Umrandan Uygarlığa Medeniyetten Ulus Devlete: Alfabe Değişimi

Bu sayfalarda dil, dilin iletişimdeki yeri, dilin değeri, dil-kültür ilişkisi gibi konularda ‘dil’ merkezli yazılar yazıldı.
Son MEB Şurası’nda Osmanlıcanın okullarda seçmeli ders olarak okutulması tavsiye edilince bitmeyen dil tartışması tekrar bir anda gündeme oturdu. Dünyanın ve Türkiye’nin çok yoğun siyasi, ekonomik, stratejik gündeminde ufak bir değişme gibi görünse de Osmanlıca -doğrusuyla Osmanlı Türkçesi- hem siyasi hem ekonomik hem stratejik hem kültürel hem de medeniyet unsurları ve özellikleri yönünden değişmeyen bir gündemdir.
Medine’deki Türk okulunda görev yaparken Arapça’nın seçmeli ders olarak okutulmamasının sebebini okul müdürüne sorduğumda aldığım cevap beni şok etmişti. “Arapçanın seçmeli ders olarak okutulması MGK’nın özel iznine bağlıdır da ondan seçemiyoruz.” (Sene 2005) 28 Şubat düzenlemesiymiş. Arabistan’da Türk vatandaşlarının çocuklarına eğitim veren bir Türk okulunda Arapça seçmek yasak. Almanya’daki bir okulda Almancanın yasaklanmasını düşünebilir misiniz? Ama alfabe Arapça olunca ve Osmanlıcayı çağrıştınca yasakta mantık aranmaz.
31 Ekim 1928’de okuyan yazan, okuduğunu anlayan, anladığını yazan büyük bir kitle var. Medresede okumuş medreseyi bitirmiş veya yeni öğretim kurumlarında (tıbbiye, mülkiye, muallim mektepleri, ibtidaiye, rüştiye, idadi ve darül fünun… gibi) okumuş, bitirmiş milyonlarca insan var. Bunların her biri kâtiplik yapabilecek durumda. Kâtiplik diyorum. Çünkü bu mesleği yapabilmek için Arapça, Farsça ve Türkçeyi iyi derecede yazmak ve okumak şarttı. Çünkü kâtipler sadece yazı işlerini yürütmüyor aynı zaman da güzel yazı yazmak, yazarlık yapmak gibi özelliklere de sahiplerdi.
Peki, 1 Kasım 1928’de ne oldu? Yukarıda saydığım ve sayamadığım okullarda okuyan, okullardan mezun olan yüz binlerce insan okuyamaz, yazamaz hale geldi. Osmanlı Türkçesini iyi derecede yazan ve okuyan yüz binlerce insan bir günde okuyamaz, yazamaz yani halk arasındaki ifadesiyle “cahil” oluverdi. Buna münevverleri, âlimleri, hocaları… dâhil edin ve olayın vehametini anlayınız. Rahmetli babam da öyle olmuş.
Halen sorulan ve cevabı merak edilen soru şudur: “Alfabe değişikliği sonucu oluşan manzara okullarda, devlet dairelerinde nasıl bir kaosa sebep oldu? Sorun nasıl aşıldı? Bu sorunlar aşılırken insanımız ne yaptı?” Bilinen alfabenin bir anda yasaklanmasıyla yaşanan hal hiç düşünüldü mü?
Okuryazarlığın genel tanımı, bir dilin yazılı eserlerini okuyabilme, okunanı algılama ve kavramaktır. Unesco’nun tanımına göre okuryazarlık, değişik türdeki yazılı kaynakları, kayıtları kullanarak tanımlama, anlama, yorumlama, bir araya getirme, iletişim kurma ve hesap yapma yeteneğidir. Toplumun geniş bir kitlesine hitap edebilmek, bilgisini ve gücünü geliştirerek hedeflerine ulaşması için bireye imkân veren olgudur.
Şimdi soralım, Osmanlı döneminde mi yoksa Cumhuriyet sonrası mı okuryazar oranı daha yüksektir? Açıklayalım: Osmanlı Türkçesi yazısı hareke dediğimiz işaretleme sistemini kullanmadığından okuması ve yazması zor gibi görünür. Ancak Osmanlı Türkçesi yazısını bilen bir kişi okuduğu kelimenin anlamını bilmek zorundadır. Aksi takdirde okuyamaz da yazamaz da. Arapça, İngilizce, Çince, Fransızca’da… olduğu gibi. Bu durumda Osmanlı Türkçesi yazısını bilen bir kişi Unesco’nun tanımına göre tam okuryazardır. Peki şimdi? Bir çocuk I. Sınıf II. döneminde okuma ve yazmayı öğreniyor. Önüne koyduğunuz en zor parçayı -edebi, bilimsel, kültürel, dini fark etmez- okuyabiliyor. Peki, anlayabiliyor mu? KOCAMAN BİR HAYIR. Bu durumda bu çocuk okuryazar mı? Unesco’nun tanımına göre HAYIR. Yeni alfabe okuma yazma bilenleri çoğaltsa bile okuryazarları, okuduğunu anlayanları azaltmıştır. Bu halen aşamadığımız bir gerçektir. “Okuma yazma bilen, okuryazar olmayan milyonlarca cahil yarattık her yaştan.”
İkinci mesele şu: Resmi istatistiğe göre Türkiye’de Harf İnkılâbı’ndan 1 yıl önce savaş, yoksulluk, erkek nüfus azlığı, imkânsızlık gibi olumsuzlukara rağmen okuryazar oranı yüzde 11’e yakındır. (1928) Her sene 0,5 (yarım) puan yükselseydi 1950 de oran yüzde 22 olurdu. Peki, alfabe değişiminden sonra oran nedir? Osmanlı Alfabesi’nin yasaklanması, millet mektepleri zorlamasına, jandarma dipçikleri ile okula götürülen insanlara ve normalleşmelere rağmen %32’de kaldı ki bu oran içinde Unesco’nun tanımına göre okuryazar %10 bile değil.
O zaman alfabe değişikliğinin sebebi, ne Osmanlı Türkçesi yazısının zorluğu, ne okuma yazma oranının düşüklüğüdür. Bu bir medeniyet değişimidir. İslam Medeniyeti’nden Batı medeniyetine geçişin en önemli köşe taşıdır. Amaç budur. Bu amaç saklanmamıştır da.
Fakat aradan geçen zamana ve diğer devrimlere rağmen amaca ulaşılamadığı gerçeğine karşılık büyük bir medeniyetle de bağ koparılmıştır. Kökü olmayan bir ağaç misali habire sallandık ve kök arayışına girdik. Hititler’den Moğollara, Nev Yunaniliğe, Güneş Dil teorisine kadar bir kök arayışı sürer. “Biz kimiz?” sorusuna “Osmanlıyız” diyemeyenlerin çaresiz çırpınışlarıdır kök arayışı. Cemil Meriç’in deyişiyle “Doğu’ya giden bir vapurda Batı’ya koşan yocular.” Sözü Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya bırakalım:
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyreyler…
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Son zamanlardaki gelişmeler de bunu gösteriyor inşallah. Hayal edemediklerimiz ya da hayalinden çekindiğimiz hususlar gerçek oluyor. Akıbetimiz hayrola.
Not: Günümüzde her yıl 8 Eylül günü Dünya Okuryazarlık Günü olarak kutlanır. Araplar, İslamiyet’in doğuşunu müteakip birkaç yüzyıl boyunca dünyada en fazla okuryazar nüfusa sahip millet idi. (Vikipedi)