Sana Üniversiteli Olamazsın Demedim, Adam Olamazsın Dedim!

Üniversiteye bakışımız nasıl? Velilerin ve öğrencilerin üniversiteden beklentileri ve bu beklentilerin birbirine uyumu nedir? Gençler niçin üniversiteye gidiyor? Üniversiteyi nasıl okuyor? Nasıl bir üniversiteli hayal ediyor? Karşılığında ne buluyoruz?
Bu soruları içtenlikle cevapladığımızda karşımıza genel olarak şu çıkıyor; Okul, okul değil; yol, yol değil; öğrenci, öğrenci değil. Beklentiler başka, gerçekler bambaşka. Bir vakıf ya da cemaat bağlantısı olan gençleri dışarıda bırakırsak bir de ailesinin sıkı kontrolü altında olanları (bunlar da azdır) durum hiçte iç açıcı gözükmüyor.
Nedendir bilinmez, bu aralar “Üniversiteli” tabiri bende güzel duygular uyandırmıyor. Bunda yakın zamanda şahit olduğum olumsuz örneklerin (Üniversite için evden ayrılıp bir müddet sonra tanınmaz hale gelen gençler) çokluğunun etkili olduğu kesin. Böyle olsa da genel gidişattan memnun olmayanların çok olduğunu biliyorum.
İdeoloji gömleğini çıkarmayan akademisyenlerin, “Zinaya yaklaşmayın” ilahî buyruğuna rağmen kız-erkek iç içe olan karma/karışık bir eğitim sisteminin, en büyük derdi kokteyl vermek ve popülizm yapmak olan fakülte ve yüksekokulların gençlere katkı sağladığına inanmayanlardanım.
Yukarıda ki düşünceye paralel olarak genç, üniversiteye sağlam bir altyapı ile gitmişse, kendisini yetiştirmek adına özel çabası/çalışması varsa veya bir mürebbinin şemsiyesi altında ise istisnadır. Bu durumda üniversite bir nimete, birçokları için bir rahmete/hidayete dönüşebilir. Fakat bu halde esas eğitimi okulunda değil yurdunda, evinde, vakfında alıyor ve buralarda pişiyor.
Üniversiteyi bir bağımsızlık ilanı gibi görüp her türlü melanetin içine düşen gençler var. Üniversiteyi akranlarına ve akrabalarına karşı bir üstünlük vesilesi görerek yetiştiği çevreye ve arkadaşlarına tepeden bakan/bakma denemeleri yapan gençler var. Büyüklerimizin “N’oldum delisi olmak” diye tabir ettiği deyim gençlerin bu durumunu ne de güzel anlatır.
Bilindiği üzere ülkemizde ortaöğretim zorunlu hale geldi. Bazı standartları kâğıt üzerinde de olsa yakalamış olmak için her vatandaş iyi kötü bir lise bitirmek zorunda. Bununla beraber sayısı kat kat artırılan üniversitelerinde etkisiyle üniversiteye devam edenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Meslek liselerinden mezun olan öğrenciler kendi bölümlerini isterlerse sınavsız okuyabilirler.
Yani artık lise mezunlarının eğitmen olarak atandığı dönemleri bırakın, üniversite mezunlarının da eğer kalite yoksa hiçbir işe yaramadığı bir dönemdeyiz. Hal böyleyken sen eyy üniversite okuyorum diye kasılan, bakışları değişen genç! Sen neyin havasındasın.
Gençlerimize gerçek üstünlüğün gerçek değerlerini öğretmemiz gerekiyor. İnsanın takva, sabır, şükür, zikir ve hikmet ile değerleneceğini anımsatmak lazım. Meşhur hadis-i şerifte kıyamette arşın gölgesinde gölgelenecek yedi zümre sayılırken oradaki genç tarifinde okul üstüne okul bitiren gençler değil, tekrar dönünceye kadar kalbi mescitlere bağlı gençler sayılıyor. İşte gerçek değer.
Rabbimizin değerli saydığı değerlidir. Diri bir iman da bu vesileyle (okul, üniversite) kazanılacak değildir. Tabi faydalı ilim olursa o başkadır. Efendimiz de aleyhisselam sık sık “Fayda vermeyen ilimden” Allah’a sığınıyordu.
Hasan-ı Basrî anlatıyor: “Bir gün Basra çarşısında âbid bir dostumla yürüyorduk. Bir kürsünün üzerine oturmuş bir tabip gördük. Etrafında her yaştan, her cinsten insanlar toplanmıştı. Herkes ondan hastalıkları için ilaç alıyordu. Beraber yürüdüğümüz dostum tabibin yanına yaklaşarak:
– ‘Ey tabip! Günahları gideren, hasta kalplere şifa olan (iyi kullar ortaya çıkması için) bir ilacın var mı?’ diye sordu. Tabip:
– ‘Evet, var. Sorduğun dertlere deva şunlardır:
Tevazu damarı ile fakirlik damarını beraber al.
Onlara terbiyeyi kat. Rıza havanına koy. Kanaat tokmağı ile döv. Takva tenceresine koy. Üzerine hayâ suyu dök. Muhabbet ateşi ile kaynat. Şükür kadehine koy. Ümit kokusu ile kokulandır. Hamd kaşığı ile iç.’
Sadece zahiri hastalıkların değil manevi hastalıkların da doktoru olduğu anlaşılan bu zatın da belirttiği gibi kaliteli insanın yolu (tabi bu bizim Rabbimizin kalite ölçüleri) RSG/Rab Standartlarına Göre tevazudan, terbiyeden, razı olmaktan, kanaatten, takvadan, hayâdan, muhabbetten, şükürden, ümitten ve hamddan geçmektedir. İnsanların taşıdığı etiket onların insanlığını belirlemiyor.
Etrafımızda öyle ilkokul mezunu insanlar var ki aldıkları eğitime (halk eğitim), kullandıkları gönül diline, insanları anlama ve problem çözme kapasitelerine gıpta etmemek elde değil. Tanıdığım böyle birkaç insan var. Birisi demirci bir diğeri esnaflık yapıyor. Bir ehl-i gönül bu insanlara Hayat Üniversitesini yıldızlı takva ile bitirtmiş.
Yine öyle üniversite mezunları var ki daha kaç üniversite bitirirse bitirsin (Bizim oğlan bina okur döner döner bir daha okur gibi) kendisinin ancak cahilliğini artırmıştır. Hayat denkleminin hiçbir bilinmeyenini çözememiş, kendini bile tanımayan acınası tipler var. Kendini tanıyacak, insanı çözecek. Toplumu tanıyacak, İslam’ı anlayacak. Yaratılmışı tanıyıp yaratanını bulacak… Bunlar için kendini yeniden keşfetmeli adeta, yoksa Yunus Emre’nin:
“İlim, ilim bilmektir.
İlim, kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır.” dizelerinde ifade ettiği gibi boş yere yıllarını harcamış olacaktır.
Genç kızların tabiri caizse “Sultan” oldukları yer evleridir. Fakat şartlar gerektirdiğinde onlar da üzerine düşeni yapmak için harekete geçer. Erkeklerin bulunmasının uygun olmayacağı bazı yerlerde kızlara özellikle ihtiyaç duyulduğu için uygun şartlar oluşturulduğunda onların da üniversite tahsili yapmaları gerekli hale geliyor.
Rabbim ümmetin ümidi olan gençlerimizi her nerede olurlarsa olsunlar koruması altına alsın. Onları gözüne ve gönlüne sahip olan muttakî kullarından etsin. Faydalı ilim okuyan, öğrenen, öğreten, dinleyen, faydasız olanından da Rabbine sığınan, ilmiyle âmil olan gençlerin sayısını kat kat artırsın.