabbimizdir. O güçlüdür, biz zayıfız. O’nun her şeyi vardır, biz yoksuluz. O yaratıcıdır, biz yaratılmışlarız. O hiçbir şeye muhtaç değildir; biz her zaman O’na muhtacız. Peki, sevgili gençler, neyinize güvenir de O’nu unutursunuz ve O’na isyan edersiniz? O’nu unutup O’na isyan ettiğiniz zaman kendinize yazık etmiş olmaz mısınız?
Evet, bugün onu unutan gençlik kendine yazık etmektedir. Bugün çılgınca bir hayat yaşayan gençler yarın devamlı ağlayacaktır. Sevgili gençler! Gelin aklınızı başınıza toplayın. Rabbinizi büyük bilin, O’nu tanıyın ve O’na karşı gelmeyin. Bu dünyada O’na iyi bir kul olun ki, öbür dünyada da O size sahip olsun. Yoksa ortada kalır ve cehennem zebânilerinin eline düşersiniz.
Sevgili gençler!
İkinci derecede büyüğümüz Hz. Peygamber efendimizdir. Yüce Allah O’nu seçip bize peygamber olarak, yol gösterici olarak gönderdi. O bizim için yaşadı. Bir gece olsun yumuşak bir yatakta yatmadı ve bizim gibi rahat bir hayat yaşamadı. Ümmetini hem bu dünyada hem de öbür dünyada kurtarmak için her türlü sıkıntıya göğüs gerdi. Her zaman Mekke mihrabından ve Medine minberinden bizlere nasihat etmektedir. O’na kulak verelim. O bizim dünya ve âhiretimizin mâmûr olması için bize yol göstermektedir. O’nun işaretine dikkat edelim. O’nu büyük bilelim, O’nun arkasına takılalım. O’nun sünnetine uyalım, O’nun yolundan gidelim. Bu dünyada iken onun peşine takılalım ki, yarın cennette O’nunla birlikte olalım.
Sevgili gençler!
Hz. Peygamber efendimizin vârisi olan âlimler yani ilmiyle amel eden âlimler de bizim büyüklerimizdir. Üniversite tahsilinizi yaptığınız şehirde dizinin dibine oturabileceğiniz âlim bir zât bulacaksınız. Sık sık onu ziyâret edecek ve nasihatlerine kulak vereceksiniz. Yoksa büyük şehirlerde kaybolur gidersiniz. Benim sözümü dinler de bir mürşidin dizinin dibine oturursanız o şehirden ayrılırken üniversite diplomasının yanında bir de manevi terbiye kazanmış olursunuz.
Anne ve babalarımız, idârecilerimiz, öğretmenlerimiz, yaş bakımından bizden büyük olan yaşlılarımız bizim büyüklerimizdir. Anne ve babalarımızı üzmeyeceğiz. İdarecilerimize karşı gelmeyecek ve onlara sıkıntı çıkarmayacağız. Hocalarımızı ve öğretmenlerimizi her zaman başımıza tâc edeceğiz. Yaş bakımından bizden büyük olanlara saygı, küçük olanlara da sevgi göstereceğiz.
Bir öğrenci yüce Allah’a iyi bir kul, Hz. peygambere iyi bir ümmet, anne ve babasına iyi bir evlat, hocalarına iyi bir talebe, büyüklerine karşı iyi ve terbiyeli bir genç, ülkesine de iyi bir vatandaş olursa onun dünyası da mâmûrdur âhireti de. Biz de sizin işte böyle bir genç olmanızı istiyoruz. Öyle ise bizden ayrılmayın ve gelecek yazılarımızı bekleyin…