Kul Hakkı ve Adalet

Milletlerin uzun müddet ayakta kalabilmesi, o toplumda adaletin işleyişine bağlıdır. Hak ve hukuka gereken önemin verilmesine bağlıdır. Toplumdaki bozulmalara göz yumulursa, değerler göz ardı edilirse, orada çürümeler başlar ve adaletle hükmedilmezse kısa bir süre sonra o toplum bulunduğu coğrafyadan silinir gider.
Emevi halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri (ö.101/720), devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi.
Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz’e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:
-Ona de ki, elma yerini bulmuştur. Fakat görevli itiraz edecek oldu:
-Ey mü’minlerin başkanı! Rasulullah aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. Halife cevap verdi:
-Evet ama Rasulullah –aleyhisselatü vesselam-’a verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.
Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:
-Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.
Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:
-Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.
-Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.
-Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.
-Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.
Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:
-Ben kalkıp iş yaparken de Ömer’dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer’im.
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm âleminde adaleti hâkim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer (r.a.) gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.
Saadet Asrında yaşamış bu güzide insanların hangisine bakarsak aynı ölçüleri görürüz. İslam’ın ikinci halifesi Hz. Ömer (r.a)’i anlatmaya hiç lüzum yok sanırım. Çünkü onu, bırakın Müslümanları, Müslüman olmayanlardan dahi tanımayan çok azdır. Onun adaleti dillere destan olmuş, adaleti batılı okullarda dahi ders kitabı olarak okutulmuştur.
Bir Yahudi ile Hz. Ali arasında bir anlaşmazlık vuku bulmuştu. Meselenin halli için zamanın halifesi Hz. Ebu Bekir (r.a)’in huzuruna çıktılar. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Yahudi’ye ismi ile hitap ederek yerini gösterdikten sonra Hz. Ali’ye:
“Buyurun ya Eba Hasan” diye hitap ederek yahudinin yanında yer gösterdi. Bunun üzerine Hz. Ali’nin yüzünde üzüntü ve hiddet işareti belirmeye başlayınca, Hz. Ebu Bekir, Yahudi’nin yanına geç dediğim için mi üzüldün, diye sordu. Hz. Ali:
“Hayır! Bilakis Yahudi’nin yanına geç dediğin için değil, ona ismiyle hitap ettiğin halde bana en çok hoşuma giden künyem olan Ebu Hasan ismimle hitap etmeniz bana iltimas gibi geldi de ondan üzüldüm.” der.
Bu manzarayı gören Yahudi, İslam’ın inceliği karşısında Müslüman olur.
Batılı Victor Hugo’nun: “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.” sözü ne kadar manidardır.
Adalet ve insan haklarına saygı İslam’ın değişmez prensiplerindendir. Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
“Adaletli davranın. Şüphesiz Allah, adil davrananları sever (Hucûrat,9)
Hz. Muhammed –aleyhisselatü vesselam- 632 yılında yüz binden fazla Müslüman’a irat ettiği tarihi Veda Hutbesi’nde; bütün insanların eşit olduğunu, can, mal ve namuslarının kutsal olup her türlü tecavüzden korunduğunu cihana ilan etmiştir. Bunlar, insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman, başkalarının hakkına saygı göstermek ve insanlara zarar verecek davranışlardan sakınmak mecburiyetindedir. Ancak, bu yeterli değildir. Kişinin olgun bir Müslüman olabilmesi, kendisi için sevip arzu ettiği şeyleri başkaları için de arzu etmesine bağlıdır.
Şeyhülislam Yahya bir beytinde, halkı, insanları rencide eden, onlara adaletsizlik yapan kişiler hakkında o kadar güzel söylüyor ki, burada zikretmeden geçmek doğru olmayacak:
“Halkı rencide eden âlemde, kendi rencide olur son demde!”
Hakka ve hakkaniyete yaşantımızda gereken önemi vermeliyiz ki, ömrümüzün sonunda kendimiz adaletsizliğe maruz kalmayalım. Adaletsizlik yapan mutlaka bunun bedelini öder. İyilik ve doğruluktan ayrılmayan da bunun karşılığını mutlaka görecektir. Zaten Rabbimiz de Rahman suresinde, “İyilikten iyilik doğar.” demiyor mu ?
Adalet mefhumunun önemine binaen Sultan Süleyman da:
“ Halkın dergahına yüzün urunca,
Süleyman’dan alır hakkın karınca.” demiştir.
Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Bu Adl-i İlâhi’nin değişmez kanunudur. Er veya geç, bu dünyada veya ahirette Allah’ın adaleti mutlaka gerçekleşecektir. İlmin kapısı olan, Allah Rasûlünün damadı olma şerefine nail olan Hz. Ali (k.v) bakınız şu veciz sözleriyle bu hususu ne güzel ifade ediyor:
“Müslüman olsun olmasın herkese eşit davranın. Müslümanlar kardeşiniz, Müslüman olmayanlar ise sizin gibi birer insandır.”
1789 Fransız İhtilalinin fikri temellerini hazırlayanlardan biri olan filozof Lafayet, meşhur “İnsan Hakları Beyannamesi” yayınlanmadan, bütün hukuk sistemlerini tetkik etmiş ve İslam Hukukunun üstünlüğünü görerek şöyle haykırmıştır:
“Ey Muhammed! Senin adaleti gerçekleştirmek hususunda ulaştığın seviyeyi bir daha hiç kimse gösteremedi!..”
Enes İbni Malik radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki kul, kendisi için sevip istediğini, din kardeşi için de sevip istemedikçe tam iman etmiş sayılmaz.”
Bütün konunun özeti burada yatıyor. Yani nefsini başkalarına tercih etmekte. Kişi, kardeşlerinin sevgisini gönlüne yerleştirmedikten sonra olgunluğundan, kâmil Müslüman olduğundan söz edilemez. Gerçek ölçü şudur: en çok istediği ve arzuladığı şeyi kardeşine verebiliyor mu? Eğer bunu yapabiliyorsa o insan, adaleti gözeten insandır.